04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Deniz Kavukçuoğlu ile 'Komik Şeyler Yazmak' üzerine Deniz Kavukçuoğlu'nun öykülerinde günlük hayatla karşılaşıyoruz. Belki yaşadığımız, yahut hemen yanıbaşımızda süregelen hayatlar… Kimi zaman da ıskalayıp geçtiğimiz. Kavukçuoğlu'nun öykülerinde toplumsal yaralarımız anlatılır çoğu kez. Yaralarımızın ağır olduğu zamanlarda, çözüm bulamadığımız anlarda geçmişe gideriz ya, öykü kahramanları da kimi kez geçmişe gidiyorlar, kimi kez de bir nefes misali geçmişten çıkıveriyorlar. Kavukçuoğlu öyküleri, takındığı üslupla da edebiyatımızda kendine has yerini belli ediyor. Deniz Kavukçuoğlu ile yeni öykü kitabı, “Komik Şeyler Yazmak”ı konuştuk. ‘Teselli bulmak için geçmişten medet umuyoruz’ zünlerimizi, acılarımızı, sevinçlerimizi paylaşırız. Yıllar içinde nice imbiklerden geçmiş, çekemezliklerden, yarışmacılıktan, kıskançlıklardan, kuşkulardan, sorulardan arınmış pür bir dostluktur bizimki. Çeşitli mesleklerden, farklı siyasal görüşlerden, farklı inançlardan, farklı etnik kökenlerden olmamıza karşın yarım yüzyıldır hiçbir sorun yaşamamışızdır aramızda ve bir araya geldiğimizde çok güler, müthiş eğleniriz. Bu arkadaşlarımla yaşanmış o kadar çok anım vardır ki… Bir teselli hazinesidir bu anılar. Bilmiyorum, gelecek kuşaklar böyle uzun, kalıcı dostlukların lezzetini yaşayabilecekler mi? Öte yanda ise mutluluğu geçmişte arayan bir insan değilimdir. Yaşadığımdan daha büyük mutluluklar yaşayabileceğime dair inancımı hiç yitirmemişimdir. Umut bence hep gelecektedir, gelecek gündedir. Bir 'tepki' söz konusuysa, bunun kaynağı, geçmişle yaşanan günler arasında karşılaştırma yaptığımda vardığım sonucun hep yaşadığımız günlerin aleyhine bir görüntü sergilemesidir. Ne yalan söyleyeyim, insanî zafiyetlerden, ahmaklıklardan kaynaklanan bu durum öfkelendiriyor beni. Belki o zaman geçmişe dönüyorum… Ama bir taraftan da geçmiş zaman da beraberinde hüznü getiriyor. Alın, Levon Amca… Kahramanımız yıllar sonra Levon Amca'yla karşılaşıyor ve geçmişteki ortak anılar canlanıyor yeniden. Neden hep hüzünlü yanlar aklımıza gelir yitip giden yaşamdan? Levon Amca bir Ermeni'dir, yaşlı, yoksul bir adamdır. Kapı kapı gazete dağıtarak sürdürür yaşamını. Levon Amca bir öykü kahramanıdır, fakat gençlik yıllarımda tanıyıp sevdiğim mahallemizin kunduracısı Agop Amca'yı, Moda'da, Koço Lokantası'nın kapısında taze ceviz satan Garabet Efendi'yi simgeler. Bizim çok yakın aile dostlarımız vardı Ermenilerden. Yukarıda sözünü ettiğim arkadaş grubunun en eskilerinden biri olan Nurhan da Ermeni'dir, çok sevdiğim, 50 yıllık arkadaşımdır. Başka Ermeni arkadaşlarım da vardı. Ermeniler söz konusu olduğunda 'geçip giden yaşamdan hep hüzünlü yanların aklımıza gelmesi' çok doğaldır. Çok genç yaşlarımda Ermenilerin arasında adı konmamış bir 'suskunluk yasası'nın geçerli olduğunun farkına vardım. Örneğin birçoğu çifte ad kullanıyordu; bir arkadaşım evinde Varujan, bizim aramızda da Varol'du, sözgelimi, aynı sokakta oturduğumuz Fuat'ın da, Erol'un da Ermeni olduklarını biri Arjantin'e, öbürü ABD'ye göçtükten sonra öğrendim. Bir insanın adını saklama ihtiyacı duyması tek başına bir hüzün, bir acı hâli değil midir? Kökleri geçmişlerine uzanan bir korku yaşıyorlar, fakat bunu dile getirmekten çekiniyorlardı. Neler düşünürler, neler hissederlerdi, bilemezdik. Özellikle yaşlı Ermenilerin gözlerindeki hüzün, içlerinde hep bir şeyleri saklama, bastırma kaygısının yansıttığı tedirginlik çok belirgindi. Daha sonra öğrendim nedenlerini. Şimdi bu nedenleri bir 'sorun' olarak tartışıyoruz, ama ne yazık ki 'insan'ı unutarak, onun acılarını es geçerek. Bu da ayrı bir hüzün. Öykülerinizin adları başlarda hep isimler ve isimlere verilen sıfatlardan oluşuyor, neden? Eskiden adları bir sıfatla, bir lakapla anmak oldukça yaygındı. Örneğin, kabadayılarda Arap Nasri, Kürt İdris, futbolcularda FB'li 'Leyla' Basri Dirimlili, BJK'lı 'Baba' Hakkı Yeten, GS'lı 'Kral' Metin Oktay, stadyum amigosu 'Karıncaezmez Şevki gibi. Bu bende bir alışkanlık olsa gerek. Bir de dikkat ettim, öykülerin birkaçında, epeyce geçmiş zamana gidiyor. Örneğin Madam Katina'da 1958'tir zaman… Doğrudur. Biz toplum olarak hayatımızı dalgalanmaksızın, dingin, kesintisiz yaşayamadık. Yoğun iç göçler, başını alıp giden kentleşmeler, siyasal çatışmalar, askeri darbeler, terör… hayatlarımız her alanda altüst oldu. Oysa toplumların hayatları bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı uzunlu kısalı süreçlerden oluşur, her süreç bir sonraki süreci etkiler. Biz, sözünü ettiğim kopuşlar, kırılmalar nedeniyle bu doğallığı yaşayamadık. Belki de bu nedenle kimi zaman eski yıllara dönüp o yıllarda yaşananlarla günümüze ışık tutmaya çalışıyorum. Öykülerimde hep insan var, kahramanlarım hayatın içinde yer alan kişiler. Onların duygularını, doğrularını, yanlışlarını dile getiriyorum. Madam Katina, 1923/24 TürkRum nüfus mübadelesinin acılarını yaşamış, doğup büyüdüğü yurdundan sürülmüş bir kadın. Uzun yıllar sonra, 1958'de ilk kez Bursa'ya, gelin geldiği eve geri dönüyor. Bu durumda bir insan neler geçirir, neler duyumsar, bunları anlamaya çalıştım. TOPLUMSAL YARALAR Ve toplumsal yaralarımız yer alır bu kitaptaki öykülerinizde! Bakarız 67 Eylül olayları, bakarız Kürt sorunu… Tekrar olacak gene; tepkilisiniz? O altüst oluşları, kopmaları, kırılmaları yaşayan hiçbir toplumun bunlardan yara almadan çıkması olası değildir. Biz yaralandık, bugün de kanayan, acıyan çok büyük yaralar aldık. 67 eylül 1955, benim bir Türk olarak 52 yıldır hazmedemediğim, içime sindiremediğim bir olaydır. Düşünebiliyor musunuz, İstanbul'da hükümet tarafından kışkırtılan çapulcu kitleler kentin dört bir yanından merkeze, Rumların yoğun yaşadıkları semtlere yürüyorlar, mahalleleri, caddeleri, sokakları işgal edip ne kadar Rum evi, ne kadar Rum işyeri, ne kadar Ortodoks kilisesi varsa yağmalıyorlar, yakıp yıkıyorlar, sonra hızlarını alamayıp papazları sünnet etmeye kalkışıyorlar, bu arada Ermeniler de zarar görüyorlar ve bu toplu talan harekâtına güvenlik güçleri seyirci kalıyor. Bir yurttaş için bundan daha iğrenç, daha tiksindirici, daha utanç verici bir şey olabilir mi? Böyle bir şeyi aklı başında bir insan içine sindirebilir mi? 67 eylül 1955 olayları Yunanistan'a Rum göçünü başlatmış, İstanbul'un rengi solmuştur. Kürt sorunu ise başka bir burukluk, başka bir acı nedenidir. Kürtler de Türkler kadar bu toprakların insanıdır, sahibidir. Çok kültürlülük bir zenginlikken, yanlış politikalarla bir felakete dönüşmüştür ülkemizde. Bir toplumun 25 yılda 40 binin üzerinde insanını bu politikaların sonuçlarına bağlı olaylarda yitirmesi üstesinden kolay gelinebilecek bir durum değildir. Bu, bireylerde çeşitli ruhsal sarsıntılara, çöküşlere, paranoyalara neden oluyor. Olaylar KİTAP SAYI ? Erdem ÖZTOP S ayın Deniz Kavukçuoğlu, hemen şunu sorayım: Komik şeyler yazmak ister miydiniz? Ya da siz de öyküdeki yazar kahraman gibi hayat külliyen komiktir'e vardırır mısınız durumu? Doğrusunu söylemem gerekirse isterdim. Gülmece yazarlarına hep hayranlık duymuşumdur, başta da Aziz Nesin ustaya. Zor, ama çok zor bir işin üstesinden gelmişlerdir. Güldürürken öğretmek, fakat öğreticiliği öne çıkarmamak, okura belli etmemek kolay değildir. Özellikle siyasal gülmece insanın canını acıtır, canınız acır ama niçinini bilemezsiniz, o an bir gerçekle, yazarın hayattan alıp karşınıza koyduğu bir gerçekle yüzleştiğiniz andır. Hayatı külliyen komik görüp görmediğim konusunda hiç düşünmemişim, sorunuz üzerinde düşünmeye zorluyor beni. Ama ortada birtakım komikliklerin olduğu da bir gerçek; örneğin, dünyaya gelmeniz bile bakıldığında rastlantısal. Haz ürünü milyonlarca spermadan birisiniz başında, nasıl başarıyorsanız, milyonlarca rakibinizle girdiğiniz bir yarışta tümünü geride bırakıp annenizin yumurtalığına ilk varan siz oluyorsunuz. Tek bir kez yaşayacağınız ömrünüz böyle başlıyor. Ömrünüz ne kadar sürecek, neler yaşayacaksınız, başınıza neler gelecek, hiçbir şey bilmiyorsunuz. Sayısız bilinmezliklerden oluşan bir süreç; bana komik geliyor. Üstelik bu bilinmezlikler sürecini dayanılamaz, çekilemez, taşınamaz duruma getirmek için de elinizden geleni yapıyorsunuz. Bu çelişki insanı, dolayısıyla da hayatı komikleştiriyor. İlk aklıma gelenler bunlar. Deriz ya, tam Aziz Nesin'lik bir hikâye diye, siz de girişte vurgu yaptınız Aziz Nesin'e! Trajik bir ögedir muhakkak bahsedilen. Hayatlar gün geçtikçe trajik bir hal alıyor kanısına kapılıyorum öykülerinizde… Gerçekte de böyle olmuyor mu? Yaşa dığımız hayatlar gün geçtikçe trajik haller almıyorlar mı? Bir biçimde hayatın güzelliklerini öğreniyoruz, yaşamasak da neler olduğunu biliyoruz. Örneğin, doğa, bize inanılmaz güzellikler sunuyor, her birinin yeşili başka ağaçlar, her biri başka kokan çiçekler, birbirinden güzel kuşlar, dağlar, ırmaklar, hayvanlar… Çoğumuz ne o ağaçları, ne o çiçekleri, ne o kuşları tanıyoruz. Doğayı beton yapılar, çelik köprüler, dev trafolar sanan kuşaklar yetişiyor. Aşk, çok güzel bir duygu, fakat insanlar âşık olmaktan korkuyorlar, aşkın güzelliklerini tatmadan ölüyorlar. Ben İstanbul'da doğdum, İstanbul'da yaşıyorum. Bu kentle özdeşleşmiş bir insanım. Zaman zaman kentimi yeniden keşfe çıkarım, iyi bilmediğim semtlerine giderim, sokaklarında dolaşırım, bir kahvede oturup yeni insanlarla tanışır, söyleşirim. Her seferinde birçok güzellikler çıkar karşıma fakat çoğunluk farkında değildir bu güzelliklerin. Aslında o güzelliklerin içinde, ortasında yaşayanlar bile farkında değillerdir çoğu kez. Bırakın yeni semtleri, çıkın, Beyoğlu'nun arka sokaklarını dolaşın, İstiklal Caddesi'nin Galatasaray ile Tünel arasında kalan bölümünde yan sokaklara girin, her sokak, o sokaklardaki her yapı başlı başına bir tarihtir. Tarihi insanlar yapar, o insanları düşünün. Neler yaşamışlar, neler düşünmüşler, neleri özlemişlerdir, nasıl hayatlar yaşamışlardır? Bir süre sonra fark edersiniz ki, o hayatlara dair ilk aklınıza gelenler genellikle güzelliklerdir. Bakımlı kadınlar, şık erkekler, pastaneler, café chantant'lar, şarküteriler, tiyatrolar, kabareler vb. Ama aynı zamanda da mazbut, mütevazı, hatta yoksul, fakat erdemli hayatlar… Eski İstanbul diye bir gerçek vardır. Bu gerçeği kısa bile olsa bir süre yaşamışsanız o günleri özlememek elde değil. UMUT, GELECEKTEDİR Ve işte hal böyle olunca da kahramanlarınız da geçmişte arıyor ister istemez teselliyi! Eski anılar, eski dostluklar tekrar gün yüzüne çıkıyor… Mutluluklar geçmişte tazeleniyor yeniden. Özünde bir tepkinizden söz edebilir miyiz? Haklısınız, teselli bulabilmek için insan kimi zaman geçmişten medet umuyor. Bir örnek vereyim, bizim bir arkadaş grubumuz vardır, her ay bir araya geliriz. Moda'dan mahalle arkadaşlarıyızdır, 1950'lerin, 1960'ların Moda'sından. Bazı arkadaşlarımıza, 'Sen aramızda daha yenisin!' diye takılırız, 45 yıllık arkadaşımızdır oysa. Hü ? SAYFA 18 CUMHURİYET 924
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle