03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sözü Oktay Akbal’a bırakalım: “Kardeşimdir ‘Cumhuriyet’. Küçük kardeşim… Altı ay benden genç… Yaşam boyu her 29 Ekim günü yaşadığım bir duygu. Kimi zaman sevinç, çoğu zaman da bir düş kırıklığı. Nerden geldik, nereye vardık üzüntüsü!…” Gözler önünde Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı yaygınlaştırılıyor!.. Bu ters gidişi seyretmekle mi yetineceğiz? Bu gericilik çanlarını duymaya sürgit katlanacak mıyız?” Romanımızın değil yalnız, Cumhuriyetimizin de toprağı, suyu, soluğu Oktay Akbal. Topraksız, susuz, soluksuz kalmayın! M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Roman Zamanı O ktay Akbal’ın öyküleri, öykücülüğü üzerine yazdıklarım azımsanmayacak toplama ulaşmıştır… Yine de Oktay Akbal öykücülüğü üzerine yazı kaleme alabilirmişim gibi geliyor bana. Neden? Oktay Akbal’ı sevmek, aynı zamanda öyküyü sevmek demek de ondan! Öyküye yönelik tutkunun, öyküye gönül düşürmenin en öndeki adı o günümüzde. Öyle ya, öykücülüğümüzün yedi harikasından biri olarak almak olası onu. Dilimizden, öykücülüğümüzden ağzımızda kalan sütdişi o! Öte yandan Oktay Akbal’ın, bu yanıyla öykücülüğümüzde önemli köprü işlevi gördüğü de dile getirilebilir. Bugün adı sanı pek anılmasa da, döneminin önde gelen toplumcu eleştirmenlerinden sayabileceğimiz Fahir Onger’in (19201971) Oktay Akbal öykücülüğü üzerine getirdiği saptama, bu yönde beni bir kez daha uyarmış oldu: “Oktay Akbal’ın… öykücülüğüyle edebiyatımız sadece birbirinden güzel …öykü(ler) kazanmış olmadı, bu türün kimi ustaları öldükten, kimi ustaları da başka türlere geçtikten sonra, kurumaya yüz tutan öykücülüğümüz yeni kuşaklar gelişinceye kadar, onun ısrarlı çabasıyla ayakta kalmış oldu.” (Bak.: Oktay Akbal; İnsan Bir Ormandır, e, 1975, 156) Ama bu kez romanları üzerinde duracağım onun… Daha doğrusu bir “giriş” yazısı kaleme alacağım demeliyim. İleride buna eklemlenebilecek yeni yazılarla da çıkabilirim okur karşısına… Bir de şu var: onun romanları üzerine ilk kez yazıyorum. Onca zamandır istediğim halde uzanamamıştım bir türlü bunlara. Bu nedenle yazı, dileğimi de karşılıyor aynı zamanda. Can Yayınları’nca yayımlanan romanların adlarını anayım ilkin: Garipler Sokağı (Dokuzuncu Basım, 1998), Suçumuz İnsan Olmak (Onuncu Basım, 2004), İnsan Bir Ormandır (Alıntılar için bak.: e basımı), Düş Ekmeği (Üçüncü Basım, 2001), Batık Bir Gemi (1997). Bunca roman verimine karşın Oktay Akbal’ın yaygın anlamda yine de öykücü olarak tanınması doğal karşılanmalı. Yukarıda Fahir Onger’in çok yerinde saptamayla dile getirdiği görüş, bunun nedenini de açıklıyor bize. Ancak bu durum, romanlarına eğilmemizin, bu doğrultuda düşünce üretmemizin önünde engel değil yine de onun. ROMANDA ÖZYAŞAM, ANI... Oktay Akbal gerek anlattıkları, anlatma biçimiyle gerekse bunların somutlanışında yansıttığı yaklaşım yöntemiyle yazınımızda kendine özgü yeri Romanın toprağı, suyu, soluğu olan bir yazar bana göre. Ne ki öteden beri onun öyküleriyle romanlarındaki anlatıcıların örtüştüğü, ötesinde anlatıcılar kadar anlatıların da özyaşamöyküsel özellikler taşıdığı söyleniyor. Demeye getiriliyor ki, Oktay Akbal’ın anlatıcı kahramanı, aslında kendisidir. Böyle düşünenler Oktay Akbal’ın kaç öyküsünü, kaç romanını okumuştur bilmiyorum, ama okuduklarını savlayanlar böyle düşünüyorsa gerçekten, ya anlamlandırma zayıflığı gösteriyor ya da okumuş görünüp yalan söylüyorlar diyeceğim! Bu sorunsal üzerinde daha önce de durmuştum bir ölçüde. Yazarlar, verimlerinde kendi yaşam deneyimlerine yaslanır hep. Biricik temel kaynaktır bu, onlar için. Akşit Göktürk’ün “Her okur kendini okur” deyişi, yazarlar için “Her yazar kendini yazar” biçiminde dile getirilebilirmiş gibi geliyor bana. Yazarlar, eğer kendi deneyimlerinden kalkarak yola çıkmazsa verimleyiş sürecinde, başkalarının, daha doğrusu başka yazarların deneyimlerinden yararlanarak kaleme alacaktır ürünlerini. Bu da onları öykünmeciliğe götürmeyecek midir zorunlu olarak? Elbette yazar, yazarın mayasıdır, ama un kendisi olmalıdır yine de. O halde yazarın özyaşamsal birikimi, biriktirimi onun yazınsal etkinliğindeki en temel dayanak sayılmalı gözü kapalı. Yazarların yolculuklarının hep çocukluklarına, kentlerine doğru olduğu, bu yolculuğun hiç bitmediği, bitmeyeceği söylenmez mi hep? Bu, bütün sanat dallarının, türlerinin verimleyicileri için geçerli zaten. Yeter ki bu özyaşamöyküsel öğeler soyutlayım düzlemine alınıp dönüştürümden geçirilmiş olsun… Peki Oktay Akbal, özyaşamöyküsel öğeleri, herhangi soyutlayıma, dönüştürüme uğratmadan mı anlatılarına buyur ediyor, sonuçta “anı yazarı” konumu sergiliyor yoksa yerli yerinde kullanıp bir yazınsal kalıba mı döküyor bu gereçleri? Bunun tek sınama alanı var; öykülerin, romanların kendileri. Okunduğunda bu ürünlerin anı olmadığı, tam tersine öykü, roman olarak kendilerini gösterdiği açıkça görülüyor bana sorarsanız. Onun anı bağlamındaki aktarımlarının öykülerinde, romanlarında değil, ama yazılarını, denemelerini topladığı kitaplarında yer aldığını söylemek daha tutarlı olacaktır. Kimileyin düz değişmeceli anılarına öykülerinde romanlarında yer açtığı söylenebilir belki yazarın, ancak ne anlatıcının Oktay Akbal ne de anlatıların birebir yaşanmış anılar olduğu söylenebilir bu durumda da. İlginçtir, “anılar” ya da “geçmiş” konusuna, “birey”in, “ben”in sorunsalı boyutunda yaklaşan, gidip gelip inatla bunların üzerinde duran başka yazar var mı Oktay Akbal’ın dışında, bilemiyorum. Öyleyse o bize, öykülerin de romanların da toprağının, suyunun, soluğunun nerede bulunması gerektiğini gösteriyor diyebiliriz pekâlâ: bu yazarın yaşamıdır elbette, yaşamının ta özüdür hatta… Gelin Oktay Akbal’ın romanlarına bu doğrultuda bir giriş yapmaya çalışalım şimdi… ROMANDA ÖZÖYKÜSEL ANLATIM... Oktay Akbal’ın romanları, anlatımları bakımından iki öbekte toplanabilir: 1.Özöyküsel anlatıma dayalı romanlar, 2.Elöyküsel anlatıma dayalı romanlar. Buna göre İnsan Bir Ormandır, Düş Ekmeği, Batık Bir Gemi özöyküsel, Garipler Sokağı, Suçumuz İnsan Olmak elöyküsel anlatımla verimlenmiş yapıtlar… İnsan Bir Ormandır’da karısıyla kavga ettikten sonra iki çocuğuyla birlikte onları bırakıp giden, daha doğrusu böyle yaptığını düşünen bir gazetecinin akşamdan sabaha ulanan hesaplaşmasıyla karşılaşıyoruz denebilir. Yer yer iç dökmenin, anılardan kalkarak geçmiş günleri anımsamanın, duygulanımların, yer yer de iç çatışmasıyla sorgulayışların romanı denebilir yapıt için. Gerek anlatıcının gazeteci oluşu, gerek evden ayrı geçirdiği zaman içinde sürekli anılarıyla baş başa kalışı yukarıda dile getirdiğime benzer bir yakıştırmanın dayanağı olarak gösterilebilir hemence. Ne ki yazar, bu yolla romanlarındaki (ya da öykülerindeki, anlatılarındaki) gerçektenlik duygusunun yükselmesini sağlıyor aslında. Nitekim onun anlatıcılarına bakıldığında, bunların sınırlı sayıda meslek üyeleri arasında yer aldığı görülüyor. Gazeteci, yazar, şair, öğrenci, öğretmen, çevirmen vb. entelektüel ya da pek pek memur kişiler hep. Bunların, Akbal’ın kendi yaşam deneyimlerinden besleneceği açık elbette. Yazar, Düş Ekmeği’nde de, 6 Şubat20 Haziran 1940 tarihleri arasına serpilen on parça günlükten oluşmuş bir romanla çıkıyor kar ? SAYFA 26 CUMHURİYET KİTAP SAYI 924
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle