02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İslamı, peygamber dönemiyle sınırlı görenlerin katılığı, moderniteden kaçmanın tükeniş olduğunu bilmeyenlerin aymazlığı, Batı özentisini modernite sananların yanlışı İslam ülkelerinin de gerilemesine yol açıyor. Hem Batı’yı, hem İslamı iyi bilen; İslam’ın özüne zarar vermeden çağdaş uygarlığa taşıyan düşünürlere, siyasetçilere, sanatçılara gereksinim duyulduğunu anımsamak gerekir. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler S ağlık dilinin geniş bir alanı kapsadığını anlattığım yazıma girişirken “Din Dili”nin dokunulmazlığını düşündüren şu sözlere yer ver miştim: “Kuran’ın dili 1500 yıl önceki Arapçadır. Sözcüklerin kazandığı, yitirdiği anlam yüklerini yeterince bilmiyoruz.” Eskil Arapçadan günümüze doğru Arapçanın geçirdiği evreler; Arabistan yarımadası, Yakındoğu, ile Kuzey Afrika’daki Arap devletlerinin kullandığı Arapçalar birbirine benzemeyen değişimlere uğrar, başka coğrafyalardaki Araplar birbirini anlıyor görünse de, dilin ayrıntılarındaki değişimler bir başka dil özelliği gösterebilir. Kuran’daki değişmeceli sözlerin anlam derinliğine bakılarak, “Kuran bir başka dile çevrilemez, ancak anlamı, yorumlanabilir” gibi bir görüş yaygınlık kazanmıştır. O zaman Arapçadan Arapçaya, Kuran’ın dil içi çevirisi de olanaksızdır. Nasıl “Tarihsel Türkçe Sözlük”, ortaya çıkışından günümüze doğru sözcüklerin geçirdiği yapısal, anlamsal değişimleri gösterecekse; “Tarihsel Arapça Sözlük”de sözcüklerin geçirdiği serüveni öğretebilir. Gene de 1500 yıl önceki Arapçayla yazılmış Kuran’daki sözcüklerin değişen anlam yüklerini öğrenmenin kolay olmadığını sanıyorum. Mehmet Akif gibi sözcüklerin gizlerini bilen bir usta ozan, Hilvan’da, çölün sonsuzluğunda Kuran’ı Türkçeye çevirirken kim bilir ne gibi duraksamalar geçirmişti! 1936’da ölmek ister gibi yurduna döndüğü zaman, Kuran çevirisini Ekmelettin İhsanoğlu’nun babası Yozgatlı İhsan Hoca’ya vermiş. “Ben ölürsem bu kitabı yak” demişti. Kuran’daki çözemediği, anlayamadığı gizlerin sakıncalı olduğunu mu sanıyordu? Kim bilir değişen hangi anlam yükleri nedeniyle kimi ayetlerin gizlerine varamamıştı! Oysa Kuran insanlığın kurtuluşu için inen bir Tanrı buyruğuydu. Mehmet Akif “Safahat”a şu dizeden bakmamızı ister gibidir: “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı!” İslam’ı çağcıl bir yorumla değerlendiremezsek bizi kurtaracak bir güç olduğunu anlamamız kolay olmaz. “İÇTİHATLAR”DAN “TASAVVUF”a Daha Peygamber’in sağlığında “İçtihatlar” çıktı. “Salt Gerçek”e ulaşmak için başka yollar da vardır. Tasavvufa göre “Salt Gerçek” Tanrı’dır. Değişik anlayışlar İslamı benimsemeyi kolaylaştırmış olabilir. Dolayısıyla yaşamayı yorumlamak, yaşamaya uyum sağlamak İslama inanmaktan geçer. Ne var ki günümüze doğru dinsel inançları sarsan değişimler iç erincini bozarak insanları mutsuzluğa itti. Şerif Mardin’i yorumlayarak topluma bakan Emre Kongar diyor ki: “Mardin, değişen ve çağdaşlaşan toplumlarda, dinin kaçınılmaz bir biçimde, bireyin toplumla bütünleşen sorunlarını çözen en önemli mekanizma olarak işlevini sürdürdüğü ve sürdürmesi gerektiği kanısındadır.” Emre Kongar, Şerif Mardin’in “Bediüzzaman Saidi Nursi Olayı/Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim” adındaki kitabında bu görüşün şöyle İslam ve Modernite Gönül PULTAR açıklandığını anlatır: “Cumhuriyet’in, birey ve toplum arasında, İslam dini aracılığıyla kurulmuş olan bağları yok ettiğini ve bu nedenle, bireylerin devletle bağlarının koptuğunu düşünür ve İslam dinin(in) Saidi Nursi’ nin (18761960) Nurculuk(u) aracılığıyla bu bağları yeniden kurduğunu öne sürer.” Yeni bir toplum oluştururken yasal düzenlemeler getirmek yeterli olmuyor. Yasalar ya uygulanmıyor, ya da uygulanmaması gereken yasalar baskı oluşturmaya yarıyor. Daha önemlisi yasalardan sıyrılma kolaylığı insanların işine geliyor. Kimselerin kendine saygılı olmaya aldırdığı yok. Peki, Tanrı buyruğuna içten inanıp İslam kurallarını tam olarak yerine getiren var mı? Bırakalım laik olmayı, değişik mezheplerden gelen tarikat anlayışları uyumlu bir denge içinde midir? “Takıyye” ile başkalarını kandırmak kolay. İnsanın kendine saygısı kalıyor mu? Günümüzde “Mahalle Baskısı” anlayışıyla yeniden gündeme gelen Şerif Mardin’in “antiKemalist ve Saidi Nursi’ye bir methiye olarak da yorumlanabiliyor olması, Mardin’i Türk akademik çevrelerinde tartışmalı bir isim haline getirmiştir” (İSLAM ve MODERNİTE, Giriş, Gönül Pultar, Remzi Kitabevi, 2007), Mehmet Akif’in ünlü dörtlüsünü anımsayarak konuya girmek gerekecek: “Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile. Âlem aldatmaksa maksat aldanan yok; nafile! Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir, Müslümanlık bilmem amma galiba göklerdedir.” ÖNYARGILI YAKLAŞIM New York’taki İkiz Kulelere 11 Eylül 2001’de yapılan saldırıdan sonra İslam karşıtı eylemler alevlenmişti. Bilkent Üniversitesi’nde “edebiyat, toplum, kültür seminerleri eşgüdümüyle görevlendirilen” Gönül Pultar, 20032004 öğretim yılı içinde “İslam ve Modernite” üzerine bir dizi konuşma düzenlemişti. Günümüzde İslam anlayışıyla ilgili tartışmaların yoğunlaşması üzerine “bir durum değerlendirilmesi” olarak bu konuyu bir kitapta toplamak, geniş okur topluluklarının anlayışına sunmak yararlı olmuştur. Önce “Giriş” bölümünde Gönül Pultar’ın anımsattığı bir durumu belirtelim: “Kabaca özetlenirse, özellikle Hıristiyan kalemlerin elinden çıkan metinlerde, genel hatlarıyla, İslam ile modernitenin bağdaşmadığını, İslamın moderniteye cevaz vermediğini, hatta doğası itibariyle moderniteyi (ve onun kendisiyle birlikte getirebileceği her türlü öğeyi ve gelişmeyi) engellediğini öne süren, İslama karşı açıkça olumsuz bir tavır sergileniyor.” Bu önyargılı görüşleri benimsemek olanağı var mı? İslam ile modernitenin değişik boyutları nelerdir? “İslam âleminin, insanlık tarihinde insanlığın evriminde gerekli temel kademelerden biri olduğu öne sürülen moderniteden yoksun kalmış olduğu imasını beraberinde getirdiğinden, düpedüz küçültücü, hakaretamiz bir veche taşıyor görünüyor.” Bilkent Üniversitesi’nde yapılan söyleşiler dört bölümde ele alınmış, konular ayrıntılarıyla ortaya konmuştur. Ana başlıklar “Modernleşme Sorunsalı”, “Tarihsel Çerçeve”, “Batı ve Doğu Karşısında Modernite ile İslam”, “İlerleme mi, Değişme mi?” olarak gösteriliyor. Moderniteyi anlamadan sorunu çözmek olanağı yoktur. MODERNİTE Modernitenin “yenilik”, “ilerilik” anlamına gelen sözcük karşılığı bu kavramı anlatmaya yetmez. Dinde yenilikler yapılması anlayışını karşılaması için, çağcıl anlayışla, değişen dünyayı iyi bilmek gerekir. Ahmet Yaşar Ocak diyor ki: “İslam toplumları bugünkü dünyada, bir ayaklarıyla XXI. yüzyıla basmış iken, bir ayaklarıyla da, toplumsal yapı açısından olduğu kadar bilimsel, teknolojik, düşünsel ve kültürel düzey olarak da, büyük çoğunluğuyla henüz orta çağlarda dolaşmaktadır” (İslami Bilimler ve Modernleşme Sorunu). Dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan, geniş bir coğrafyaya dağılan İslam topluluklarının siyasal, ekonomik, kültürel bilinci var mıdır? Küreselleşme akımı karşısında çıkarlarını koruyabilecek midir? Batı, XVIII. yüzyıldan başlayarak, özellikle XIX. yüzyılda büyük bir gelişme göstermiş, İslam dünyası bu gelişmeye ayak uyduramamıştır. Hele sanayi devriminin dünyayı değiştiren atılımı karşısında İslam topluluklarının düştüğü durum nedir? Ahmet Yaşar Ocak bu durumu şöyle açıklıyor: “Kısacası, günümüz Müslümanları, gelişmiş Batı’nın zaman zaman küçümseyerek baktığı, istediği zaman şekil vermeye teşebbüs ettiği, ekonomik ve toplumsal gelişmesini tam olarak gerçekleştirememiş, yığınla sorun içinde bocalamaktan yorulmuş, perişan bir dünya görüntüsü sergiliyor.” Tasavvuf anlayışına sığınmak, gizemci bir güçten yarar ummak İslamı kurtarabilir mi? Anamalcı, anlayışın tüketim çılgınlığına karşı bir “yetinme felsefesi” olarak da yorumlanan “tasavvuf”, çağdaş anlayış içinde ele alınmazsa, değişen toplumun koşullarıyla bağdaşabilir mi? Yaşamayı, insanın kendini iyileştirme süreci olarak değerlendirilen tasavvufu, moderniteyle uyum sağlamanın akılcı yollarını aramak diye yorumlayamaz mıyız? Mehmet Akif’in, “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” dizesini bir kez daha bu anlamda anımsamak gerekir. İslamı, peygamber dönemiyle sınırlı görenlerin katılığı, moderniteden kaçmanın tükeniş olduğunu bilmeyenlerin aymazlığı, Batı özentisini modernite sananların yanlışı İslam ülkelerinin de gerilemesine yol açıyor. Hem Batı’yı, hem İslamı iyi bilen; İslam’ın özüne zarar vermeden çağdaş uygarlığa taşıyan düşünürlere, siyasetçilere, sanatçılara gereksinim duyulduğunu anımsamak gerekir. Necdet Subaşı Türkiye örneğini ele alarak İslam modernitesini açıklama yoluna gidiyor: “Türkiye, modernleştirme sürecine gönüllü olarak katılan Müslüman ulusların başında gelir. Ancak, Türkiye’nin Batılılaşma üzerinden modernleşme arzusu, kendi dışında oluşan bir baskının ürünü değildir (Lewis 1984, Berkes 1988). Aslında Türk modernleşmesinin ortaya çıkardığı serüven, pek çok etkenden, arzu ve niyetten beslenir. Türk modernleşmesi, toplumsalın bütün hücrelerini dönüştürme konusunda kararlı olmuştur. Gerçekten de devlet, uyguladığı stratejilerle toplumun modernleşmesine ilişkin önemli adımlar atmıştır” (Müslüman Modernleşmesi ve Türkiye Örneği.) Bir din toplumbilimcisi olan Necdet Subaşı’nın Lewis’e, Berkes’e dayandırarak ileri sürdüğü görüşlerle; Şerif Mardin’in birey toplum, toplum devlet ilişkilerindeki çözülmeyi öne sürdüğü anlayış arasındaki çelişkide, modernitenin suçlanması da tartışmaya açıktır. Gönül Pultar’ın özenle derlediği “İSLAM ve MODERNİTE” üzerine söylenecekler daha bitmedi. Konunun başka boyutları da var. Konuyu tarihsel çerçevede ele alırken İslamın Batı ile Doğu karşısındaki durumu, geçireceği değişimle nasıl bir ilerleme göstereceği ayrıca incelenebilir. Bu görüşleri de bir başka yazıda ele almak gerekiyor. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 SAYFA 36 CUMHURİYET KİTAP SAYI 922
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle