25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

apura gclmediniz. Kimbilir kimdiniz! Vapıır diidük çalarkcn koşarak jcton kulübelerini katedecek, tck eğlenccsi telaşlı yolculara takılmaktan ibarct turnikeyi ancak ikinci hamlede geçebilecek, ama iskele kapısını kapatmak için o son bir kişiyi hep bekleyen Denizcilik lşlctmeleri memuruna belli belirsiz selamınızı yinc de esirgemeyecektiniz. Eldivenlerini çoktan takmış çımacılar, gözleri sizde halatları çözerken, yetişmiş olmanın keyfiyle bir an solııklanacak ve demir tekerleklerinin sesi kulaklarımıza annelerimizin ninnileri kadar aşina tahta iskeleler betona çekilirken, alt güverte demirlerine ayaklannı dayamış yolculardan sevincinize katılan kim var diye gözleyccektiniz. Işte ben oracıktaydım. Sizden önceki son yolcuydum ve o sabahki altıncı sigaramı yeni yakmıştım. Beşinciyle altıncı arasındaki yolculuğumu anlatmak için sizi bekJiyordum. Yoksa ilk dördünden mi başlamalıyım? Ilki evde, kahveyle birlikte, sonra ikisi Belvü Durağı'nın az ilerisindeki o kahvede, dördüncüsü eve dönerken, çay parasının üstünü pcşimden koşup yetiştiren çocuğun gülüşüne seviniverince. Fenerbahçe'yi bilir misiniz, yalnız şimdikini değil ama, cskilerini de. Benim hayal meyal hatırlayabildikkrim ancak ellili yılların ikinci yarısına kadar uzanabiliyor. Ondan öncesini en çok 'Otuzların Kadını'ndan öğrendiın, Tomris Uyar'ın giizel dilinden. Bir de Müfit Ekdal'in 'Bir Fenerbahçe Vardı' kitabından. Gökçeada'daki o yaşlı Rum garsonıı da unutmamalıyım; hani şu otuz yıldır Istanbul'a gelmeyen, Fenerbahçe'yi sormayan, yine de annemin Belvü Durağı'nda oturduğunu duyunca kızıma çay tabağı içinde lokum getiren. Benim çocukluk anılarımda Fenerbahçe, babamın Kalamış'taki dayısı Rasim Us'lara yapılan mutat yıllık ziyaretin ardından. açık tramvayla çıkılan bir efkâr dağıtma gezisidir. Babamın Hakkı Tarık, Asım ve Rasim beylere ve onların Vakit gazetesine dair bitmeyen anılarına kanşan dondurma beklentisidir. Evden uçtuğum yıl teselli olsun diye edinilen ve önce 'annemler'in şimdi yalnızca annemin oturduğu daire. Teodoridis'in bahçesinin çevresine dizilen, yine de ortada koca bir park artmasını engelleyemeyen sayısız apartmanlardan birinin ikinci katıdır. Annemde yatıya kalmışsak, sabah ne yapar eder kızım uyanmadan kıyıya giderim. Saray terzisi Botter'in dört kızına yaptırdığı dört yazlıktan 'Villa Mon Plaisir'in dört mevsimi resmeden renkli seramik tablolarıyla selamlaşır, sonra ikinci köşkün yerine kurıılan iki apartmana ve et lokantasına dönüşmüş üçiincü köşke bakmadan karşıya geçerim. Sahilden yat limanını ve çirkin yeşil demirleri silip kcndime çay söylerim. Sabah çayını Fenerbahçe'de içnıiş isem gün boyu çocukluğumu yanı başımda hissederim. O sabah da eve dönüp önceki V Hikâye Eleştirileri Fethi Naciden Feride Çiçekoğlu Son Bir Kisi ve sonraki neslimle vedalaşarak yalnızca çocukluğumu yanıma almış ve yeniden kıyının yolunu tutmuştum. Fenerbahçe Burnu'na ayrılan kavşaktaki dıırakta otobüs beklemeye hazırlanıyordum. Derken yanı başımda bir dolmu§ delirdi. Sarı rengi iğreti duran, yaşlı ve onurlu, boş bir dolmuş. Şoförü, 'Gidiyor mu?' ya da 'Nercye' anlamındaki anlamsız el işaretimi görmezden gelip benim kahveye yöneldi ve kendine bir çay söyledi. gözünii, Belvü'nün ahşap giinlerini gölgelemis., yol ortasındaki görkemli sakızağacına daldırıp bir sigara yaktı. Ben şimdi dikilmiş ona bakıyorıım. Dolmuş filan umurumda değil; çoğu kez karda yağmurda tek başına oturduğum kahvenin tiryakisi oldıığu bir bakışta sezilen şoförle bir sohbet kapısı arıyorum. Çay söylesem olmaz... Onıınki önce bitip de gidiverirse otobüse kalırım. Hayli tereddütten sonra kaldırımın kenarındaki taşa çöküp sabahın beşinci sigarasını çıkarıyorum. O çay parasını öderkcn, sigarayı aceleyle söndürmeye yelteniyorum. "Iç, iç," diyor bana. "Acelen yoksa bitir!" O direksiyona, ben ön koltuğa yerleşiyoruz. "Sabahtan beri bu benim üçiincü..." "Benim beşinci..." diyorum, övünülecek şeymiş gibi. Orduevi Durağı'nda bekleşen, orta yaşlarını gerilerde bırakmış yolculara hiç aJdırmadan geçiyor. Ona yöneltmemeye özen göstcrdiğim soru dolu bakışlarımı yine de yakalıyor. "Bunların hepsi emekli... Emeklinin kalantoru taksiye biner; kalanı inat eder, otobüs bekler... Bak inanmıyorsan..." Durup geri vitese takmaya üşenmiyor; durağa doğru sesleniyor: "Kadıköy, Kadıköy... On bin lira!" Emekliler sabit baluşlarını dolmuştan koparıp otobüs beklenen yöne çeviriyorlar. Kahkahamı duyuyonım. Az sonra üç cr üzerine bahse turuşuyorıız. "Bınmezler," diyorum ben. "Bınerler de biner liralarını vermezler," diyor o. Erler binip arka koltuğa yerleşiyorlar. Daha Yelkcn Pastanesı'ne varmadan orta koltuğa ve benim yanıma da birıleri biniyor. "Gördün ya doldu," diyor Ayanoğlu Caddesi'ni üçiincü viteste tamamlarken. Bağdat (^addesi'ne dönıiştcki ışığı kaçırmamak için gaza basıyor ve sesinden şikâyet yükselen arabasını rahatlatmak için açıklamada bulunuyor: "Aman yeşil yanıyor... Topuklayalım biraz!" Kızıltoprak'taki trafik sıluşıklığında, bu acelenin daha çok müşteri taşıma kaygısından değil, her tur arası Fenerbahçe'de içilen çaysigara sevdasından kaynaklandığını öğreneceğim. "Doğduğıı yer içinden çıkmıyor insanın. Her şeyden kurtuldum, şu Fenerbançe'den kurtulamadım" diyecek bana. "Içimde kaldı; çocukluğumda taşınmışız, belki ondan..." Şimdilerde Maltepe'nin ötelerinde bir yerlerde oturduğunu, annesiyle babasının Yakacık'ta gömülü olduğunu, onları bırakmamak için değil, ama imkânsızlıktan Fenerbahçe'ye taşınamadığını anlatacak. Köprü boşalana kadar KadıköyFenerbahçe yaptığını, sonra karşıya çalıştığını, ama bunalınca yine de Fenerbahçe'ye kaçtığını... Söğütlüçeşme civarında ben felscfi yorumlar getirmeye kalkacağım; "lnsan, sürekli içinde yaşadığı şeyleri kanıksıyor. Özlediklerimiz daha uzun ömürlü oluyor. Kimbilir, belki Fenerbahçe'de orursak, kıyıda çay içmenin tadı kalmayıverirdi... Belki böylesi daha iyi!" Alrıyol'a yaklaşmaktayken arka sıradaki üç er, paralarını yolladıklarından çocukluk anılarımız kesintiye uğmyor. Avucundaki burus. burıış, yorgun on binliği gösterip "Bak! " diyor usulca. Yüksek sesle, "Üç bin lira daha," demek üzereyken, onu susturuyorum. Çantamdan beş bin lira çıkarıyorum. Askerlerin eksik parasını kimin kime ısmarlayacağını tartışmaya girişiyoruz. " Yok, vallahı olmaz, bu da benden olsun!" "Olmaz, çıkardım işte. Hem bahsi kaybettim..." "Sen onu çantana geri koy." "Sen bunu al ki beni hatırlayasın..." "O zaman başka; seni iki kere on binden götüreceğim... Unutma..." Birden gözü dikiz aynasından arkamızdaki arabaya takılıyor: "Bak, arkamızdaki 48; ne kemiklı araba... Ben hastayım ona... " Dikiz aynasından göremedı ğimiz için dolmuşça geri dönüp arka camdan hep beraber 48 model kcmikli arabaya bakıyoruz. Şimdi orta sıra da sohbete katılıyor: "Bu kaç model?" "Bu 52; Atatürk'ün arabasının eşi..." "Olur mu canım, Atatürk'ünki 36!" "Vallahi eş; siyahken tıpkısıydı..." "O zaman 52 değil!" "Ruhsatta öyle yazıyor..." "Belki trafiğe geç çıktı..." Torpido gözünden çıkarılan ruhsat dolmuşta elden ele geziyor. Iskeleyi geçmiş olduğumuzu da o zaman hep birlikte fark ediyoruz. Telaşla dolmuştan boşalıyoruz. "Sizi tanıdığıma çok sevindün," diye bağırıyorum arkasından, ona vc arabasına.. Duyuyor mu bilmiyorum, ama nereye gittiğini bilıyomm. Koşarak Beşiktaş vapuruna yetişiyomm. Sizden bir önceki yolcu olarak alt giiverteye yerleşiyorum ve yanımdaki çıklet çiğneyen kızla suratsız oğlanı gözüm tutmadığı için bu öyküyü yalnızca size anlatmaya karar veriyorunı. Ve siz gelmiyorsunuz. Bekleyişimde yalnız olmadığımı, iskele kapısını kapatmak için yolunuzu gözleyen memurun düş lurıklığından anlıyorum. Ama beni asıl şaşırtan ne oluyor biliyor musunuz? Yayvan çiklet çiğneyen kız, kapanmakta olan kapıya umutla bakarak, suratsız oğlana diyor ki: "Hadi, son bir kişi!" "Haa, hep olur değil mi?" İşte o zaman, Haydarpaşa Mendireği'nde nöbet tutan sıra sıra karabatakları, oymalı kaidenin tepesinden Ahırkapı açıklarındaki şilepleri gözleyen bembeyaz martıyı, lodosla poyrazın buluştuğu yerden süzülen ışığı, dolmuşçuyu, emeklileri, erleri, yambaşımdaki kızla oğlanı; hepsini, ama hepsini ve elbette bir de sizi Heybeli Ada'ya, o kıyı meyhanesine davet etmek geçiyor içimden. Hani Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, sabah rakısını içen Ahmet Rasim'e rastladığı yere. Fenerbahçe'den Haldun Taner'i, Burgaz'dan Sait Faik'i alıp hep birlikte gitsek oraya, lodosla poyrazın Istanbul'a has ışık oyunlarını Ahmet Hamdi'den dinlesek; Yalıda Sabah'ı, karabataklarla martıları Haldun Taner'den... ve Ahmet Rasim sorsa hepimize, 'Bestenigârımı sever misiniz?' diye... Kadehlerimizi, genç yaşta vcremden ölen güzel Nigâr için kaldırsak ve tam, hep birlikte, 'Ben böyle gönüller yakıcı bestenigârım,' ile hüzne dalmak üzereyken, Sait Faik 'Hşşt, hşşt' deyiverse... Eminim o kıyı meyhanesinde beklediler hepimizi. Niye yetişemediniz? Sahi, ne oldu da gelemediniz?B K İ T A P SAYI 739 SAYFA 8 9 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle