02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O K U R L A R A Kabalcı Yayınevi Yunan ve Latin klasiklerini yayımlamayığ sürdürüyor. 'Humanistas' genel başlığını taşıyan dizi Kabalcı Yayınevi'nin yayın yönetmeni Mustafa Küpüşoğlu'nun önayak olmasıyla başladı. Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken'in yönettiği dizinin temel özelliği çevirilerin yapıtların doğrudan kendi dillerinden yapılıyor olması. Dürüşken bu konuya çok önem veriyor ve bu konuda çok ilginç düşünceler ileri sürüyor. Dürüşken'le söyleşiyi A. Şebnem Birkan gerçekleştirdi. Yapı Kredi Yayınları, Delta Dizisinde Nâzım Hikmet'in “Bütün Şiirleri”ni tek kitapta topladı. Necmi Selamet Nâzım'ın toplu şiirlerine farklı bir açıdan yaklaşıyor. Yapı Kredi Yayınları Oktay Rifat'ın 'Bütün Şiirleri'ni iki cilt halinde yayımladı. Rifat'ın Latin Ozanlarından yaptığı çevirileri de içeren Bütün Şiirler Cevat Çapan'ın kitabın başında yer alan Oktay Rifat ve şiiri üzerine yazısıyla da ayrı bir değer kazanıyor. Rifat'ın şiirlerinden yapılan bir şeçme de Amerika'da yayımlandı. Bu kitapta da Cevat Çapan'ın bir 'Önsöz'ü var. Her iki kitabın çıkışını bahane ederek Çapan'ın Türkçe baskıya yazdığı yazıyı sunuyoruz. Adalet Ağaoğlu göç olgusunun insan üzerindeki dönüştürücü etkisini ilk kez “Fikrimin İnce Gülü” romanıyla ortaya koydu. Bu romanın ilk yayımlanışının üzerinden otuz yıl geçti ve yapıt, edebiyatımızda gerçekten klasik bir köşetaşı olma konumunu ve değerini kanıtladı. Yüksel Pazarkaya göç olgusunu öne alarak değerlendiriyor romanı. TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] Ü çbeş bin okurum var benim, sayılarını tam olarak kimse bilemez. Gelgelelim, on binlerin tanıdığı biriyim sanırım: Ekrandan, gazete sayfalarından. Adım yüzer ortalıkta, yüzüm dolaşır, tanışmadığım insanlarla selamlaşır, gözlerinden beni 'çıkardıkları'nı, bir başkasıyla karıştırsalar bile, okurum. Şimdi, “sizi tanıyorum” diyen beyefendi, beni ne kadar tanıyordur, nasıl tanıyordur, bunun yanıtını onun yerine şüphesiz veremem. Olsa olsa tahmin yürütebilirim. Bana öyle geliyor ki, gerçek bir tanışıklık biçimi değildir burada rastladığımız: İdil Biret'i tanıyorum ama onu hiç dinlemedim, Murat Belge'yi tanırım ama tek satırını okumadım, Celâl Şengör'ü tanıyorum ama tam ne iş yapar, ne düşünür bilemiyorum diyecek pek az kişi vardır, tanıdıklarını söylüyorlarsa tanıyorlardır. Yıllar oldu, bu kez bir hanımefendiydi, “Siz birisiniz ama şimdi çıkaramıyorum” dediydiikide bir dönüyorum şu 'çıkarma' durumuna, çünkü fiilin o kullanılış biçimine bayılıyorum. Kullanıyorum da. “Beni tanımadınız mı?” diyor karşımdaki, dokuz yıl önce vapurda yanımda oturmuş ve biraz konuşmuşuz, “Kusura bakmayın, çıkaramadım” diyorum önce, arkasından da beyaz yalana başvuruyorum: “A tabiî, hatırladım.” Üçüncü kattan seslenen beyefendiden uzaklaşmayalım. Gerçekten beni tanımış, gerçekten bana uygun bir davranış sergilemediğim kanısına kapılmış idiyse, “Enis Bey, bir sakıncası yoksa buraya çöp torbası bırakmamanız mümkün mü?” diyemez miydi? Sokaktan üçüncü kata sıcak bir diyaloğa girişebilir, Heybeli'nin temizlik sorunu hakkındaki ortak tasalarımızı dile getirebilir, uygun bir vakitte dahasını da konuşmak için sözleşip ayrılabilirdik. Oysa, deneme madem paranoya çukuruna çağırmış bir kere, ahval pek öyle değildi. “Sizi tanıyorum”, zaten size bu yakışır, önce adam olacaksın, şan şöhret insanı uygar yapmaya yetmiyor işte, ben sizin gibileri bilirim, çok gördüm, böyle aydın geçinenleri, kendinizi bir şey sanırsınız, ama azıcık kazımakla asıl çehreniz ortaya çıkar, yollu bir iç söylemin söze dökülmüş halini pek bir çağrıştırıyordu. Tanınırlık katında, hak etmediğiniz iki tür tavırla sık sık yüz yüze gelirsiniz. Birinde, aslında dayanaktan genellikle yoksun iltifatlara boğar sizi, karşınızdaki. Öbüründe, bir o kadar dayanaksız hücum güdüsünün muhatabı olursunuz. “Kendinizi bir şey sandığınız”dan emin olanlar, sizi bir şey, ama başka bir şey sandıklarını göremez, varsayımlarından nem kapma özgürlüklerini fütursuzca kullanırlar. Bir olasılığın da, kendilerini bir şey sanmaları olabileceğini asla akıllarından geçirmez böyleleri. Yakın bir akrabam, okumaya yazmaya “gereğinden” fazla zaman ayırdığımı, bunun için de kendisini “gereğince” aramadığımı söylemişti: “Çocukluğunda böyle değildin sen” dediğini unutmuyorum: “Kendini bizden farklı (yoksa 'önemli' miydi?) biri mi sanıyorsun?”. Bana kalırsa, asıl ayrıcalık arayışındaki başkası değildi. Tanınırlık, çevremizde rahatsızlık doğurur. Bir arkadaşım, peşpeşe yayımlanan kitaplarım nedeniyle benimle yapılmış bir söyleşiyi izlemiş televizyonda, ertesi gün “Ün salağı oldun sen” demişti. Tanınma isteğinin altında kolayca üzeri çizilebilecek bir güdünün yattığı doğrudur. Gene Enis BATUR Pervasız Pertavsız Tanınırlık üzerine denemeII de, kitap yazmak da, ölçülülük içinde kalmaya özen göstererek söyleşi konuğu olmak da ayıpların en büyüğü, zaafların en katmerlisi gibi gelmiyor bana. Başkalarının tanınırlığına her durumda tepki duyanlara ayrıca bakılmalı. Çoğunun, fırsat doğduğunda, yanındakileri dirsekleyerek öne fırladığına tanık olmuşumdur. Kimileri yıllarca ün orucu tuttuktan, öyle yapmayanları yerden yere çaldıktan sonra ar damarlarını çatlatır, her yerde boy gösterir olur. Köşelerinde rahat durmayan, farklı seçimler yapmış benzerlerinin üstüne asit dökmeden edemeyenleri sevmem ben. Gerçek erdemli, bunu kafalara kakmaktan sakınmayı bilendir. Tanınırlık isteğinin en hazin anlatımının “reklamın iyisi kötüsü olmaz” şiarında ete kemiğe büründüğüne inanıyorum. Uyuz gerekçeleri bellidir: Tarih, tapınağa sıçan Erostratos'u unutmamış, tapınağın mimarı Sitesifon'u, sifonu çekerek, unutuluş çukuruna göndermiştir. İyi de, bir insanın kıçından sarkan dışkı parçası nedeniyle tarihe geçmesini mübah tanınma biçimi sayan kişi suyun üstünde yüzse neye yarar, işte bunu kestiremiyorum doğrusu. Denemenin sonuna geldim. Aklımda bir soru: Üçüncü kattaki beyefendiye teşekkür borcumu nasıl iletsem? HÂMİŞ Bir hafta geçmedi. NTV Yayıncılık'taki arkadaşları yılan sesiyle kandırdım, yazın ortasında şehre inmeye dehşet üşeniyordum, bir toplantımızı adada yapma fikrim pek hoşlarına gitti, iskele yakınlarındaki El Faro'ya çöreklendik: Sevin Okyay, Mustafa Dağıstanlı, Ümit Bayazoğlu, ben. Henüz mavra faslı bitmemişti ki, bir ara “vaaay!” ünlemiyle iskemlesinden fırladı Ümit, malum eski Heybelili olduğu için herkesi tanır, ne göreyim: “Beyefendi”yle öpüşmüyor mu! Masaya döndüğünde sordum hemen: “Kim o adam?” Alaycı gülümsemesini yüzüne takarak, “dangalağın tekidir” dedi; “Öğrencilik yıllarımızdan beri tanırım, hiçbir işe yaramaz, herkesle itişip kakışır. Neden sordun?” Ben tanınıyorum ya, “Beyefendi” de tanınıyormuş demek. Ümit böyle tanıyormuş onu, bakalım başkaları öyle mi tanıyor? Ümit'in tanıklığı işime geldi tabiî. Eminim nedense, bulunduğu ortamda adım geçecek olsa, “Beyefendi” sözü kesip “Tanırım onu ben” diyecek: “Düşündüğünüz gibi biri değildir o”. Bunları yazarken arkama bakıyorum, kimse gelmiyor. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk? Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız ? Yayın Yönetmeni: Turhan Günay ? Sorumlu Müdür: Güray Öz ? Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı ? Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. ?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişliİstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 ? Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş. 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna İstanbul Tel:0 (212 454 30 00 ? Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden / Reklam Müdürü: Eylem Çevik? Tel: 0 (212) 251 98 74 75 0 (212) 343 72 74 ?Yerel süreli yayın ? Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 922 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle