22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

asistanı olmuştıı (Kimi hocalar asistan seçerken istisnai yeteneklerden kaçınırlar. İahsin Bekir Hoca, bu tercihiyle de büyüklüğünü göstermiştir)" (s.55). Bu konuda boş bulunup yanlış yapan küçük hocaiarsa daha sonra bu daigınlıklarını kapatma yoluna gidip yaıılarında çalışan görevlileri başka yerlere sürdürmek ya da onların görevlerine son verdirmeİc için her türlii düzenin içine girebilmekte, her türlü dolabı çevirebilmektedirler... Gün Doğmadan'ı Şubat 2003'te okurken şimdi artık Yıldız Teknik Üniversitesi'nin yerleşkelerinden biri olan eski Davutpaşa Kışlası'ndaki odamda, Haziran 2003'te okurken de gene o yerleşkenin büyük bahçesindeki görkemli çam ağaçlarının uyancı kokuları altında oturuyor ve 19982002 yılları arasında bana sıkıntılar çektirmiş olan, "yeterince kalifiye olmadığım" karalaması çıkararak ekmeğimle oynamış olan bölüm başkanının elinden o yıllardaki rektörümüz Prof. Dr. Ayhan Alkış'ın beni güçlükle kurtarabildiğini, o yıllardaki çeşitli tanıkların ilgisizliklerini vc duyarsızlıklarını işte bu tür koşııtluklar kurarak gözürnün önünde yeniden canlandırıyordum. Alpaslan Işıklı Hoca, Gün Doğmadan adlı kitabını "Öğrencilerime.." diyerek kendi öğrencilerine adamış. Ben, bu kitaptan öğrendiklerimin çokluğunu göz önüne alıp kendimi de onun öğrencilerinden biri olarak görüyorum ve kitabın bir anlamda bana da adanmış olduğunu varsayıyorum... ÜLKESİNE VE EMEKÇİLERE ADANMIŞ BİR YAŞAM Alpaslan Işıklı, yaradılışının ve çeşitli tanıklıklarımn da ctkisiylc kendisini ülkemize ve emekçileri savunmaya adamıştır. "Sosyal adalet, eşitlik gibi tutkunu (oldıığu) konular" (s.43), onu işçi sorunlan, işçilerin örgütlenmeleri gibi alanlarda çalışmaya yöneltmiştir: "Başından beri sendikalarla yoğun ilişkilerim oldu" (s. 44)... Bu yoğun ilişkiler, Alpaslan Işıklı'ya çok gcniş, çok derin gözlemler yapma, siyasetsendika ilişkilerini bilünsel bir nesnellikle çözümleme, çok çeşitli insanlan yakından tanıma oianaklarını vermiştir. Alpaslan Işıkiı'ya göre, Türklş, Atlantik ötesinden AAFLI adlı bir Amerikan örgütünün denetimi altında "partilerüstü politika" sürdürmüştür (s.124, s.222, s.227). O yıllardaki DİSK'e, genel başkanlığa Abdullah Baştürk'ün seçildiği 2226 Aralık 1977'ye dek sürmüş olan Moskova'nın TKP kanalıyla yaptığı etkileri (s.144, s.147), 1980li yıllardaki me mur sendikalarında Avrııpa sermayesinin etkileri söz konusudur (s.144, s.244). Oysa Alpaslan Işıklı, Mustafa Kemal Atatürk'ten almış olduğu ışık ve esinle bağımsız bir Türkiye'den ve kökü dışarıda olmayan örgütlerden yanadır. Ona göre, 12 Eylül'ün de kökü dışarıdadır. Basına yansıyanlardan öğrendiğine göre, "(12 Eylül darbesini) Carter'a ileten CIA istasyon şefi Paul Henze, 'Bizim çocuklar başardı' demişti" (s.167, 168). Alpaslan Işıklı, bu basın bilgisinin ötesine geçen derin bakışlı bir değerlendirme yaparak da 12 Eylül'ün kökü dışarıda bir darbe olduğunu vurgular: "Birisinin ekmeğiyle oynamak, bizim geleneğimizde yoktur. Bu, büyük bir 'günah' sayılır" (s. 210), "... karşıtlarının ekmeğiyle oynamak, Amerikan devlet politikası çerçevesinde gclcnckselleşmiş bir mücadele yöntemi dir. 12 Eylül'ün bu yöntemi benimsemiş olması da hangi etkilerle biçimlendiğinin kanıtlarından biridir" (s. 227); "1402 sayılı sıkıyönetim yasasına göre, kamu kesimindc çalışan bir yığın insanın, herhangi bir neden gösterilmeksizin, sorgusuz, sualsiz, önceden haber verilmeksizin, savunmaları alınmaksızın ve emekli olmasına bir gün dahi kalmış olsa, tüm emeklilik haklarını yitirerek kamu kesiminde çalışmaktan men edilmiş olmalan, ülkemizin gelenekleri içinde benzeri bulunmayan bir uygulamadır. 12 Eylül'c özgüSAYFA 20 dür. Bu durum da bir kere daha kanıtlamaktadır ki 12 Eylül'ün kökü dışarıdadır" (s.211). Oysa 12 Eylül darbesini yapanlar ve o yılların yöneticileri, kökü dışarıda olmak şöyle dursun, kendilerini en gerçek Atatürkçüler olarak tanıtmışlardır. Buna karşdık Alpaslan Işıklı onları şöyle tanımlıyor: "12 Eylül öncesi anarşiden ya rarlananlar, 12 Eylül'ü kullanarak Kemalist devleti yıkıp, onun yerine uluslararası sermayenin kayıtsız şartsız egemenliğine dayalı bir yeniden yapdanma sürecini başlatmak isteyenler olmuştur. Bu yeniden yapılanmanın ilk ve en önemli aktörü, Recep Ergun'un partisinin genel başkanlığını yapmış olan Özal'dır. Recep Ergun, 12 Eylül öncesi anarşinin gerçek faillerini bulmasına yardımcı olacak sınır sız yctkilerle donatılmıştı. Bunu yapmamıştır" (s.216). I ler şeyin birbirine özellikle karıştırıldığı böyle bulanık ve kara günlere Alpaslan Işıkîı'nın kazandırdığı bir açıklığı, kendilerini ülkeleıine ve emekçilere adayan bütün Kemalistler iyice bellesinler diye burada anıyorum: 12 Martgünlcridir. Cahit Talas Hoca iyimserliğini korumaya safça çahşmaktadır. Âma daha sonra gözaltında tutulduğu on sckiz gün boyunca kendisine "çok hoyratça" davranmışlardır. Salıvcrildiğinde çok sarsılmış bir durumdadır. "Kendisi gibi yurtsever ve Atatürkçü bir insana böyle şeyler yapılmasını bir türlü kabul" edenıemektedir. Alpaslan Işıklı bu düğümü şöyle çözüyor: "Tam da öyle insanların hedef alındığını söylediğimde kafasındaki önemli bir düğümün çözülmesine yardımcı olduğumu hissetmiştim" (s.106). 12 Mart günlerinde de Muammer Aksoy, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Uğur Alacakaptan, tlhan Selçuk, Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı Mümtaz Soysal, Uğur Mumcu, Doğan Av cıoğlu, Bahri Savcı gibi düşünürler, bilim adamları tutuklanmışlardır. Tutukluluk günleri Atatürkçülüğü küçük düşürme günleridir. 12 Eylül'de Ankara Emniyet Sarayı'nda tutuklu bulunan Prof. Sadun Aren faJakaya yatırılmış, "yetmiş yaşlanndaki ak saçlı Nuri Koçtürk Hoca"nın gözaltındaki karşılaşmalarında ilk söylcdiği "Bcni kazma sapıyla dövdüler Alpaslan!" olmuştur (s.179). Emre Kongar'ın "Atarürk'ü ve Atatürkçülüğü Kim Yozlaştırdı" başlıklı gazete yazısındaki şu tümcelerini okuyalım: "12 Eylülcüler, sadece öğrencileri Atatürk'ten soğutacak önlemlerle yetinmediler: Hapishanelerdeki uygulamalarda Atatürk'ün Nutku'nun okunmasını ve îstıklal Marşı söylenmesini, ceza olarak kııllanma yoluyla bütün sanık ve mahkumların bunlardan ncfret ctmesine yol açtılaı" (Cumhuriyet, 15 Kasım2004). Emre Kongar'ın bu belirlemelerine, Alpaslan Işıklı kitabında şöyle tanıklık ediyor: "Her gün eli sopalı bir zavallının yönetiminde Istiklal Marşı söylenirdi. Bu esnada gördükleri muamele, özellikle genç insanları, dünyanın en giizel sözlerini ve melodisini bir araya getirmiş olan muhteşem marşımızdan i>oğutmak için hazırlanmış bir programın gereği gibiydi. Bir gün ortaokul yaşlannda bir gnıp da aynı salona getirildi. Onlar da bazı hoyratlıklara manız kaldılar. lddiaya göre, okullarında Istiklal Marşı söylenirken gülmüşler. Şikâyet eden de öğretmenleriymiş" (s.180). "KAPİTALİZMİN HOYRATLIKLARI" "Kapitalizmin hoyratlıkları karşısında çılgına dönen kimilerinin, bir uçtan diğer uca sarkaç gibi devindikleri" (s. 49) görüşünü doğrularcasına davranan "Türk aydınlarının önemli bir bölümü", 27 Mayıs'ın yarattığı baş dönmesine kapılarak "dramatik bir serüven'Me ilkin işçi sınıfının öncülüğü düşüncesi çevresinde top düzlemlerde yer alan aydınların bir bölü münü etkisi altına almıştır. Evet, tıpkı "bir uçtan bir uca sarkaç gibi". Alpaslan Işıklı bu son dönemi, "19. yüzyıl vahşi kapitalizminin" (s.274) hortlatılmış biçimi olarak değerlendirir. Gün Doğmadan kitabının önemlice bir bölümü ve özcllikle de son bölümceler dünyamızı saran bu yabanıl sömürü düzeninin eleştirisine aynlmıştır. Bu eleştirilerin her biri nesnel ve somut dayanaklara yaslanarak yapılmış, çöziim önerileri sunulmuştur. Çünkü başta da belirtmiş olduğum gibi, Alpaslan Işıklı yılgın ve umutsuz bir kişi değildir; tersine umutlu ve iyimscrdir: "Uluslararası sermayenin yörüngesi dışında herhangi bir deınokratik rejime yaşama şansı tanınma dığına göre, sosyalizmin gerçekleşmc şansının bıılunmadığı söyleııebilir ıni?" (s.260). Bunun yanıtını gene Işıklı'dan alalım: "Diınya ııın vc toplumların değiştırilmesinin koluy olınadı ğını görmüştünı Ama bu, lıiçbir zaman, hiçbır şcy yapmamak gerektiği aıılamına gelmemiştir beniın için" (s.79). Işıklı'nın, bu savaşımcı tutumu hiç bılakmadığı ortadadır. Yaşamış olduğu deneyimler, her bin çok acı da olsa, bir gcrçeği bilinçlc <>zümseınesine yaramıştır: Kemalist 'I'iirkiye (^uıııhurivetı emperyalızmin s.ıldı rısı altındadır, bu nedenle onu bu tehdilteıı kurtarınak gerekır. Tıpkı, "uluslararası kapıtalızme karşı ilk mücadele bayrağını açmıs, bulunan Mustala Kemal" gibi (210) Alpaslan Işıklı, savaşımını şöyle gerekçelendirir: "... demokrasiye yönelık en büyük tehdit, piyasa ekonomisi içinde oluşan ve günümüzde uluslararasılaşmış bulunan tekelci sermayenin varlığından kaynaklanmakladır" (s.261). 12 Eylül de, 1970'lerdebaşla yan dünya ekonomik bıınalııııının bir sonucu olarak gerçekleştirilmiştir; onun betimlemesine göre, 12 Eylül, "Türkiye C.umhuriyeti'ne karşı bir darbe"dir(s.l85). Alpaslan Işıkiı'ya göre, Türk aydınlannın önemli bir bölümu 27 Mayıs 1960 sonrasında. 1961 de kurulmuş olan TlP'ln ve 1967'de Türklşten aynlanlann kurmuş olduklan DlSKln çevresinde toplanmışlardır. lanmış, daha sonraysa " 12 Mart'a doğru 'Kemalist ordu'yu (...) umut bağlanacak başlıca güç" olarak görmeye yönelmiş (ss.4953), 12 Eylül'den sonra da, Sadun Aren örneğinde olduğu gibi, yeni liberalizmin savunucusu olmuştur: "Sadun Aren, son zamanlarda kapitalist küreselleşmelerden yana tavır alınca, onun geçmişini bilen pek çok öğrencisi gibi şaşırıp kalanlardan birisi de ben oldum" (s.26). Alpaslan Işıkiı'ya göre, Türk aydınlarının önemli bir bölümü 27 Mayıs 1960 sonrasında, 1961'de kurulmuş olan TÎP'in ve 1967'de TürkIş'ten ayrılanların kurmuş oldukları DlSK'in çevresinde toplanmışlardır. 12 Mart 1971 öncesindc ise "Kemalist ordu" düşüncesinin çevresinde toplanmış olanların "DtSK'ten DevGenç'c kadar çok geniş bir kesimi" oluşturdukları gözlenmiştir. 12 Eylül'den sonraki dönemde yeni liberalizm de denilen küreselleşme, daha önceki düşünsel GÜN DOĞMADAN'IN ÖZELLİKLERİ Gün Doğmadan, Alpaslan Işıklı'nın, benimsediği siyasal öğretiyi ya da geniş anlamıyla dünya görüşünü ve gözlemlerini sergileme ve savunma ycri değildir yalnızca. Kitapta Işıklı'nın güldürüye çok yatkın yaradılışı neredcysc her sayfada açık açık ya da satır aralannda kendini göstermektedir. Işıklı da yaradılışının bu özelliğini biliyor: "Şakasız yaşayamayan ben" (184); "Bense işin içine şaka katmadan hiçbir sohbeti yürütemem" (s. 132) diyor. Ama bu şakaseverliğin ussal nedcni de vardır ona göre. Şöyle: "mizah, (...) eğlence ve özeleştiri ortamı olııştıınır" (s.31). Kitap boyunca pek çok yerden fışkıran bu ince güldürüyü "kara güldürii" olarak nitelendirmek doğru olur. tşte bir kara güldürü örneği: Karısının yüksek kolesterol içermesi nedeniyle eve sokmadığı ciğer ezmesine Alpaslan Işıklı'nın gözaltındayken kavuşması: "Şimdi Emniyet Sarayı'nda ciğer ezmesine kavuşmuştum" (s.183). Kara güldürüden bir örnek daha: "O zaman anladım ki Emniyet Sarayı'nda gcçirdiğim bir hafta, bana pek iyigelmemişti" (s. 187). Gün Doğmadan'ın başka bir özelliği K İ T A P C U M H U R İ Y E T SAYI 78
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle