28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Çiğdem Külahı iyice elini. Gömdü başını da. Karanlıkta trenin camlarından baksa da göreceği bir şey olmadığını biliyordu. “Üç tanesi bir lira,” diyerek seyyar bir satıcı geldi geçti başının üstünden. “Allah’tan ilişmedi deyyus, külahı başından aşağı yerdi yoksa,” diye geçirdi içinden. Arada bir başını külahtan kaldırıp bakındı etrafına. Otçusu var, cepçisi var, kafa sikeni deve dikeninden çok. Alarga Selim karşı koltukta oturmuş, “Züleyha geç kalma ha”yı söylüyordu inceden. “Büyük üzüntümüz vardı ve biz onu kendi içimize çekilip, dışarıya doğru kalınlaşan bir zerdali çekirdeği gibi sertleşerek yaşıyorduk.” diyordu beriki. Şu çiğdem de alışkanlık yapıyor yahu, bir çitlemeye başlıyorsun, kendini alamaz oluyorsun bir türlü. Çiğdem Külahı’nı ineceğin durağı pas geçip Haydarpaşa’dan Gebze’ye kadar bir solukta okuyabilirsin ey yolcu, sakın şaşırma. “Kafam çok dağınık,” deyip hava değişimi için İstanbul’a geldiğinde, buradaki insanların kafasının iflah olmaz derecede karışık olduğunu görünce; “Halt etmişim, kafamdaki dağınıklık devede kulakmış,” diyebilirsin. Gebze’den aynı trenle geri dönüp kitabın sonlarına yaklaştığında, kulaklarını çınlatan biri olduğunu hissedersin. Der ki; İzmir’de bir kitap yazdığında, o kitabı Artvin’de okuyan birinin hayatını etkileyebileceğini düşünerek yazmalısın. Sahi yazarlar böyle mi yapmalı? Etkilendiklerini mi, etkileyeceklerini mi düşünmeli yazarken? Kafası sürekli sorularla, sorgulamalarla meşgul bir adamın defterine şöyle bir şey yazmaz mı o zaman insan: “Zaten nenem dedi ki; Bin tane cevabın olacağına bir tane sırrın olsun…” ? [email protected] Çiğdem Külahı/ Ahmet Büke/ Kanat Kitap/ 116 s. Ahmet BÜKE ? Sevgi ÜNAL ay ağzından öpeyim. Herifçioğlu yazmış da yazmış. Kitap elimde dolaştı durdu İstanbul’u bir uçtan bir uca. İzmirlimiyim ki geçti içime kelimeler, kabuk kabuk oldu. İstanbullumuyum ki bu şehre nefes almaya geliyorum. Yürüyorum, “Neden motor kullanmıyorsun” deniyor. Yazıyorum, “Neden film çekmiyorsun”a varıyor iş. Ne bitmek tükenmek bilmez bir iş. Çarkını şarkılarda unutmuş bir vapurda başlıyor hikâye. Gezginin eline çiğdem külahı vermeyeceksin. Bak gör başına gelen gelene. Güneşin en parlak olduğu gün, şehir bulanıklığın demini sürüyordu alabildiğine. Vapur, iki yakası birbirine kavuşmaz bu şehrin boğaz sularında köpükler saça saça yol alıyordu. Elindeki kitabı vapurun güneşten az da olsa ısınmış tahta sırasına bırakıp ansızın şöyle dedi yolcu: Neden bu şehirdeyim biliyor musun? Berikinde bu soru üzerine hiçbir merak uyanmamıştı. Ayın diğer yüzündeymiş de az önce söylenenleri hiç duymamış gibi: Bir adam, kadını arkadan becermeye niyet ettiği an, kadın sevilmediğini anlar, soğur adamdan. Öteki hiç tınmadı bile. Mesnevi’den dem vurdu köpüklere bata çıka giden vapurun güneş görmeyen yüzünde: İster üstüne düşsün, ister güzel söylemeye çalışsın; ayık olmayanın söylediği söz, yerinde yaraşığında bir söz değildir. Yolcu Haydarpaşa’dan trene binmiş buluşma yerine gidiyordu. Daha iki saat vardı gerçi. Şehrin heyulasında boğularak yaşamaya alışmış ahâliden biri görse kıskanmadan edemezdi herhalde. Sahip olunan koskoca iki saat. Külah elindeydi hâlâ. Bırakası gelmiyordu. Bilmediği bir gezegenin çekim alanına girmiş göktaşı gibi sürükleniyordu peşi sıra kelimelerin. Az bıraksa kendini, parçalanacaktı hızından. H SEKİZ DURAK SONRA... Sekiz durak sonra inecekti, inmedi. İdealtepe biraz daha bekleyebilirdi. Külaha daldırdı CUMHURİYET KİTAP SAYI 882 ? SAYFA 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle