23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kayıp Söz kadını, nerdeyse toplumun idolü, ayrıca koca bir sevdanın ardından eş yitirmiş Jiyan, nasıl olur da bir iki sözden sonra Ömer Eren'in dünyasına teslim olur, onunla cinsel ilişkiye girer? Bildiğim kadarıyla, Güneydoğu'da böyle bir kadın, bedeninden sıyrılır, “anlam”a dönüşür. O kendi içinde kutsallığa dönüşür. Romandan anlaşıldığına göre, aşireti, çevresi, hatta ona karşı olanlar, onu bu kutsal kimliğiyle algılıyorlar. “Sözü buldunuz, şimdi sesimiz olun” deme bilincinde olan Jiyan bu kimliğiyle romandaki yerine oturmuyor. “Sadece bir kadını anlatan söz boş kalır. O boşluk değil miydi sizi buralara kadar sürükleyen!”diyen Jiyan, bedenini teslime hazır bir Jiyan olmamalı. Ayrıca, Jiyan'ı “Gözlerin sanki bir ülke, sesin bu toprakların sesi” diye betimleyen Ömer de bu sözleriyle yapaylaşıyor. Şu eleştirel iç konuşma doğruluyor bunu: “Neden ihtiyaç duydun bir roman konusu yaratmaya. Neden kahramanının çekiciliğine bıraktın kendini? Sözün kaynağı Jiyan'ın bedeninde değildi, alışılmadık Doğulu güzelliğinde değildi. Onu Jiyan yapan başka şeylerdi.” DOĞRU ANDA YAZMAK... Baydar'ın dille nasıl didiştiği, söylediklerine biçim verirken neleri göze aldığı önceki romanlarında da belirgindir. Bunu az çok bildiğimden, “yazıya dökülemeyen, tam yakalanmışken kaybolup giden” cümlenin neler içerdiğini anlamaya çalıştım. Yazarın bu yaklaşımı, Thomas Bernhard'ın bir sözünü çağrıştırıyor. Bernhard, Beton adlı romanında “Cümleler kafamızdayken onları kâğıda geçirmemizin garantisi henüz yoktur. Cümleler bizi ürkütür, önce düşünce bizi ürkütür, sonra cümle, sonra cümlenin, yazmak istediğimizde muhtemelen artık kafamızda olmayışı. Çoğunlukla bir cümleyi çok erken yazarız, sonra bir başkasını çok geç, cümleyi doğru anda yazmamız gerekir, yoksa kaybolur” diyor. Oya Baydar'ın yarattığı roman dili, kendi sözüyle, “tam yakalamışken kaybolup giden”i tutup onu soluklu bir anlatıma dönüştürmesiyle oluşuyor. Baydar, Bernhard'ın deyimiyle, “cümleyi doğru anında yakalar, onu roman boyunca kaybetmez.” Kayıp Söz üzerine düşünürken Bernhard'dan bu alıntıyı, yazarın anlatımsal tedirginliğini değil, roman boyunca nasıl bir söz arayışı savaşımı verdiğini, dilin ibresini hep olayların, kişilerin üstünde tuttuğunu belirtmek için yaptım. Baydar, bu romanında da tam yakaladığını sandığı anda düşüncenin bulutsu hafifliğine karışıp kaybolan sözün izini sürüyor. Baydar'da dil, duygu derinliklerini, düşünsel karmaşaları açımlayan bilinçli bir anlatı serüvenidir. * Baydar, romanı, “Bizi karlarımız, kavaklarımız, kargalarımızla bırakıp gidiyorsunuz,' sözü bu kitaba dönüşen dostlarına; şiddeti, nefreti, savaşı aşıp insana ulaşmaya, insanın sesini yüreğinde duymaya çalışan herkese adıyor. Belli ki, bu söz, yazarın yüreğine işlemekle kalmamış, onun bilincine de yerleşmiş. Bu adayış, Kayıp Söz'ün nasıl bir bilinçle, sorumlulukla yazıldığını belirtmeye yetiyor. Romanı, “savaşı aşıp insana ulaşmaya, insanın sesini yüreğinde duymaya çalışanlar”a adamış olması ise roman kişilerinin kimlikleri konusunda ipucu veriyor. Onlar kimler? Yazar Ömer Eren mi, bilim kadını Elif mi, dağda hangi kesimden olduğu belli olmayan kişilerin tecavüzüne uğrayan Zelal mi, gerillalar arasından kaçan Mahmut mu, çevresinde hem açıklığı, hem kapalılığı yaşayan, kişiliği “muamma”lı eczacı Jiyan mı?.. Hem hepsi, hem hiçbiri değil. Deniz, bu sıralamaya girmemelidir. Çünkü Deniz, anlatının her aşamasında nötr bir kişilik olarak çıkıyor karşımıza. Kuşkusuz, onun da bir dramı var. Kayıp Söz'ün kişileri arasında dramsız olan yok. Yine de, romanda bir kahraman aranacaksa, o, ruhsal dünyasıyla çizilen Elif'tir. Baydar da, ne türde yazarsa yazsın, anlattığında yazarın kendisi vardır demiyor mu? Babasının fare öldürmesine gözyaşı döken Elif, bilim kadını olarak deneylerinde kobay olarak fareleri kullanır. Bu, şiddetin kendisinden başladığı kanısını yerleştirir kişiliğine. Elif, kadın olarak, toplumsal koşulların yarattığı şiddeti benliğinde duyar. Bütün romanlarında olduğu gibi, Baydar, olaylara, olgulara, sorunlara “kendi”nden bakar. Evrensel duygu dünyasında ütopik sayılan bu düşünce, Kayıp Söz'ün insanca boyutunun bel kemiğidir. Kimi duygu bağlamında, kimi toplumsal çekişmeler bağlamında romandaki herkes şiddetin kurbanıdır. Kayıp söz bu kurbanların romanıdır. Ömer Eren'in kayıp sözü ararken yoluna çıkan da şiddettir, şiddeti yaratanlardır. Zelal ile Mahmut kaçar, şiddet onları kovalar. Hiçbir koruma, iyi niyet, çatışmaları ortadan kaldırma çabaları onları şiddetin pençesinden kurtaramayacaktır; Elif'le Ömer'i içlerinde yarattıkları duyumsama şiddetinden koparamayacağı gibi... Evrensel şiddet bağlamda ele alındığında, Zelal'le Mahmut çağımızın Sysiphos'u olarak karşımıza çıkar. Sysiphos gibi dağa tırmanırlar, tam doruğa vardıklarında yazgıları onları oradan aşağıya yuvarlar. Sysiphos'un önünde yine çıkışı zor uzun bir yol, doruğa varma umudu vardır. Zelal'le Mahmut ise doruktan yuvarlandılar mı, dünyadaki işleri bitiyor. Yazgıları umutlarını da alıp gidiyor. Bir yönden de kayaya çakılan Prometheus'tur onlar. Toplumdaki şiddet duygusu, Zelal'le Mahmut'un ciğeriyle beslenen bir kartal gibi, her kesimden insanı tüketiyor. Prometheus'un ciğeri üreyecektir, ama Zelal'le Mahmut'un yokluğu hayatın bitişidir. Oya Baydar, bu söylencesel yazgıyı, çağımız insanının gerçeği kılıyor Kayıp Söz'de. İnsan, çağımızda yüreğini de vicdanını da yitirmiştir. Onlar, şiddetin karşısında yalnızlığıyla kavrulan bir Sysip hos'tur, Prometheus'tur. * Kayıp Söz, başkişisiz bir roman. İçinde yaşadığı ortamın koşullarına göre başkişiyi sorunlar, kurgu ve olay gelişimi belirliyor. Klasik romanlarda ortada görünmese de her an saklı bir başkişinin varlığı duyumsanır. Kayıp Söz'de öyle değil, kişiler hep ortada. Baydar'ın romanında, başkişi, kişilerin bir tür bileşkesi. Baydar, kişilerin başından geçenlere merak uyandırma çabası göstermiyor. Sorunsallığı öne çıkararak bunu arkalara itiyor. Kayıp Söz'ün gerçekçiliği, çözüm arayışı içindeki çözümsüzlüğü buradan geliyor. Romanın kimi yerlerinde, kişilere bir anlatının kaldıramayacağı yükler yüklense de yazar, avutucu çözümlerle uğraştırmıyor okuru. Okur da yazardan bir çözüm beklemiyor zaten. Dayatmacı değil, yarattığı özgür düşünce ortamıyla roman daha inandırıcı. Kayıp Söz, hangi bağlamda olursa olsun, yukarıda da değindiğim gibi, “insana ulaşma”yı temel hedef sayıyor. Kayıp Söz'ün politik ya da ideolojik bir romana dönüşmemesinin nedeni belki de bundan. Kuşkusuz daha çok da Baydar'ın geniş yazı deneyimlerinden, en başta da dil özeninden... Yalnız, Kürtçe bilenlerden de yararlandığına göre, Güneydoğuluların babaya “buba” demeyecekleri, olsa olsa, “bavo”, “babo”, “bavemin” diyecekleri nasıl olmuş da Baydar'ın gözünden kaçmış? YENİ ARAYIŞLAR “Doğu'ya mı gidiyorsun? Ne tesadüf! Ben de önümüzdeki hafta Batı'ya gidiyorum, Danimarka'ya. Genteknolojisinin felsefi etik boyutu konulu bir sempozyum var. .” “Ben Doğu'ya, sen Batı'ya... Yollarımız giderek ayrılıyor.” Birbirlerinde uzakta iken daha yakın olan bilim kadını Elif'le yazar kocası Ömer Eren arasında ayrılışı simgeleyen konuşma böyle. Elif, yitmiş gözüyle baktığı çocuğunu bulmak için Batı'ya, Norveç'te küçük bir adaya, Ömer yitirdiği sözü aramaya Doğu'ya gidiyor... Buluyorlar mı? Bu sorunun yanıtı yok. Varsa da, insan, romanın sonunda, yazarın, bulamayacağının ardında olduğunu anlıyor. Diyelim buldu; insanoğlu neyi bulmuş da onunla yetinmiştir sonunda? Her buluş, kişiyi yeni arayışlara sürüklemiyor mu? Arayışlara sürüklenirken ulaşmak istediği insanın acılarıyla karşılaşmıyor mu? Oya Baydar'ın Kayıp Söz'ü, bireysel ya da toplumsal boylamda sorunları irdelemeye yönelik bir roman olduğu için soruları sürekli çoğaltıyor. Yazar, kafasındaki soruları açtıkça, olayların arasına sıkışmış başka sorular çıkıyor okurun karşısına. Bundan dolayı, Kayıp Söz, bir çıkış ya da çözüm romanı değil, tam tersine, çıkışsızlığın anlatısıdır. Gelişen olaylar da gösteriyor ki, insana yönelik şiddeti ortadan kaldırmak ütopya olmaktan ileri gidemeyecektir; hele zarif eller bilimsel deney uğruna her gün binlerce fare öldürürse... Baydar, insana ulaşmaya çalışırken yer yer bilimsel kimliğiyle, yer yer bireysel kişiliğiyle, yerine göre de bir toplum yorumcusu olarak bakıyor olaylara. Bu, bir yazarın gözünden toplumsal özeleştiri diyebileceğimiz bireysel sorumluluk alanlarını da aşıyor. Kayıp Söz, çağı adına, toplumu adına sorumluluk yüklenmekten kaçınmayan bir yazarın ulaşmaya çalıştığı insan(lar)ın, ne denli kavransa, özünde şiddeti barındıran iç manzarasıdır. Habil'den Kabil'e bu manzara hiç değişmiyor. ? KİTAP SAYI 924 ? ? Adnan BİNYAZAR O ya Baydar güncellikle, düşünselliği kaynaştırdığı romanlarına birini daha kattı: Kayıp Söz. Yazar, daha romanın başlarında “Bir türlü yazıya dökülemeyen, tam yakaladığımı sandığım anda düşüncenin bulutsu hafifliğine karışıp kaybolup giden cümle... Yitik söz...” dediğine göre romana niye Kayıp Söz adını verdiği anlaşılıyor. Ama neden yitik söz değil de kayıp söz? Yazar, metinde “yitik” sözcüğünü yeğliyor: “Bir söz'ün peşindeydi, yitirdiği sözün.” Bu durumda “Yitik Söz” adı daha uygun düşmez miydi romana? Çünkü, söz'ü niteleyen yitik sıfatının çağrışımsal alanı daha geniş. “Kayıp”a göre “yitik” daha soyut. Ayakkabı kaybedilir de “Yitirdim yârimi aranıyorum” türküsünde olduğu gibi, sevgiyi simgeleyen yâr kaybedilmez, yitirilir. Romanda da, şiddete karşı direniş, çözüm arayışları, zamanı yitirmenin yarattığı kırıklıklar, sevgilerin kuru ilişkilerle sürdürülmesi... yâr yitirip aranma gibi, soyut çağrışımlar yaratılarak işleniyor. Ayrıca, yazar, kaybettiğinden çok, “hiç bulamadığı”nı çağrıştıran “yitik”in ardında, kaybettiğinin değil. Romanın sonunda yitirileni bulan kimse de yok. Elif de, Ömer Eren de, Mahmut da, Zelal de, yitirdiğini bulsa bile bulduğu inancına eremiyor. Deniz ise ne yitirdiğini, neyin ardında olduğunu, neyi bulmak istediğini kavrayamayacak denli durağan bir boşlukla sarmalanmış. Bu bağlamda, roman kişilerinin tümü, yaşamsal direnişlerinden eli boş dönerler. Bir şeyler bulduğu sanılan Ömer Eren'in Jiyan'ı bulmasıyla yitirmesi de bir olur. Bu duygu, “...tam yakaladığımı sandığım anda düşüncenin bulutsu hafifliğine karışıp kaybolan cümle” sözüyle de doğrulanıyor. Cümlenin içeriği, “yitik” kavramıyla örtüşüyor zaten. Söz Jiyan'dan açılmışken bir soruna değinmek gereğini duyuyorum: Bir aşiret SAYFA 6 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle