Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? hatlarıyla görüntüden çok sözün egemen olduğu bir dönem yaşanır. Diğer yanda, ortaoyunu, meddah ve Karagöz gibi eğlence kültürüne ait diğer sözlü kültür ürünlerinin eylemden çok söze dayalı bir yapıda olmaları da anlatıyı etkiler. Geleneksel sözlü kültür ürünlerinin filmlerin anlatısına etkisi olduğu ortadadır. Senaryo yazarı Bülent Oran, Türk insanının masal öğesi taşıyan filmleri, yani geleneksel sözlü kültür öğelerini filmlerde görmek istediğini, bunun “kanına işlemiş bir alışkanlık” olduğunu vurgulamakta haklıdır. Gerçekten de gişe yapmış filmlerde Karagöz’ün, Nasrettin Hoca’nın, Keloğlan’ın, Köroğlu’nun örtük izlerine rastlanır. Bülent Oran’a göre, “filmlerimizin ilkellikle suçlanan konularının altında yatan neden budur”. Ayrıca ellili yıllardan ödünç alınan sinemasal miras altmışlı yılların seyirci beklentisini belirleyen bir etken olarak yorumlanabilir. Mısır filmlerinin melodram filmlerine kaynaklık etmeleri ve uzun yıllar popüler kültürde melodram etkisinin görülmesi bir rastlantı değildir. Altmışların toplumsal dinamiğinde yaşananlar Yeşilçam sinemasını da etkiler. Anlatı da böylece şekillenir. Engin Ayça, Türk sinemasının anlatı yapısını belirleyen etkenleri Doğulu ve Batılı olma karşıtlığı ile ele alır ve her iki kültüre ait anlatıların temel özelliklerini karşılaştırarak bir yoruma varma yolunu seçer: “Türk sinemasında, Batı sinemasında var olan dramatik yapı, entrika, karakter geliştirmesi, kişilerin psikolojik derinlikleri yoktur. Batı kültüründe var olan bu özellikler sinema dışı alanlarda da vardır, daha doğrusu sinemaya oralardan gelmiştir. Türk sineması epik özellikler taşır, tiplere, hatta prototiplere dayanır. Anlatımcıdır. Kişilerin toplumsal ve tarihsel kimlikleri çok belirgindir. Bunlar kalıp kişilerdir, film içinde gelişme ve değişme göstermezler, hatta filmlerden filmlere de pek değişmezler, değişmek istemezler. Oyuncu hangi öykü ve hangi film olursa olsun hep kendi tipini oynar. Öyküye göre o tipin eylemlerini canlandırır. Oyuncu suratı ve gövdesiyle bir çeşit masktır ve film boyunca hep o değişmez mask olarak kalmak zorundadır, hatta bütün diğer filmlerde de benzer maskı oynayacaktır. Seyirci de belirli bir tipte benimsediği oyuncuların tiplerini değiştirmelerini pek onaylamaz.” BİR BENZETME... Yeşilçam adının Hollywood (Kutsal Ağaç) gibi bir benzetmeden yola çıkarak Hollywood’u meydana getiren hollykutsal (yeşil) ve woodağaç (çam) gibi iki kelimenin birleştirilmesinden ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Sinema üretim ve dağıtım ortamının Beyoğlu’ndaki sinema salonlarının en yoğun olduğu bu bölgede mekânsal olarak yoğunlaşması 1940’lı yıllarla birlikte artar. Yeşilçam, Türk sinemasının en parlak olduğu dönemde Taksim ve Galatasaray arasındaki bölgenin tam ortasında Kuloğlu ve Ahududu sokak ile sınırlanan bir adadır. Bu bölgede yerleşen tüm film dağıtımcıları ve film yapım şirketleri altmışlı yıllarda Türk sinemasının nabzını ellerinde tutmaktadırlar. Yoğun rekabet yüzünden diğer şirketlerin ne yaptığını ancak bu sokakta yer alarak takip etmek mümkün olabilmektedir. Yeşilçam’ın birbirine benzeyen filmler üreten yapısal özelliğine bakıldığında fiziksel olarak şirketlerin de yan yana konuşlandıkları görülür. Yeşilçam’ın aydınlar tarafından yapılan çok yönlü analizlerinden biri de Vedat Türkali’ye aittir. Vedat Türkali sinemanın yapım olanaklarını ekonomik terimlerle açıklar: “Türkiye’de sinemada da kapitalizm yoktur, özgür, rekabetçi ve bu rekabet alanı kapitalistin lehine olarak açık tutulan bir sinema olmamıştır. Sinemamız bugün, bölge işletmecilerinin, tefecilerin, hammadde ithalatçılarının, stüdyocuların ve sinema salonu sahiplerinin baskısı altındadır.” Vedat Türkali’ye göre, Türk sinemasının açmazlarından biri, içinden çıkamadığı üretim krizinin altında yatan bono sistemidir. Bölge işletmecilerinin film almakta öncelik sağlamak için yapımcılara peşin para vermeleri ya da kredi açmalarıyla üretim ilişkileri de değişir. İşletmeciler, iş yapacak film tasarıları için önceden yapımcıya avans vermeye başlarlar. Bu, onların, filmin konusundan oyuncu seçimine, senaristinden yönetmenine dek üstünlük CUMHURİYET KİTAP SAYI kurmalarıdır bir anlamda da… Bölge işletmecileri kendi bölgelerinin talepleri doğrultusunda filmler ısmarlar ve yapım şirketlerine film üretmeleri için avans verirler. Bu paralarla başlanan filmler çek ve senetle bitirilir. Yapımcılar, filmlere kendi paralarını yatırmadıkları için, çaresiz bir şekilde bölge işletmecilerine ve yıldızlara bağlıdırlar. Çünkü sevilen bir yıldızın filmi iyi iş yapmaktadır. Yani, dönemin üretim ortamında bir kısırdöngü ve kaos her alanda egemendir. Altmışlar sineması yıldız sisteminin, furyaların, seyirci ve sinema ilişkisinin yoğunluğunun, türlerin, eğilimlerin, kuramsal sinema tartışmalarının zengin olduğu yıllardır. Bir yanda “halk sineması” kavramının ne olduğu tartışılmakta, diğer yanda Türk sinemasının kültürel kaynakları sorgulanmaktadır. Bu kuramsal tartışmalar yapılırken sinemanın asıl kaynaklarını yabancı filmler ve yerli edebiyat uyarlamaları oluşturmaktadır. Çoğunlukla sinema eğitimi almadan ustaçırak ilişkisi ile sinema sevgisini bir mesleğe dönüştüren altmışlı yıllarda film üreten bir kuşağın ister istemez etkilendiği sinema “Hollywood”dur denebilir. Sinemaya olan ilgisini sıradan seyirci olmaktan öteye taşıyabilen yeni kuşak üzerinde Avrupa sinemasının etkileri de görülür. Yönetmenlerin çoğu konum olarak öykü sinemasına hizmet eden gerçekleştiricilerdir. Kendi dilini yaratmaya çabalayan sayılı yönetmenin yanında çoğu yönetmen sadece geleneksel anlatının işlerliğine yardımcı olmaktadır. Yani, filmlerde biçimin ve yönetmenin tarzının ortaya konmadığı, öykünün ön planda olduğu bir anlatı biçimi yakalanmaktadır. Sinema yapan herkes kadar, senaryo yazarları da birdenbire artan üretim talebi karşısında kendilerini tekrar etmek zorunda kalırlar. Seyirci bıkana kadar kalıplar yinelenir ve sonra ufak tefek değişikliklerle seyircinin beğenisi yeniden kazanılmaya çalışılır. Yeşilçam sineması, altmışlarda film üretenlere, tür filmleri açısından bir daha görülmeyecek cesur denemelerin yapılmasına olanak sağlayan bir üretim ortamını da sunar. Örneğin, fantastik filmler ve western filmleri bu dönemde üretilmeye başlanır. Güldürü ve melodram ise piyasanın ağırlıklı olarak başvurduğu türler arasındadır. Bu iki ayrı türün karıştığı ara türdeki müzikli filmler ise altmışların tipik özelliklerinden birini oluşturur. Melodramın anlatı yapısı içinde zaman zaman yan karakterlerle sokulan güldürü unsurları ve ille de bol şarkılı sahneler filmlerin vazgeçilmezleridir. Bir süre sonra film pahalı olmasına rağmen kaçınılmaz olarak renkli film üretimine geçilir. Çünkü acımasız rekabet ortamı film yapımcılarını yenilikleri denemeye itmektedir. Sinemanın ekonomik anlamda destekleyicisinin halk/seyirci olması film üretiminde yapımcıların tavırlarını doğrudan etkiler. Bölge işletmecileri kendi bölgelerinin talepleri doğrultusunda filmler ısmarlar ve yapım şirketlerine film üretmeleri için avans verirler. Bu paralarla başlanan filmler çek ve senetlerle bitirilir. Yapımcılar, filmlere kendi paralarını yatırmadıkları için, çaresiz bir biçimde bölge işletmecilerine ve yıldızlara bağlıdırlar. Çünkü sevilen bir yıldızın filmi iyi iş yapmaktadır. Yani, dönemin üretim ortamında bir kısırdöngü ve kaos her alanda egemendir. Para kazanmak isteyen ve borçla film yapan yapımcının seyircinin beğenisine sadık kalmaktan başka şansı yoktur. Kısaca, bu seyirci olmasaydı bu filmler yapılamazdı, denebilir. Ancak tüm sorumluluğu sadece seyirciye yüklemek doğru değildir. Yeşilçam, altmışlardaki üretim dinamiğinin bir sonucu ve eseridir. Günümüzde Yeşilçam filmlerini bu kez televizyon yoluyla evlerimizde ağırlamaya devam etmekteyiz. Bir başka deyişle Yeşilçam hayatımızın bir parçası olmayı sürdürmekte ve önemli bir olgu olarak günlük yaşamın içinde yer almaya devam etmektedir. Sinemaseverlere, kitapseverlere, hepimize Yeşilçam konusunda kaynaklık edecek bu kapsamlı çalışmayı olabildiğince özetleyerek aktardım sizlere. Ötesi sizlerin ilgisine kalıyor. Serpil Kırel’i kutluyor ve yeni çalışmalarını merakla bekliyoruz... ? Yeşilçam Öykü Sineması / Serpil Kırel / Babil Yayınları/ 330 S. 834 SAYFA 13