02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? diren bir değişme oluyor. O olaydan bu yana kaç yıl geçti? 1971'in ağustos aylarında mıydı, Dicle kıyısında debelenişi? Üç aya kalmadı, terhis. Ondan sonra, direksiyonun başına oturduğu bir motorluyu dellendirmeye çalıştı durdu. Şimdi, kendi arabasının direksiyonuna geçince bunu biraz başarıyor da. Ama, yüzünün, duruşunun heyheylenmesini, böyle bir değişime uğramasını bir türlü engelleyemiyor. Elinde değil.” (S. 7) 4 Bayram, yol boyu özellikle de sınırdan içeriye girdikten sonra, Ballıhisar'a kadar Mercedes ile, Balkız'ıyla, yolculukta sürekli bir korku ve tedirginlik içindedir. Mercedes tozlanır mı, çizilir mi, yaralanır, incinir mi diye. İlk çizikle birlikte Bayram da mahvolur. Mahvolmaya başlar ve ikinci, üçüncü, onuncu derken Ballıhisar yakınında devrilmekle birlikte bütün düşler, bütün umutlar, beklentiler, yapay kimlik ve kişilik, varsa Bayram diye bir varlık da sona erecektir. İlk çizikteki şok: ‘Uyyy!’ Bayram, başını omuzlarının içine çekti, soluğunu tuttu. Olduğu yere çakılıp kaldı. Romani Export'un sürücüsü, motoru beş dakika homurdattıktan sonra kamyonu harekete geçirmişti. Mercedes'in çamurluğuna ha sürttü, ha sürtecek. Sürttü!.. İşte sürttü!.. ‘Allah kahretsin! Allah kahretsin!.. Bittim!.. Mahvoldum!..’ Yasa durmuş Urfa kadını gibi çırpınıyor. Kamyon sürücüsü, onun bu çırpınmasını görmüyor bile. Manevrasını tam edip yola çıkıyor.” (S. 30) Yol boyu Balkız'ın hırpalanmaları, incinmeleri birbirini izliyor. Bayram sonunda bunlarla başa çıkamayacağını anlıyor ve ancak menzile varınca, hepsini elden geldiğince gidermeyi kuruyor kafasında. “Arabadan inmiş, karşısına geçmiş, yine Balkız'ına bakıyor. Sabahın ilk saatlerinde olduğu gibi, öğleye doğru olduğu gibi tutkulu değil ama. Bu tutkudan epeyce eksilmiş, Mercedes'e bakıyor. Yollarda, onun yıldızını çalanla, arkasını göçürtenle, stop camını çatlatanla, kapısını çizen Ayfer'le de kavga etmiyor pek. Bu arabanın bir cuma, bir pazartesi arabası olup olmadığında da değil aklı. Yeni asfalt dökülen yolda, tekerlerin beyaz yanaklarına sıçramış birkaç katran lekesi de şöylece dokunup geçiyor gözlerine: Boş ver. Ballıhisar ayrımına dek batsın çıksın. Elimi sürmem. Didin didin, hep o. Bir senin didinmenle oluyor sanki. Dünyada elimi sürmem artık. Artık, anca köye yaklaşırken. Benzinini doldurtur, parlatırım. İşte bu.” (S. 189) GÜMRÜKTEN GEÇİŞ... Gün boyu, yol boyu tutkuyla korumaya çalışmıştır en ufak bir toz kondurmamak için. Bu onun kimliksizliğini içgüdüyle ve duygusal olarak, Balkız ile örtmek çabasından başka bir şey değildir. Onun bal rengi görüp, Balkız dediği, başkaları için örneğin sidik rengi, bok rengi bir şeydir. Burada, Bayram'ın abartısına, böbürlenmesine karşı elkızının, eloğlunun küçümsemesi ve kıskanması ekseni kurulur. Elbette bunda asıl etken, Bayram'ın araba içinde seyrederken sergilediği eğreti, beceriksiz, acemi tavrıdır. Memlekette kalanlar, Bayram gibilere, Alamancılara burun kıvırarak ders verirler: “Bak da öğren. Altına zerdali çürüğü bir araba SAYFA 26 çektin diye, aklın her şeye erer sanma. Arabayla iyi vatandaş olunsa, hey oğlum!..” (S. 30) Göç sürecinin ilk evresinde, memlekette henüz tüketim sınırlı ve engelliyken, en basit plastik eşyadan elektrikli aygıtlara ve alta çekilen arabaya dek, izin mevsiminde Avrupa'dan Anadolu'ya benzersiz bir mal taşımacılığı ve bununla sergilenen gösterişsel kimlik örtüsü, Adalet Ağaoğlu'nun bu romanda ayrıntılarıyla yansıttığı gümrükten geçiş bölümlerinde doruğuna varır. Hem gelen göçmenlerin hem de geride kalmışlığın çekemezliğine batmış gümrük memurlarının karşıt kutupları oluşturan ve uyuşmaz tavırlarında ortaya konulurken, aynı zamanda bütün ülkenin ekonomik ve toplumsal konumu, giderek düzeni de orada yansımaktadır. Ufak bir duruş ayrıntısı, bütün çelişki toz, pislik, “kendine güveninin sıfıra indiğinin” (s. 35) imidir. Bir de sınırdan girer girmez, bütün memleketin karşısına geçip Mercedes'ini, dolayısıyla Bayram'ı hayran hayran, imrenerek ve överek seyretmesi, içinde büyüyen, hamhayal beklenti. “Bir kimse de elini Bayram'ın omzuna koyup, ‘Senin mi bu kardeş?’ diye sormadı.” (S. 35) 5 “Fikrimin ince gülü”, Kezban değildir. Kezban, hep bir yan ilgidir onun için. Yan ilgidir, çünkü Kezban karşısında kimlik ve benlik kazanmasının koşulu olarak başından beri bir arabanın içinde oturup, onun önüne sürmeyi ve onu bu yüzden kendine hayran edip, yanına oturtmayı düşlemiştir. Arabalıyla Yalova'ya geçerken, Mercedes'in direksiyonuna odaklı değildir, usuna Kez göçle gerçekleşmiş, Balkız'dır. Balkız, her şeyin yerine geçer, her şeye, en başta kendi kimliğine, özgüvene onunla erişeceği sanısı ve sanrısı ile gerçek dışı bir dünyada süzülür. Romanın önemli izleklerinden biri, Kezban mı, Almanya mı ikilemi de zaten Kezban'ı yitirmekle sonuçlanacaktır. (Bak. s. 133) Kezban ile hiçbir zaman beceremediği söyleşiyi Mercedes'i Balkız ile rahatlıkla gerçekleştirir. “Sanki geçecekler!.. Kendi halime bırakırsanız hızlı sürmem. Lakin, geçmeye kalkarsanız, bak ona razı değiliz. Elbette mi Balkız? Benzinimiz de iyice azaldı be. Dayan ha, dayan kızım. Edirne çarşısına dek idare edersen, yok mu ya? Kamyona dikkat! Geçmeye kalkıyor öndekini bir de. Nerden geçecek ki salak?..” (S. 43) ROMANIN BAŞKİŞİSİ Adalet Ağaoğlu, tasarımda Bayram'ın Balkız'ı Mercedes'i romanın başkişisi yaparken, bunu ancak Bayram'ın arabayı kendisi için önemli ve yaşamsal her şeyle özdeşleştirmesiyle sağlam bir temel üzerinde kurar. Bunun için de, Ballıhisarlı Bayram'ın, çocukken ellili yıllarda Demokrat Parti'nin azgınlık yıllarında (ki bugünkü Türkiye'yi oluşturan sürecin başlangıcı sayılabilir) orada bir siyasetçinin ziyaretinde aval aval seyretmesinden sonra bu fikrin çekiminde, hep arabaya ilişkin bir yol izlemesi gereklidir. “Sivrihisar'da araba lastiği yamama, oto tamir çıraklığı, Polatlı'da minibüsçülük, Temelli'nin oralarda ikiüç aylık benzin pompacılığı, ikiüç aylık da dolmuş sürücülüğü başkentte. Başkentte, Temizel Oto Tamir'de, Rıfat Usta'nın yanında, dağınık ikiüç yıl. Birazı askere gitmeden önce. Birazı askerden döndükten sonra…” (S. 46) Nasıl ki, yazar, bu kendi yerine koymanın, benlik ve bilinci silip yok etmesini anlatarak, okuru, daha kapsamlı ve evrensel bir tasarımın, tüketim kültürsüzlüğüyle insan ilişkilerine dayalı yaşanagelmiş bir kültürün silinmesine vardırıyorsa, Bayram'ın bilinçsizliğinin ve kimliksizliğinin sürekli olarak yansıtıldığı toplumsal olayların ve ilişkilerin de amacı, anlatılan zamanın gerçekçi bir betiminin ötesinde, yine bütünsel ve evrensel bir çerçevede uluslararası egemen güçlerin, ulusal işbirlikçileriyle birlikte, bireyi ve toplumu Bayram'laştırıp, yani kul ve köle edip, kullanması ve egemenlik kurması tasarımını oluşturuyor. Bir yandan siyasi davranışlar, öte yandan içgüdüsel yönlenmeler, kısaca toplumsal ve psikolojik işlemeler yoluyla. (Bayram'ın, özdeşleşmeden de öteye, Balkız'ı kendinden değerli saymasına örnek olarak bakınız s. 171, 233 vb.) 6 Adalet Ağaoğlu, Bayram'ı onun Balkız'ı Mercedes ile çok boyutlu ya da çok katmanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta görünen en üst katman, özellikle sınırdan girmesinden sonra, Ballıhisar'a hedeflenen yolculuktur. Ama bu görünen katman bile, öyle sıradan ve tek boyut değildir. Bu yolculuk aynı zamanda 1974 modeli Mercedes ile o dönemin Türkiyesi’nde, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel bir harita çıkarır. Eğlence ve iletişim açısından kaset dönemidir. Zaten, yol boyu arabanın kasetliğinde çalan “Fikrimin İnce Gülü” de yalnızca Balkız ile Kezban arasında bilinç ve güdü gitgelleriKİTAP SAYI Edebiyata iki koldan yansıyan göç olgusunun insan üzerindeki dönüştürücü etkisini ilk kez Adalet Ağaoğlu, “Fikrimin İnce Gülü” romanıyla bir köşetaşı olarak ortaya koydu. Bu roman, ilk yayımlanışının üzerinden otuz yılı aşkın bir zaman geçmesine karşın, ya da işte tam bu yüzden, edebiyatımızda gerçekten klasik bir köşetaşı olma konumunu ve değerini kanıtladı. ve karşıtlığı ifade ediverir: “Müdür, mavi vinileks kaplı sandalyesine yaslanıyor. Kısa kollu, çatkılı bir gömlek, midesinin üstünde iyice gerginleşiyor. Düğmeleri çat diye koparacak denli gerginleşiyor. Sol eli, bu gergin, çatkılı gömlek üstünde hızla geziniyor: Sabır, sabır… Gömlek verirler, dar gelir. Saat getirirler, ileri gider…” (S. 25) Yalın ve işlevsel betimlemeye güzel bir örnek. Romanda bu bağlamda işlevsel olmayan, rasgele bir betimlemeye rastlanmaz. Bayram yol boyu durup durup arabayı silmek, yıkamak, hep fabrikadan çıktığınca kız gibi Ballıhisar'a ulaşmak sevdasındadır. Ama çizikler, göçükler, ban da düşebilir, ama tez kayar Kezban'dan asıl izleğe, kimlik ya da kimliksizlik izleğine: “Şimdi tuzumuz kuru artık tabii; altımız tekerlekli ya, Kezban'a sevdamız alev alıyor. Eskisinden çok kafamıza düşüp duruyor Kezban'ımız. Yanlış mı etmişim? Ne demek? Bir araba hem istikbal, hem şan ve şeref. Şansız şerefsiz düğün mü olurmuş? Olanları gördük. Köylü benimle eğlenirdi. Kim ki beni adam yerine koymadı, şimdi kendi çulsuzlukları yanlarına kâr. Benimle eğlenmeleri yanlarına kâr. ‘İncegül Bayram…’, ‘Deloğlan…’, ‘Ayranı yok içmeye…’ öyle mi? Görün artık. Bozum olacaksınız, bozum!” (S. 125) Altındaki dört teker, işte Almanya'ya ? CUMHURİYET 922
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle