24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sezer Ateş Ayvaz'la "Tamiris'in Gecesuçları"nı konuştuk ‘Öykü kişilerimle birlikte, hayatın öznesi olma mücadelesi veriyorum ben de’ "Hayata, onun değerlerinin dayattığı ve kabul ettirdiklerine dair bir karşı duruşun, bir aykırı dil’in eksik olduğunu seziyorum. Böyle eleştirel bir karşı duruşun olması gerekir mi" sorusunu kocaman bir "evet" ile yanıtlıyor Sezer Ateş Ayvaz ve öykülerinde takındığı aykırı dille/eleştirel yaklaşımla toplumsal gerçeklikler üzerine sorunsallar üretiyor kurmaca metinler sayesinde. Yazınımıza gönülden bir bağlılık gösteren Sezer Ateş Ayvaz, üretmeye şiirle başlasa da öykü onun ana damarlarından birisi haline gelmiş ve bundan böyle de bu çizgide kalemini oynatmaya devam edecek. Bunu biz söylemiyoruz elbette, birazdan okuyacağınız keyifli söyleşide yazarımız kendi dile getiriyor bu mutlu tümceleri… Biz sadece söyleşiden cımbızla aldığımız (!) şu cümleyi paylaşalım öncesinde: "Kadınlar, aşkta, vazgeçmeyi bilmiyorlardı çokluk. Onların mecazi anlamda ölümleri oluyordu bu…" SAYFA 4 ? Erdem ÖZTOP "imge: beğeni olarak atfedilse de sonradan anlaşılmıştır, beğeninin sevgiye dair olmadığı yalnızlık, başa vuran aptal taş kuleyi yıktı, emek verip yeniden dikilir mi?" evgili Sezer Ateş Ayvaz, geçen günlerde Can Yayınları arasından yeni bir öykü kitabınız yayımlandı; ‘Tamiris’in Gecesuçları’. Bu vesileyle buluştuk. Ama ben söyleşilerimin asal sebeplerinden biri olan, yazarı okura; özellikle de genç okura/nesile tanıştırmak olduğundan, geçmişten başlayan bir yol güzergâhı belirleyelim istiyorum. Elbette, Sezer Ateş Ayvaz kimdir demeyeceğim; ilk sorum şu olacak, nasıl başladınız yazmaya? İlk çiziktirdikleriniz için bu sorum! Neydi ilk yazdığınız? İlk ne zaman ve ne yazdığımı net olarak hatırlamıyorum. Ama hırçın, dalgalı bir denizin kıyısında, serüven tutkusu olan yalnız bir çocukluk yaşadığımı biliyorum. O çocuğun, daha güzel bir yaşam olabileceği sanısıyla oburca kitap okuduğunu, düşler kurduğunu, pencerelerin aralık kalmış perdelerinden içeriye göz atmaktan kendini alamadığını da biliyorum. Pek çok yalnız ve okuyan çocuk gibi, bazı şeyler karalamış, çiziktirmiş olabilirim ben de.. Örnekse, dünyanın en önemli ve şaşırtıcı gerçeğini öğrendiğini hissettiğim günü çok iyi hatırlıyorum. O zaman, bir İstanbul banliyösü, bir sahil kasabası görünümünde olan Sarıyer’de geçti çocukluğum. Babamın tayini dolayısıyla taşınmamız gerekiyordu artık İstanbul’a. Kamyonlara eşyaların yüklenip evin boşaltıldığı bir gün boyunca ben pencere kenarında bir yaprağın içinde besleyip büyütmeye çalıştığım tırtılımı aramıştım.Ve akşam saatlerine doğru anlamıştım ne yaparsam yapayım, nereye, hangi köşeye bakarsam bakayım onu bulamayacağımı. Günler sonra, belki aylar sonra öğrenmiştim gerçeği; tırtılın bir kelebek olup uçup gittiğini. O tırtılla ilgili bir şeyler, birkaç satır yazmış olmalıyım diye düşünüyorum şimdi. Ailenizde kendinize kılavuz bellediğiniz biri var mıydı mesela? Bende yazma isteği yaratma çabası içinde olan kimse yoktu çevremde. Annem iç dünyasının kırgınlıklarını kâğıda yansıtan şiirler yazardı yalnızca. Küçük dayımın da defterler dolusu şiirleri olduğunu bilirdik, okurdu bizlere. Bir süre gazetecilik yapmıştı ve hatta onun yazdığı S yerel gazetede basılan bazı yazılarım olmuştu benim de. Ortaokul yılları, çok kitap okuduğum, gezici kütüphanenin yolunu beklediğim yıllardı. Uzak akrabalar içinde yazar figürü olarak hatırladığım Ali Kemal Meram vardı. Ve ben onun yazma eylemine karşı saygılı bir hayranlık beslediğimi hatırlıyorum. BÜYÜLÜ DÜNYA... Sanırım, benim edebiyatı ciddiye alıp bir varoluş biçimi olarak benimsememde lise yıllarımın etkisi daha çok. İstanbul Davutpaşa Lisesi’nde; İstanbul’un en eski ve en disiplinli okullarından biriydi burası, üç yıl boyunca tiyatro kolunda oyunlarda yer aldım, edebiyatı, tiyatroyu, politikayı tartışıp değerlendiren bir arkadaş grubu içindeydim. Okul çevresinde yaşayan, bizimle konuşup tartışmaya gönül indiren, yaşça bizden büyük insanlar vardı: Kâmuran Şipal, Ali Tanyeri, Mahmut Kıratlı, İlhan Oymak. Kimi kez Samatya’nın çay bahçelerinde, kimi kez Kâmuran Şipal’in evinde derinlemesine okumalar, tartışmalar, edebiyat sohbetleri yapılırdı. Özellikle Kâmuran Şipal’le, edebiyatın ana yapıtları üzerine yapılan bu sohbetler sürüp gitti. Edebiyatın o büyülü dünyasının şaşkınlığını lise yıllarında yaşadım ben. Üniversitenin ilk dönemine kadar şiirler yazdım. İlk şiirim yirmi bir yaşımdayken Türkiye yazıları dergisinde, sonra da başka dergilerde yayımlandı. Peki, düşünsel depolama kaynaklarınız? Türkiye’de, toplumsal muhalefet ha reketlerinin ivme kazandığı yıllardı, benim sosyoloji bölümünde okumaya başlayışım. Toplumsal meselelere duyduğum ilginin yanı sıra, dünyayı sanatla yorumlamak diye özetlenebilecek bir ilgi alanı gelişti ve sürdü bugüne dek. Edebiyat sanatıyla, toplumsal felsefi sorunlar arasındaki ilişki hep merak uyandırdı bende. Gerçeği algılamada, onu anlamlandırmada edebiyat, kendine ait, özgül bir gerçekliği ifade etti benim için. Sanat, edebiyat, kültür gerçeğe yaklaşmanın çok özel bir biçimi oldu. Bu yüzden olacak, sosyoloji bölümünde Mahmut Yesari romanlarını seçmiştim bitirme tezi konusu olarak. Siyaset bilimi bölümünde yüksek lisans yaparken kadın araştırmalarına yönelip Şirin Tekeli ile çalıştım. Doktora tezine sıra geldiğinde, Türk romanı konusunda çalışmaya kararlıydım. “Türk Romanında Değişen Bir Paradigma: Politik Roman,” adlı doktora tezimi Toktamış Ateş’in desteğiyle kabul ettirebildim, iktisat fakültesi Uluslararası ilişkiler bölümüne. Söylemeye çalıştığım şey; iki kaygı, iki mesele çekti beni hep: Bilim ve sanat. Birlikte çıkılan yolculuklar oldu ikisi, biri için diğerinden vazgeçemedim hiç. Sosyal bilimlerin, hangisiyle uğraşırsam uğraşayım, koşutluk kurmak istediğim alan, hep edebiyat oldu. Bilimin, çoğu kez içi kof dağarcığını, sanatla edebiyatla genişletmek istedim. Biyografinizde iki tür göze çarpıyor, şiir ve öykü. Nerelerde duruyor bunlar? Hangisi daha ağır basıyor? Yazmaya, edebiyata emek vermeye başlamam şiirle oldu ama o sonra terk etti beni. Daha doğrusu üniversite yıllarından itibaren sosyoloji, politika derken bir süre üzerinde çalışılmayan taslaklar olarak kaldı defterlerimde. Şimdi de, zaman zaman sadece kendim için yazdığım şiirler yer alıyor defterlerimde. İlk öykü dosyanız ‘Bütün Oteller İstanbul Palas’ ile 1987 Akademi Kitabevi Öykü Başarı Ödülü’nü kazanmışsınız. Ne yazık ki şimdilerde devam etmeyen bu öykü ödülü pek çok yazarın onur kaynağıydı o zamanlarda! Size ne gibi getirisi ve götürüsü oldu? Evet, Akademi Kitabevi ödülleri, genç yazarlar için, edebiyatın kapısından içeri girmenin önemli prestijli bir anahtarı gibiydi. Akademi Kitabevi Ödülü’nü kazanan pek çok genç yazar ilk yapıtlarını yayınlama olanağı bulmuştur. "Bütün Oteller İstanbul Palas" öykü dosyam başarı ödülü kazandıktan sonra birkaç öykü ekleyerek Afa Yayınları’nda yayınlanmasını sağlamak zor olmadı beKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 834
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle