Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? büyüyüp yaygınlaştıkça bir korku toplumuna dönüşüyoruz. Haklısınız, tepkiliyim, hem de çok. Bize hiç de layık olmadığımız hayatlar dayatan siyasal yönetimlere karşı büyük öfke duyuyorum. Bakın Kapıcı kahramanınız emektar Burhanettin Çavuş, “off shore” kurbanı oluyor!.. Evet, oluyor. O, tüketim kapitalizminin sarmalında kendini akıntıya kaptırmış acıklı bir figürdür. Kısa yoldan zengin olayım derken elinde ne var, ne yoksa o gecekondu bankalardan birine kaptırıyor. Ateşin yakıcılığını elini kızgın sobaya sürmeden öğrenemeyenlerden, toplumda sayısız benzeri var. Ama çok küçük de olsa bir noktada minik tebessümler koyuyorsunuz öykülerinize. Biz okurların da yüzüne yayılıyordur elbet… Bu çok doğal değil mi? Hayatta da öyle çünkü, bir cenazede bile tebessüm edecek bir şeyler bulabilir insan. Ayrıca ben özünde neşeli, çabuk sevinen, sevincini de saklamayan bir insanım. İnsanların çok düşündüğü, ama çok da güldüğü bir ülkede yaşamak isterdim. Bakın şu sıralar Fransızların en önemli konusu Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy'nin eşi Cecilia'nın aşk hayatı. Bir aralık da Almanlar aynı zamanda Eyalet Başbakanı olan Berlin Belediye Başkanı Klaus Wowereit'ın eşcinselliğini konuşuyorlardı. Baş “Bir teselli hazinesidir bu anılar. Bilmiyorum, gelecek kuşaklar böyle uzun, kalıcı dostlukların lezzetini yaşayabilecekler mi?” diyor Deniz Kavukçuoğlu. kan bir de kitap yayımlamış, yaşadığı kadın ve erkek âşıklarını anlatmıştı. Biz ise nicedir Hayrünnisa Hanım'ın türbanını konuşuyoruz. Yurtdışı özlemi bir fantezi tabii, Türkiye'yi yeryüzünde hiçbir ülkeye değişmem, yoksa 30 yıl yurtdışında yaşadıktan sonra dönmezdim buraya. Ama insan gerçekten de dingin bir dönemi arzuluyor ülkesinde. 65 yaşıma geldim, ne yazık ki böyle bir dönem yaşayamadım, yaşatmadılar. Dolayısıyla insanın içinde öfke birikiyor, yazmak bir ölçüde boşalma, çünkü öfkesini okurlarla paylaşmak yazarı rahatlatıyor. Fakat biriken öfkenin bir noktada gülünçleştiği de bir gerçek, yoksa hiç taşınamaz olur, bu nedenle öfkelerimi biraz da bilinçli olarak gülünçleştiriyorum. Sanırım sözünü ettiğiniz minik tebessümlere yol açan noktalar bunlar. Okurlarımla birlikte ben de gülümsüyorum. Fakat tüm bunlar üzerimizdeki kara bulutları dağıtmıyor… UMUT Agop diyor ya, kara bulutlar çöktü üzerimize diye… Sonra dünyanın değiştiğinden, hayatların değiştiğinden söz etti ya Agop. Durağanlaşan, sıradanlaşmaya fazlaca yüz tutmaya başlamış hayatlar nereye varır böyle giderse? Umuttan söz etmek olası mıdır bu durumda? Kahramanım doğru söylüyor. Agop, Kurtuluş'ta yaşayan, çoluk çocuk sahibi bir Ermeni yurttaşımız. Azınlıkların yaşadığı olumsuzluklara yakından tanık olmuş. Bizim azınlıklar bağlamında iç burkan gerçeklerimiz var; Rum yurttaşlarımızın sırtlarına CUMHURİYET KİTAP SAYI Kıbrıs sorunu, Ermeni yurttaşlarımızın sırtlarına da 1915 olayları yüklenmiş. Kendilerinin hiç ilgileri olmayan siyasal sorunlar nedeniyle başlarına bin bir dert gelmiş, büyük sıkıntılar yaşamışlar. Rumlar için 1942/43 Varlık Vergisi haksızlığı, 67 Eylül 1955 olayları, 'Vatandaş Türkçe konuş!' kampanyaları, 1964/65 sürgünleri unutulacak olaylar değildir. Ermeniler üzerinde ise 1980'lerde başlayan ve kendileriyle hiçbir ilgisi bulunmayan Asala terörüyle birlikte, adı konmayan bir baskı kurulmuştur; hem devlet, hem de toplum baskısı. Yahudi yurttaşlarımızın başına gelen Varlık Vergisi felaketini de unutmamak gerekir; sonrasında binlerce yurttaşımız İsrail'e göçtü. Rumlar Yunanistan'a, Ermeniler Ermenistan'a ve başka ülkelere, Yahudiler İsrail'e göçünce toplumdaki renkler de soldu. Hayatlar değişti, sığlaşmaya, durağanlaşmaya, sıradanlaşmaya başladı. Bugün bulunduğumuz noktaya geldik. Hoşgörü dediğimiz duygu, önemli ölçüde kan kaybetti. Bir anımsayalım o utanç verici deyimleri; 'Rum piçi', Ermeni dölü', 'Korkak Yahudi', 'Çingene çalar, Kürt oynar' gibi… Durağanlaşan, sıradanlaşan hayatlarda hiçbir yere varılmaz. Gazeteleriyle, televizyonlarıyla, radyolarıyla medya, bugün olduğu gibi olur, eğlence türleri de. Kültür de, bilim de yozlaşır bu tür toplumlarda, parasallık öne çıkar, hayata egemen olur. Umuttan söz etmenin olası olup olmadığı çok zor bir soru. Ne var ki, ben bu konuda kendimi çok şanslı görüyorum, çünkü başyapıtı 'İlke: Umut' olan ünlü bir felsefecinin öğrencisiydim üniversitede. Ernst Bloch, çağının yaşayan en büyük Marksist'i idi, bize 'umut'u öğretti. İnsanın olduğu her yerde umut vardır. Ben her türlü koşulda insana güvenirim, güvenim umutlarımı besler. Diyalektik düşünceyi benimseyen bir insanım, her olumsuz olgunun süreç içinde kendi karşıtını yaratacağını, son çözümlemede kendi karşıtına yenik düşeceğini biliyorum. İnsan varoldukça sonunda iyi kötüyü, doğru yanlışı, güzel çirkini yenecektir. Umut dediğimiz şey de bu değil midir? Evet, umuttan söz etmek olasıdır. Peki Deniz Bey, bir kitap fuarı zamanı, küçük bir çocuk gelip, komik şeyler yazmaktan söz etti mi size? Ya da bir imza zamanı, karşı standtaki TürkiyeAvrupa ilişkileri üzerine yazdığı kitabı imzalayan yazara? Tanık oldunuz mu böyle bir âna? Söyleşimizdeki ilk soruyu sonda da devam ettireyim istedim… Evet, böyle bir âna tanık oldum, aynen öykümdeki gibi bir çocuk Can Yayınları standında imza yaptığım bölüme geldi, bana komik şeyler yazıp yazmadığımı sordu. Ötesini kurguladım. Fakat çocuğun bu sorusundan çok etkilendim, evini gözümün önüne getirmeye çalıştım. Mutlaka bir televizyonları vardı ve her gün uzunca bir zamanını ekran önünde geçiriyordu. Belli ki gördüklerinden, anne babasının aralarında geçen konuşmalardan, ders kitaplarından sıkılmıştı. Gülecek, kendisini güldürecek bir şeyler arıyordu. Allah'tan öykü kahramanımın yaptığı gibi çocuğa komik şeyler yazma sözü vermedim; altından kalkamazdım çünkü, fakat çocuğun söyledikleri üzerinde düşünürken, 'komik şeyler yazamamanın' nedenlerine bir bütün olarak bakınca bu bütünün bir komikliği de içerdiğini, hatta bütünün kendisinin komik olduğunu yakaladım. Kitaba adını veren 'Komik Şeyler Yazmak' adlı öykü böyle ortaya çıktı. ? eoztop@aof.anadolu.edu.tr Komik Şeyler Yazmak/ Can Yayınları/166 s. 924 SAYFA 19