Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Eski edebiyatı bilmeden günümüz edebiyatını yeterince kavrayabilir miyiz? Eski edebiyatın dokusundan çağdaş edebiyatın özsuyuna öyle bir geçişme var ki, bunu sezmek özel bir yetenek işidir. ıllar sonra nice edebiyatçılar, nice kültür insanları da bu dünyadan göçüp, sözlerinin etkisi anıya dönüşünce, edebiyat ortamlarının değeri daha iyi anlaşılacaktır. Ben hep “Edebiyat Evleri” adını verdiğimiz toplantıların yazıda yaşatılmayışına yazıklanmışımdır. Hani sağlıklı insan, sağlıklı olmanın önemini nasıl anlayamıyor, kendine özen göstermiyorsa; nice önemli edebiyatçıların katıldığı söyleşi toplantılarını da yeterince değerlendiremiyor, unutulmuşluğa bırakıyoruz. Özellikle eski edebiyata yakınlığı olan kişiler ölünce, anısı bile kalmayınca, altın değerindeki sözler de sessizliğe gömülüyor. Eski edebiyatı bilmeden günümüz edebiyatını yeterince kavrayabilir miyiz? Eski edebiyatın dokusundan çağdaş edebiyatın özsuyuna öyle bir geçişme var ki, bunu sezmek özel bir yetenek işidir. Belli bir edebiyat ortamında doygunluğa varmadan o geçişmenin gizlerine ulaşılamaz. Aslında dar çevrenin ortamıyla geniş çevrenin ortamında da olsa, insan, kişiliğini korumak zorundadır. Hamlığını belli edenin o ortamda yeri yoktur. Hani Bektaşi Meclisi’nde kadeh elden ele dolaşır da, sofra yöntemine uymayan, cıvıtan kişiye belli etmeden, içki dağıtana işaret eder Bektaşi Babası. İçki dağıtan kadehi ona boş verir. “Boş vermek” böyle bir davranıştan gelse bile, bu söz, daha nice değişmeceli anlam kazanmıştır. Edebiyat ortamında da öyledir. Ham ervah bir ozan gelir de “ahkâm kesmeye” kalkarsa defteri dürülür. Metin Altıok, incelikler insanı Cemal Süreya’ya “Ankara Prensi” derdi. Sofrada oturuşunda, dinleyişinde, sözü Y Mustafa Şerif ONARAN Dergilerden Edebiyat Ortamları uydurmuş bunları Salâh” diyordu. Anıların sisleri arasında belirsizleşen gerçek, yazarın gerçeğine dönüşürken yaşadığımız gerçek olmaktan çıkar. Artık “Zaman”da, “Mekân”da değişir. Düşlem gücümüzde yaşayan bir başka “Edebiyat ortamı” doğar. Edebiyat ortamlarını anlatmanın ustası Muzaffer Buyrukçu, sofraların “Mareşal”i, edebiyat dünyasının başına “Buyruk”, “Muzo”suFikret Otyam dur. Belli bir günü bilir, o günün ayrıntıları üzerine notlar alır, sonra o günü yazması günler sürer. Kimi edebiyat ortamları oraya gelenlerle ünlüdür. Örnekse “İkbal Kahvesi” Orhan Kemal’le anılır. Nurer Uğurlu ile Fikret Otyam Orhan Kemal’i yakından tanıyan edebiyatçılardı. Aralarında kuşak özelliği gösteren yaş ayrımı olmasına karşın, Orhan Kemal, onlara arkadaş yakınlığı içindeydi. Muzaffer Buyrukçu da Orhan Kemal’in arkadaşlığını kazananlar arasındaydı. Muzaffer Buyrukçu’nun günlükleri alıştığımız anlamda günlük değildi. O, günlüklerinde bir edebiyat ortamı yaratmak istiyordu. Olayları anlatmakla yetinmiyor, edebiyatçıların ruh yapılarını, davranışlarındaki iç gerçekleri de yorumlamaya çalışıyordu. İç gerçeklerin yorumlanması gerçeğin düşlem gücünde yaşatılması anlamına gelir. Salâh Birsel, Anadolu yakasındaki bir iskeleden Suut Kemal’in bir Boğaz vapuruna bindiğini yakıştırmıştır. Suut Kemal anımsamasa da, ona yakıştırılan bu gerçekte düşlem gücünün inceliği vardır. Muzaffer Buyrukçu, davranış özelliklerine bakarak edebiyatçıların ruh yapısını anlatmaya özen gösteren bir günlükçüydü. Belki de asıl gerçek o ruh yapısındaki iniş çıkışlarda gizlidir. Bir zamanlar kahvelerde “kıraathane” özelliği vardı. “İnternet Café”lerde bir başka ortama geçilirken kahvelerdeki gazete alışkanlığı da kalktı. Gene de “İkbal”de tavla şakırtısı, bilardo toplarının takırtısı, kâğıt oynayanların gürültüsüne karışırken gazete okuyanlar da vardı. Muzaffer Buyrukçu anlatıyor: durmayı bilen, ozanları değişik yönleriyle tanıtan, içtenlikli bir yazar. Ahmet Özer’in üretken bir yazar olduğunu bilirdik. Poyrazoğlu onun zamanı nasıl kullandığını da anlatıyor (SÖYLEŞMENİN BÖYLESİ, “Mülkiyeliler”de Bir Akşam, Ürün Yayınları, 2005) O. Nuri Poyrazoğlu’nun anı notlarında, yaşamanın karmaşasında, baskı dönemlerinin aydınlar üzerindeki etkisi de var. O dalgınlıkta bir edebiyatçıyla karşılaştığı kültür insanlarına şöyle bir değinmekle yetiniyor: “Böyle karamsar duygular içinde yürürken karşı kaldırımda yazar, kitapçı Remzi İnanç’ı gördüm. O da beni gördü. El sallaştık. Küçücük bir mutluluk anı... Tanıyanlar bilirler, Remzi İnanç, salt bir yazar değil, ayrıca dünya tatlısı denilen türden bir güzel insandır. Tanıyanlar yine bileceklerdir ki, Remzi İnanç adı, bir başka güzel insanı, şair Ali Yüce’yi de çağrıştırır” (SÖYLEŞMENİN BÖYLESİ, ‘Bir Öğle Sonrası Kızılay’da, Ürün Yayınları, 2005). Cemal Süreya Metin Altıok dokunduruşunda bile bir başkalık vardı. “Söz dokundurmak” saygı sınırını aşmaya dek gider: Edebiyat ortamının kaldıracağı sözün niteliği, o sözü kullananın kişiliğiyle ilgilidir. “EDEBİYATÇI MEKÂNLARI” “Edebiyatçı Mekânları” üzerine “KİTAPLIK”ın düzenlediği dosya için dergiyi yayıma hazırlayan Murat Yalçın diyor ki: “Salâh Birsel’in ‘Kahveler Kitabı’, ‘Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu’ kitaplarını okuyanlar, edebiyatçı anılarına, günlüklerine meraklı olanlar edebiyatın hayat bulduğu, şiirlerin, öykülerin, denemelerin göğerdiği, dergilerin, kitapların tasarlandığı, parlak fikirlerin çarpıştığı, sevinçlerin, küskünlüklerin, kavgaların arşa değdiği, ustaçırak ilişkilerinin sahnelendiği mekânların, mahfillerin önemini iyi bilir. Nedir bu mekânlar? Kahveler, lokantalar, meyhaneler, barlar, dergi büroları, okullar, gazete binaları...” (KİTAPLIK, Editör’den, Ocak 2006). İlişkiler anıya dönüşüp yazıya dökülünce gerçek anlayışı da değişiyor. Salâh Birsel anılarında Suut Kemal Yetkin’i kanlıca’daki bir vapur iskelesinden İstanbul’a getirecek olur. Rahmetli Suut Hoca “O zamanlar Salâh Birsel ben İstanbul’da bile değildim. Nerden SAYFA 30 Suut Kemal Yetkin “BİZİM TAKIM” Hürriyet’in yeni yıl ekinde bir kırmızı Chevrolet’ye kurulmuş 10 edebiyatçı vardı: Orhan Duru, Kemal Özer, Hilmi Yavuz, Erdal Öz, Adnan Özyalçıner, Ülkü Tamer, Konur Ertop, Doğan Hızlan, Ahmet Oktay, Demirtaş Ceyhun (Hürriyet, Bizim Takım, Türkiye’nin Arkadaş Grupları, 1 Ocak 2006 Pazar). Doğan Hızlan onları “Benim 50 Kuşağım” diye niteliyor: “Bu geçmeyecek, en eskimeyecek, en havı dökülmeyecek tutku: Hepsi edebiyat tutkunu, Hayatlarını ona adamışlar. Edebiyat zevkleri farklı olabilir, müzik konusunda ayrı kulakları da olabilir ama edebiyaNurer Uğurlu tı sevmede, ona olağanüstü saygı göstermede, birbirlerine tekrarla“Orhan madıkları, yazıya geçirmedikleri bir kutsal yeKemal, saminleri var, ona sadıklar.” bahtan Hürriyet’in “Türkiye’nin Arkadaş GruplaOrhan Kemal beri elden rı” ekinde; “Bebek Buluşması”, “İMÇ Plakçıele geçe lar Grubu”, “Kanlı Kanasta Ekibi”, “Siyahlar geçe paçavraya dönen gazetelerde hâlâ okunGrubu”, “Öz Hakiki Aydınlıkçılar”, “İKD’li mamış bir köşe arayanları süzdü, sağ kaşını Kadınlar”, “Panik Atak Ekibi”, “Sıkı Fenerlikaldırdı öfkeyle, ‘Şu lüzumsuz kalabalığa baler Locası1”, “Sıkı Fenerliler Locası2”, Galakın birader. Bir çay içiyorlar ya, bir buçuk gün tasaray’ın Kemik Kadrosu”, “Cuma Dem oturma hakkına sahipmiş gibi davranıyorlar. Akademisi”, “Turgut’un Yeri Buluşması”, Hadi başka yere gidelim”’ (YAŞADIĞIMIZ “Tesis Kardeşliği”, “Beşiktaşlı İşadamları”, ve YAŞANANLAR, Günlükler, Kültür Ba“Okey Buluşmaları”, “Çankaya Dörtlüsü”, kanlığı Yayınları, 2000). Bu günlüklerde Muzaffer Buyrukçu, üçüncü “Sahaf Buluşması”, “Pera Balık Grubu”, “Arjantin Caddesi No: 23 Grubu”, “Eski Basketkişiymiş gibi söz ediyor kendinden. Öykücü çiler”, “Yelkenci Kadınlar Grubu”, “Şairler olmanın tadını çıkarıyor. Bir romanın ipuçlarıGrubu”, “Türk Filmlerinin Musiki Avcıları” nı veriyor günlüğü. gibi arkadaş toplulukları tanıtılıyor. Rumların önemli bir bölümü edebiyat ortaANKARA’DA EDEBİYAT ORTAMI mı oluşturmuyor. Üstelik Ankara toplulukları Edebiyatta toplu üretim dönemine geçildikda anılıyor. Oysa İstanbul’da daha nice edebiten sonra, yaratıcı gücün anılarda kalan büyülü yat ortamı var. ortamları da anlamını yitirdi. Ahmet Oktay esAma bu yeni yıl dosyasında “Türkiye’nin ki arkadaşlarını anarken, “Özen”deki NurulArkadaş Grupları”nı tanıtan Ertuğrul Özkök lah Ataç’ı anımsıyor: “Her insanın kendine ait küçük bir cemaati, “Yakınındaki bir masaya oturur, dikkatle izarkadaş topluluğu, üç beş kişiden oluşan ‘Bilerdik arkadaşlarla: Yılmaz Gruda, Bekir Çiftzim Takım’ı vardır” diyor. Sonra da şu gerçeği çi, Güner Sümer” (KİTAPLIK, Edebiyatçı anımsatıyor: “Her müzmin yalnızın bile mutlaMekânları, Ocak 2006). ka bir arkadaş grubu vardır. Kimseyi bulamaz(Bekir Çiftçi başarılı bir reklamcı oldu. Ellili sa hüzünlü bir geceyi, kendi içindeki öteki ile yılların Ankara’sını anımsamak için arada bir paylaşır” (Hürriyet, Bizim Takım, Kayıp Fotoplanırdık. Bu çağsamaların artık gülünç bir toğraflar, 1 Ocak 2006). anlama dönüştüğü Ahmet Oktay’ın yazısında üzgün bir duyarlılıkla vurgulanmış). KÜLLÜK Ankara’daki eski edebiyat ortamlarını anlaBir edebiyat ortamını ilginç kılan edebiyatçıtan Turan Tanyer, geniş anı notlarından yararların kişiliğidir. O kişilikleri yorumlamak, delanmış. “İstanbul Pastahanesi”, “Taş Mekteğerlendirmek; önce yetenek, sonra birikim işibin Hocaları”, “Mesut’un Yeri”, “Ulus’ta Bir dir. Cadde”, “Üç Nal”, “Bulvar Üzerinde İki PasKÜLLÜK önemli bir edebiyat ortamıydı. tahane” bölümleriyle Ankara’daki edebiyat orNevzat Sudi, genç yaşta, önemli kişilikler betamlarını ana çizgileriyle belirtiyor. lirtmesini bilmiştir (KÜLLÜK ANILARI, Fahir Aksoy’un anılarına dayanarak Posta Mephisto Yayınları, 2004). Caddesi’ndeki “Kürdün Meyhanesi”ni anlatırHikmet İlaydın’ın Küllük’te tanıdığı Nurulken sivil polislerin edebiyatçıları nasıl izlediğilah Ataç’la ilgili bir anısı var. Yazıya o anıyla ne de değiniyor: son veriyorum: “Buralarda herkes birbirini ‘Şairdir’ diye “Nurullah Atâ’yı öğrencilik yıllarımızda gösterirdi. Şair masalarına komşu masalardaki Küllük’te görürdük. Bir öğle sonu genç bir şamemurlar, şairlerimizi, ressamlarımızı yakınirle tavla atışını hatırlıyorum: Ha bire köpürüdan tanırlar, görevdir, izlerlerdi” (KİTAPyor, dili dolaşıyor, pulu kırıldıkça, ‘Bubu beni LIK, Ankara’da Eski Mekânlar, Ocak 2006). yenmiyor, tetete’dip ediyor’ diye ortalığı çınDönemler değiştikçe, günümüze doğru yeni latıyordu” (Te’dip ediyor: Edeplendiriyor, yoedebiyat ortamları oluşmaya başladı. la getiriyor) (TÜRK DİLİ, Bir İki Anı, Mayıs O. Nuri Poyrazoğlu “Sofralarda”, “Salon1977).? larda” yapılan söyleşileri bir kitapta toplayarak yeni edebiyat ortamlarını tanıtıyor (SÖYLEŞBu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı MENİN BÖYLESİ, Ürün Yayınları, 2005). aşağıdaki adrese gönderirseniz memnu?n oluruz. “Mülkiyeliler”de, “Ormancılar”da, “KınaMUSTAFA ŞERİF ONARAN cılarevi”nde, “Tavukçu”da yapılan söyleşilerde Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. nice edebiyatçıyı ilginç özellikleriyle tanıtıyor. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 O. Nuri Poyrazoğlu hep kendinin gerisinde CUMHURİYET KİTAP SAYI 834