28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Metin Demirtaş, her kezinde yeniden kurarken Antalya’yı, her kezinde kentini de kuruyor yeniden, siz Antalya’nın yeniden kurulduğuna tanık oluyorsunuz böylece… stanbul’u öykülemek demek, İstanbul’u anlatmak mı demek, ne anlama geliyor bu, diye girmiştim iki hafta önceki “Kitaplar Adası”na… Ya Antalya? Antalya nasıl şiirleştirilir peki? Yedi sekiz yıldır “Tiyatro Tiyatro” dergisinde aralıklarla sürdürdüğüm “Kentler ve Tiyatroları” başlıklı dizinin Antalya tiyatrosunu anlattığım “Antalya’nın Portakal Çiçeği Tiyatrosu” başlıklı bölümünde şunları yazmıştım: “Antalya deyince durup düşünmek gerekiyor. Tıpkı İstanbul, İzmir, Ankara denildiğinde ya da öteki kentler söz konusu edildiğinde nasıl durup düşünülmesi gerekiyorsa... Ama nedense insanlar yaşadıkları yeri, karın doyurdukları yer olarak algılıyor incitici bir zavallılıkla. İlişkilenişleri de bu yönde oluyor.” “Görmek önemli, nasıl mı? Sözgelimi Toroslara nasıl bakılmalı? Antalya’nın kentlisi şair Metin Demirtaş’ın uyarısı şöyle: ‘Herkes bu dağlara bakar, yalnızca bakar, görmez. Gerçek anlamda görmek için insanın içinde bir üçüncü göz oluşması gerekiyor. Bu da, zamanla, bilgiyle, kültürle, derinlik kazanmış bir doğa sevgisiyle olası.’ (Tourism World, Kasım 2005) Metin Demirtaş’ın dizeleriyle gezindiğim oluyor böyle zamanlarda Antalya’da, düş kırgınlıklarını paylaşarak onun: “O sokaklar kaldı mı ki! / Ya begonvilli, Antalya evleri? / Sokaklar içinde / Portakal Çiçeği diye bir sokak vardı / Adı gibi kokulu, güzel! / Liseli sevgililerin buluşma yeriydi. / Değişti. / ‘Abdülrezzak Sokağı’ oldu şimdi.” (Hazırol Kalbim, Can, 2004, 143) Metin Demirtaş ki, Antalya’nın kepçesi; durma karıştırır yüreğiyle kentini. Sokaklarında simit sattığı kentin tiyatrosunu da yapıp çatanlardan biri o. Nitekim 195354’te Mustafa Yalçın’la Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı oyununda görev alması da bunu kanıtlıyor. Ne zaman portakal çiçeği yaksa genzimi ağdalanmış kokusuyla, ne zaman insem yurdumun herhangi bir kentinden, evden kaçıp da bakır bir güneşte ya da kar ayazında ora evime, Antalya’ya, Metin Demirtaş düşer usuma, Hoca Nasrettin’le buluşacakmışım gibi… İ M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Antalya’da “Portakal Çiçeği diye bir sokak...” Metin Demirtaş, “Yeniden Yorumlanmış Nasrettin Hoca Gülmeceleri”nde, Melih Cevdet Andayca söylersek enikonu feylosofça davranıyor. Bunun üzerinde önemle durulmalı. Çünkü yalnızca şiir katkısı olarak alınmamalı bu, ya ne, apaçık bir us katkısı, sağlıklı bir çıkarsama için bayrak direkliği ya da! Nitekim “Meraklı ve Akıllı Çocuklara” başlıklı seslenişinde dizelere sinmiş alçakgönüllü bilgelik görmezden gelinebilir mi hiç? “Kimi ünlü masalların örneğin /Okudunuz hep yüzünden./ Okuyunuz derim bir de benim yorumumla/ Bu yüzünden. // Hiç merak etmediniz mi/Karga tilkiye gerçekten/ Enayiliğinden mi kaptırdı peyniri?…/ Öğreneceksiniz benim şiirimde/ Bir başka gerçeği.” Öğreniriz de. Şiirlerin başlığı bile bizi silkelemeye yetecektir zaten: “Neden Hep Karınca Haklı?”, “Tilki Neler Dedi de Kargacık Kaptırdı Peyniri?”, “Karga Enayi mi?” Demirtaş’ın Nasrettin Hoca’dan, Ezop Dededen, La Fontaine’den dizelere geçtiği şiirlerin başlığı bile etkileyicidir. Ama ille kargalar, nasıl da sever Demirtaş, ağzındaki peyniri tilkiye kaptırdığı söylenen Anadolu’nun parlak tüylü bu kara kuşlarını, tutamaz kendini, şiirin altına not da iner şöyle: “Kargalar dörde kadar sayabilirler. Bu, deneyle, gözlemle saptanmıştır./ Yaz mevsiminde devşirdikleri meşe palamutu ve cevizlerin bir bölümünü kışın kıtlık günlerinde çıkarıp yemek için toprağa gömerler./ Çoğunlukla dördüncü cevizden sonrakiler unutulur, toprak altında kalır, baharda yeşerir./ Ovalarda, ıssız bozkırlarda gördüğünüz, kendiliğinden bittiğini sandığınız kimi ceviz ve meşe ağaçlarının böyle bir gizi vardır./ Nice yoksulluk ve zorluklarla kazanılmış Kurtuluş Savaşımızın Mehmetçiklerini biraz da bu ağaçlar doyurdu. Bir de Anadolu bozkırlarının yetimi, üzgün, dingin, bilge duruşlu ahlat ağaçları./ Kıraçlarda, kimi zaman göverip, kimi zaman kararıp duran bu ağaçları gördüğünüzde bunları anımsayın. Onlara el sallayın./ Ve en önemlisi bir meşe fidanı da siz dikin, sulayın, bakın, yeşertin.” Kurtuluş Savaşı, kargalar, yollar… Bunun adı yolları Antalya’ya çıkarmak aslında! Hükümetin ileri gelenleri duymasın ama, Metin Demirtaş, Guavara’yı bizim dağlarımıza buyur etmekle yetinmiyor, alıyor Nasrettin Hoca’yı, Ezop Dedeyi, kravat takmış Bay La Fontaine’i, Portakal Çiçeği sokağında maya çalmaya çağırıyor bir güzel… dost Kavakları.” (41); “Kızlar geçti önümden/ Şıpıdık terlikleriyle/ Tay sağrılı kızlar…/ Kızlar ki, saçlarında bir dal yasemin/ Ve iyot kokuları…/ Kızlar ki,/ Memeleri, güneşli mavi sularda/ Oynaşan balıklardı.” (45); “Başı karlı dağlarının/ Denizin,/ Anılarda çiçek açan portakal bahçelerinin/ Bazen turunç/ Bazen yarılan nar tadındaki günbatımlarının/ Şiiri yazıldı./ Yazılmadı yaseminlerin şiiri./ Akça akça gülümseyen/ O kokulu yıldızcıkları eski Antalya evlerinin.” (76); “Başlarında kayan yıldızları yok./ Çobanyıldızı var./ Geçip gitmiş beyleri de…/ Kalmış sade/ Bir vefalı çobanları./ Ama hâlâ atlaslarda/ Bey Dağları’dır adları.// Dinleyin/ Ey haritacılar!/ Bu bir ozan fermanı/ Bundan böyle/ Çoban Dağları olsun!../ Bu güzelim dağların adları!..” (89) Antalya’ya inmeden, bir Antalya fermanı edinin; Hazırol Kalbim. Antalya’ya varmadan, bin Antalya’yla karşılayacak çünkü sizi kitap! ANTALYA; UZAKLAŞTIKÇA ULAŞACAĞIMIZ MASAL KENTİ... Metin Demirtaş’ın, alt başlık olarak “İçinden Şiir Geçen Yazılar” demeyi seçtiği Dağınık Satırlar (Cumhuriyet, 2000) başlıklı kitabı da, uzaklaştıkça şair Antalya’dan, kentine daha bir uzanıp yaklaştığı mektup, anı, günce toplamı, bana göreyse şiir tadının süregeldiği deneme seçkisi… Bir bakıma Antalya yazıları demek de olanaklı bunlara. Demirtaş, Mart 1977 ile Mart 1997 arasında yirmi yıl boyunca verimlediği denemelerini Dağınık Satırlar’da toplarken bizi daha da Antalya’ya bağlıyor. Ne güzel bir kitap Dağınık Satırlar, peki kimin haberi var bundan? Gelin hem Metin Demirtaş’ı tanıyalım, hem de ucundan kıyısından Antalyası’nı onun: “Sanatla, şiirle incelmemiş, hümanizmin sularında kulaç atmamış bir devrimcilik anlayışı… Davranışlarımıza benlik ve hırçınlık egemen. …Katılıklarını anlamaya çalışıyorum. (…) Kim nerde baskınsa, ötekini bastırıyor. Bu konuda hiçbir grup ‘yoğurdum ak’ diyemez. Konuşup, belli çizgilerde anlaşmak, uzlaşmak gibi şeyler sözlüklerden silinmiş.” (16) “Akıl değil, duygular egemendi davranışlarımıza. Ne zaman akıl oldu ki!… Öyle günlerdi ki, kardeş kardeşe düşman, kimse kimseyi beğenmez. Ben kendimce bir şeyler yapmak için çabalıyorum. Çatımın çekebileceği yükü sırtlamış, bunun sorumluluğu ve bilinci içinde ağır aksak yürümeye çalışıyorum. Şiir her zamanki gibi sığınağım. Beni dinlendiren, olgunlaştıran, incelten, barışçıl duygularla donatan sığınağım…” (140) Böyle bir Demirtaş’tan Antalya’yı süzdürmeye ne dersiniz? “Antalya, ilerde Antalya’yı üstüne tapulamışların adlarıyla değil, hayatını güçlükle kazanmış, ardında azçok yaşadığına ilişkin bir iz bırakabilmiş insanlarıyla anılacak. Okul kadar, okulla birlikte sokakların da eğitip büyüttüğü, çalışıp çabalayarak bugün bir yerlere gelebilmiş Antalyalı arkadaşlar tanıyorum. Cevat Aga bu insanlardan yalnızca biri. ‘Çekemedim Akça Kız’ın göçünü /…/ Yol ver Çubuk Beli geçeyim’ türküsü onun.” (13) Metin Demirtaş, her kezinde yeniden kurarken Antalya’yı, her kezinde kentini de kuruyor yeniden, siz Antalya’nın yeniden kurulduğuna tanık oluyorsunuz böylece… Eskiçağ yazarlarıyla kahramanlarının da, Demirtaş’a, onunki gibi yumuşak bakışlı sevimli gözlerle baktıklarını, biraz da imreniyle öte yakadan onu izlediklerini biliyorum… Özetle, Antalya bu! Hey İbrahim, Mustafa, önümüzdeki günlerde işi gücü bırakıp kaçacağım masamdan, soluğu Antalya’da alacağım haberiniz olsun! Sakın söylemeyin Demirtaş’a, bir çalım hırsızlığa çıkalım istiyorum çalışma evine, “hırsız kardeş”ler gibi girip içeriye, şiirlerini çalalım onun, şiirlerindeki “portakal çiçeği sokağı”nı, Antalya’nın ölü toprağına serpmek için… ? SAYFA 23 ÖNÜM ARKAM, SAĞIM SOLUM ANTALYA... YOLLARI ANTALYA’YA ÇIKARMAK! Hepi topu iki askerlik arkadaşım var, ikisi de Antalya’da. Biri Balıkesir’deki yedek subay (ordonat=ordudonatım) okulundan Mustafa Uysal; gazeteci, reklamcı. Öteki kıtadan, Çerkezköy’de 960.Mühimmat Bölüğünden İbrahim Cengiz (Cingiz); Muratpaşa Belediyesi çalışanı, Döşemealtılı pehlivan… Bir güzelim hac yolculuğu gibi varıp kapısını çaldığımda Antalya’nın, İbrahim girer koluma, Metin Ağbeyine götürür beni, ona uğramamış olmak, bağışlanır suç değildir çünkü İbrahim için. Ben, Antalya’yla ilintilendiriyorum ya, Selçuk Ülger’e göre; “Akdenizli şair Metin Demirtaş…” o. (Bak.: Attila József / Evrenle Ölç Kendini, Hazırlayanlar: Sevgi Can AysevenerOrhan Tüleylioğlu, Edebiyatçılar Derneği yayını, 2005, 142/ Kitaptan ileride ayrıca söz açacağım.) Ne zaman varmıştık kapısına Demirtaş’ın en son unutmuşum, camda bir yazı: “Hırsız Kardeş,/ Boşuna yorulma! İçerde kitaptan başka bir şey yok!” Yahu, bu Metin Demirtaş şair mi Nasrettin Hoca mı? Yıllardır Antalya’da sürdürdüğü kavga, hem Nasrettin Hoca hem de biraz Ezop, birazcık La Fontaine olduğunu göstermeye yetiyor onun bize. CUMHURİYET KİTAP SAYI Can Yayınlarının, bir değerbilirlik örneği olarak yayımladığı Hazırol Kalbim, Metin Demirtaş’ın toplu şiirlerini içeriyor. Dikkatli bir gözle tarandığında aslında bu toplu şiirlerin derin bir Antalya manifestosu içerdiği görülebiliyor… Gerçekten Demirtaş, kentiyle hesabı olduğunu gösteren, bunu somut biçimde örnekleyen bir şair… Oysa bizde, her kim nerede doğduysa, oranın şairi, yazarı yapılıverir hemence. Kolay mı bu? Doğulan yer, yazınsal coğrafya değildir, bir yazarın, şairin doğduğu yeri, kendi kenti haline getirebilmesi için bir fırın ekmek yemesi gerekir… Bunun yolu da doğduğu kentiyle kavgaya girişip onu kendi kenti yapmasıdır şairin, yazarın. Bir küçük örnekle konuyu kapatayım; bakın Nâzım Hikmet’in tüm şiirlerine, İstanbul’u da, Türkiye’yi de yeni baştan yaratmış, kendinin kenti, ülkesi kılabilmeyi başarmıştır İstanbul’u, Türkiye’yi… Doğduğu kenti, kendi kenti oldurmayı falan, filan kurullar, şu bu ödüllerinin seçicileri sunmaz insana; şairin, yazarın verimleridir bunun biricik ölçütü. Verimlerinizle var Metin DEMİRTAŞ edebiliyor musunuz doğduğunuz kenti, yani onu dönüştürüp yeniden yaratabiliyor musunuz, işte o zaman Antalyalısınızdır ya da İstanbullu, ancak bundan sonra Türkiyeli! Ne dersiniz, minicik bir Antalya sobelemesi yapalım mı Metin Demirtaş’tan? Hazırol Kalbim’den alıntılıyorum: “Ve masamızda Paşabahçeli bardaklarda/ Antalyalı bir çay/ Şimdi ne yana koysak akşam oluyor.” (26); “Yıkılsın Akdağ kardan/ Ve salıp yapraklarını usul usul/ Ağlasın Akçay’ın Gülen 882
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle