21 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Emre Kongar ile “Demokrasimizle Yüzleşmek” üzerine… Emre Kongar'ın son kitabı “Demokrasimizle Yüzleşmek” (Remzi Kitabevi) raflarda. Kongar bu kitabında belki de çok iyi bildiğimizi sandığımız bir kavramı, demokrasiyi, arka planında küreselleşme ile birlikte inceliyor; tüm açıları ve acılarıyla. Okuyoruz.. Küreselleşmenin en önemli sopası demokrasi diyor Kongar. Küreselleşme bağlamında Türkiye'de cemaatçilik ve mahalle baskısını ele alıyor. Hem iç, hem dış sorunlarımızın çözümünde tek ve biricik çare olarak demokrasimizin geliştirilmesini gördüğünü vurguluyor, “Onun için bu kitabı yazdım” diyor. Emre Kongar ile “Demokrasimizle Yüzleşmek”i konuştuk. ki bu damga çok partili düzene geçildikten sonra dintarım yapısına dayalı tarikatlar ve cemaatler lehine bozulmuştur. Yani çok partili düzen Türkiye'de demokrasinin yerleşmesine, gelişmesine değil, demokrasinin yozlaşmasına yol açmıştır. “DİNCİLERİN MORS ALFABESİ: TÜRBAN” “Galiba bir demokrasiyi kurmanın, işletmenin ve yaşatmanın en büyük engeli, erkek egemen dinci, feodal kültür…” değerlendirmesinde bulunuyorsunuz kitabınızda. Bundan hareketle türban olayına değinelim isterim. Türban uzun süre dincilerin biteviye tıklayan mors alfabesi gibi işledi diye düşünüyorum. Öyle ki ister normalleştirmek adına denilsin, ister sindirmek, kanıksatmak… Çok iyi bir benzetme kullandın; evet nasıl mors tıktıkları telsizcinin bütün yaşamına egemen olan bir yöntem ise türban olayı da o hale getirilerek, Türkiye'nin gündemine zorla sokuldu. Çünkü 70'lerden önce türban sorunu diye bir şey yok Türkiye'de. Bu Cumhuriyetin özellikle de tarikatçı cemaatçi dincilerin demokrasiyi istismar etmeleri sonunda gelişti ve ne yazık ki türban kendi başına ne dinin, ne hatta geleneğin bir ürünü. Dinin ve geleneğin ürünü olan şey belki başörtüsü. Hatta tek tanrılı dinler öncesi toplumsal yaşamın bir geleneği ve işte erkek egemenliğini, kadının ikinci vatandaşlığını simgeleyen bir olay. Bir de türbanın, türban olmaktan çoktan çıkması olayı var.. görüldü ki simgesel ama bir o kadar da aksesuvar özellikle de yeni nesil için. Çok doğru ama şöyle simgesel bir aksesuvar.. Türban tepesinde topuzuyla, boynu tamamen kaplaması ve özel biçimde takılmasıyla bambaşka bir simge. En yanlış tarafı da bunu takanların dindar diye sunulması çünkü o zaman takmayanlar dinsiz oluyor, böyle şey olmaz.. Türbanı takmak kâfi mi yani dinsiz olmamak için olabilir mi böyle bir şey? Türban tehlikeli, simgesel bir aksesuvar.. “TÜRBAN VE BÜYÜK TOPLUMSAL KABUL” “Demokrasimizle Yüzleşmek”in, “Laikliğin püf noktası ve türban sorunu” başlıklı bölümünde, Başbakanın “Devlet laik olabilir, birey laik olamaz” sözlerinden yola çıkarak şu anımsatma da bulunuyorsunuz: “Oysa tarih ve kuram ve dolayısıyla bilim, ‘Birey, hangi inançtan olursa olsun, laik de olabilir’ diyor.” Laikliği ayrı bir din gibi hatta daha da çarpıtarak rakip bir din gibi görme, sayma pozisyonundalar. Gayet tabii. Oysa laiklik devlet biçiminde bir ilke olsa da din devletini savundukları için laik devleti rakip ve düşman görüyorlar. Laik devletin düşmanlığını kurumlaştırmak için de birey laik olabilir devlet laik olamaz gibi bir safsataya sığınıyorlar. Kendi lehlerine istedikleri etkiyi ve tepkiyi yaratmayı, toplumu ustaca manipüle ederek başarıyorlar da yazık ki. Tabi ki. Bunun altında yatan neden de o. Türban olayının çıkışında da, türbanın dinciliğin simgesi ve siyasal simge olarak kullanılmasının altında da büyük bir toplumsal kabul vardır. Çünkü bu toplumsal kabul erkek egemen feodal dinci kültürün yansımasına dayanıyor. Çünkü Türkiye'de yalnızca erkekler değil, ne yazık ki anneler başta olmak kaydıyla kadınlar da bu erkek egemen kültürün taşıyıcıları. En büyük trajedi budur. Onun için ben ısrarla vurguluyorum ki kadın eşitliği, kadın özgürlüğü sağlanmaKİTAP SAYI ? Gamze AKDEMİR emokrasimizle Yüzleşmek'in anahtar sözcüklerinden söz ederek başlamak isterim söyleşimize: Elbette başta demokrasi olmak üzere, çok partili sistem, yağma, liderler oligarşisi, yozlaşma ve dinci oligarşi … Evet tüm bu kavramların gelişimi, izlediği yol kitabın ana eksenini oluşturuyor. Türkiye'de bugün demokrasi diye dayatılan rejim önce yağmayla sonra liderler oligarşisiyle sakatlanmış ve hızla dinci oligarşiye doğru kayan bir tür çok partili düzendir. Hiç de iyi işlemeyen bir, çok partili sistem tabii. Bu, demokrasi diye dayatılan çok partili sistemin en sakat noktası nedir? Bir kere liderler oligarşisi, yağma ve dincilik eksenlerinde Türkiye'ye bir diktatörlük dayatılıyor aslında. Bütün politikacılar yağmacı, seçmenler de onlara bu konuda destek veriyor. Politikacılar da liderler oligarşisinden yana; ya kendileri lider olunca bunu sürdürüyorlar ya da katkıda bulunuyorlar. Ve hepsi bu sakatlıkların, yanlışların yol açtığı bir çoğunluk baskısı akımına kapılmış sürükleniyorlar muhalefet de dahil. Muhalefet de çünkü yağmacılık ve liderler oligarşisinden dolayı demokratik işlevini yapamıyor. Yani Türkiye'de demokrasinin tıkanmasının altında yatan en önemli öğe iktidarların yanlış uygulamaları, özellikle Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'te çok büyük bir atılım olan çok partili rejim başladıktan sonra iktidara gelen Demokrat Parti'nin, sivil politikacıların demokrasiyi yozlaştırması ve demokrasiyi geliştireceklerine onu sınırlaması, kısıtlaması ve sonunda bir askeri darbeye yol açmaları. Ama esas o görüşü yani çoğunluk diktatörlüğü, dincilik ve yağmacılık anlayışını liderler Oligarşisi'yle pekiştirip bugünlere taşıyan sağcı iktidarların karşısında solcu muhalefetin de yağmacılık ve liderler oligarşisinden dolayı işlevini yapamaması. Bugünkü rejimin, bugünkü sistemin tıkanSAYFA 20 ‘D ‘Halkımız demokrasi ile yüzleşmiyor...’ masının ana sorumluluğu iktidarıyla, muhalefetiyle politikacılardır. “TÜRKİYE'NİN MAYASI” Türkiye'nin mayasında iki belirleyici var diyorsunuz kitabınızda ve mayadaki bu iki öğenin birbiriyle uyumlu değil çelişik olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu çelişki neden tasfiye edilemedi?.. Mayanın birinci ayağı Osmanlı toplumunda yatıyor. Osmanlı toplumu deyince tabii bizde eğitim de yanlış olduğu için herkes padişahları falan hatırlıyor; halbuki Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli özelliği bir dintarım imparatorluğu olması. Yani halkın kul olması; kaldı ki düzen de ona dayalı. Dintarım imparatorluklarında halk kuldur, yöneticiler de Tanrının temsilcisidir ve toprağın da sahibidir. Osmanlı bu aşamasını endüstrileşmeyle düzeltememiş, o yüzden çökmüş, işgal edilmiş, bitmiş. Mustafa Kemal ile Anadolu halkı ülkeyi işgal eden düşmana karşı savaşıp bağımsızlıklarını kazanınca Mustafa Kemal muzaffer komutan olmanın etkisi ve yetkisiyle Cumhuriyeti ilan ediyor. Ediyor ama aslında diğer komutanlar buna katılmıyor, onların hepsi Halifeci ve bu açıdan çok yalnız Mustafa Kemal. Siz fabrika kuramamış, eğitimini hiçbir şekilde dinci eğitimden, medreseden bağımsızlaştıramamış, düşüncesini dincilikten kurtaramamış, kullardan oluşan, vatandaş bilinci asla gelişmemiş bir toplumda, kurduğunuz yeni devletin adına Cumhuriyet derseniz bu ancak kâğıt üstünde kalıyor. Nitekim Atatürk de bunu biliyor. Atatürk devrimleri dediğimiz eğitimin birleştirilmesi, saltanatın kaldırılması, hilafetin kaldırılması, kadın haklarının kabul edilmesi, yazı devrimi, harf devrimi, kıyafet devrimi hep bu kullardan oluşan bir toplumu vatandaş haline getirmek için bunun asıl mekanizması olan ekonomik gelişme ve endüstrileşme olmadan alınan tedbirler. Altı ok.. Altı ok meselesini de bu noktada değerlendirir misiniz? Bir kere altı ok böyle evrensel bir şey değil, altı ok 1920'lerin 30'ların Anadolu'sunda endüstrileşememiş bir dintarım toplumunu çağdaş bir toplum haline getirmenin kısa yol reçetesidir. Atatürk'ün bir tane ilkesi vardır o da bilimin yol göstericiliğidir. Bilimin yol göstericiliği 20'lerin 30'ların Anadolu'sunda bu birinci maya dediğimiz Osmanlı yapısını, kulluk yapısını vatandaşlığa, çağdaş yapıya dönüştürmek için yaptığı devrimler. Şimdi ikinci maya yani Atatürk devrimleri, Osmanlı mayasının üstüne çalınıyor. İki durum yani Osmanlının kullardan oluşan ümmet toplumu ile Atatürk devrimlerinin oluşturmaya çalıştığı vatandaşlardan oluşan ulus devlet toplumu iki maya. Ama birisi 600 yıldan gelen ve geleneği temsil eden ve geliştirilmesi son derece zor bir maya. Çünkü o mayayı değiştirecek olan fabrika ve endüstrileşme ve onun toplumsal sonuçları yok. Buna karşı Atatürk devrimleriyle getirilmek istenen yeni yapı ise sadece 22 yıl uygulanabilmiş Türkiye'de, 192345 arası. 45'ten sonra Soğuk Savaş başlıyor ve ondan itibaren Türkiye, Batı dünyasına katılarak Amerika'nın güdümüne girince çok partili demokraside bütün Atatürk devrimlerinden geri dönülmeye başlamış. İşte Osmanlının kullara dayalı cemaat, din toplumundan Cumhuriyetin vatandaşlara dayalı ulus devlet toplumuna geçiş arasındaki Atatürk devrimleriyle Osmanlı geleneği çatışması Cumhuriyetin bütün tarihine damgasını vurmuştur ve ne yazık ? CUMHURİYET 924
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle