25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

uruk gülümseyişiyle o; cekctlerimize, gömlcklerimize iliştirilmiş, "Dursun Akçam artık hepimizle," yazısı... Maltepe Camisi'nin avlusundayız. Yazdan kalma bir gün: 23 Eylül 2003 (Akçam'ın ölümü 19.9) A.Alper Akçam'la bakışıyoruz. Bir beklemişlik, sonrasında yaşadığı düş kırıklığı dökülüyor sesinden: "Hcr hafta bekledim, yayımlanır da ölmcdcn önce görür diye umutlandım..." diyor, "Keşkc bu ağır hastalıktan habcrim olabilseydi," diyorum, gcri getirilemez bir kaçırmışlık duygusuyla. Çok değil, birkaç ay önccyi anımsıyorum. Mayısta Ankara Öykü Günlerindc rica etmiştim, öteki yazarların ürünlcrine cğilirken Köy Enstitülü kuşağın öykülcrini dc taramak istediğimi, Dursun Akçam'ınkileri edinebilirsem sevineceğimi bclirtmiştim. Bir kucak kitapla çıkagelmişti kendisi dc bir öykücü olan Alper, hemen ertesi günü. Ah, kim bilir ne çok insan düş kırıklığı yaşıyor her hafta "Kitaplar Adası"yla buluştuğunda... Kitaplarıyla, kitaplarından biriyle, ilk kitabıyla, son kitabıyla kendisini yazacağımı uman kim bilir nc çok yazar olmalı, üstclik bir bölümü, kendileri üzerine yazacağımı biledururken... Ne zor böylcsi! Sırtlarında sorumluluk taşımayanlar bilemez herhaldc... Durmaksızın okuyup yazmak, sonrasında yinc dc yetiştirememck, yazarları sevindiremcmck bir türlü!.. Sonuçta geç kalnııştım işte... üysa ilk tanıdığım öykücüler dcn bıriydi Akçam. Onun Maral (Imcce, 1964 / Dördüncü Basımı için bak.: Arkadaş, 2002) adlı öykülcr toplamını, yayımlandıgı yıllarda okuma fırsatı bulmuştum. Bir başka "Kitaplar Adası"nda Dursun Akçam'ın tüm öykülerine bütünsel açıdan yaİdaşmayı tasarlıyorum zaten. Ne ki ben, yaşamöyküsünden kalkarak yazdığı son romanı Kafdağı'nın Ardı (Arkadaş, 2002) üzerinde durmak istiyorum bu yazıda... B M. Sadık Aslankara Kitaplar Adası Kafdağı... landınyor, sonrasında söylenlc karıp zaman, uzam konusunda şaşırtmacalar vcriyor. Böylece, yaşamsal olandan epeycc uzakta yazınsallık tcmelinde bir kurmaca zaman, uzam, kişi örgüsü oluşturup bunların büyüyle karılmasını sağlıyor. Bu çcrçevede örneğin köy, kent, kendi yaşamsal gerçekliklerinden kaydırılarak yazınsal gcrçekliğin üzerine oturtuluyor. Böylelikle köy de kent de bir roman köyüne, kentine dönüştürülüyor. Bu yargı kişiler için de getirilebilir. Sözgelimi ağanın yanaşmalığı Mclo, hırsız Bozo, imam nikâhlı kocası askerkcn başkasıyla sevişip hamile kalan Meryem öylc farklı, güçlü anlatılıyor ki, bunları yaşamöyküsüne destek vcrccek kişiler olarak almak olanaksızlaşıyor. Apaçık birer roman karaktcrinc dönüşüyor çünkü her biri. Derinleştirilirken, ayrıntılandırılıyor da; biz bu kişileri okurken, bize dönük ön yüzleri kadar, arka alanlarıyla ilgili zcngin bir döşemeye de gidebiliyoruz. Küçük anlatıcının Melo'yla, Bozo'yla, Meryem'le kurduğu dostluk, ötesinde Meryem aracılığıyla ilk kez tanıştığı "kadın varlık" ("Bendcki Meryem scvgisi hiçbir sevgiye benzcmezdi. Anam descm değildi, bacım değildi, can arkadaşım, sevgilim mi? Hiçbirisi, belki hepsinin bileşkesi!.." [176]) üzcrinde özellikle durmak gerek! Küçük anlatıcıyla birbirine bağlanacak bu kişiler, aralarındaki dostluk, dayanışrna, biraz da Panait Israti'nin Kodin'ini anımsattı bana... Anlatıcıyla bu kişiler arasındaki ilişkiler, olağanüstü içtenlik, sıcaklık, ötesinde şiiril örgü çıkarıyor yapıtta. Doğrusu ya özellikle Bozo'yu, tüm romancıların, öykücülerin, dahası oyun yazarlarının okuyup "talim etme"si gerck bana kalırsa. Bundan olağanüstü güzel filnı öykiisü de üretilebilir herhalde. Bir yanı Halikarnas Balıkçısı'nda, Orhan Kemal'de, öte yanı Panait Istrati'dc bir Dursun Akçam, gerçek bir roman tadı sunuyor yapıtında... Başlangıçta bütün ağırlığıyla kendisini duyuran özyaşanıöyküscl hava, sonradan dağılıp tanı bir kurgu anlatımına dönüşüyor. Roman tadını böyle sağlıyor yazar. Çocuk anlatıcının süreç içinde yeniyetmeliğc geçerken bakış açısı, olaylara yaklaşımı, ilişkileri ele alışı, bu yöndc evrilişi kurmaca gerçckliği gibi yapıtı da pekiştiriyor... Bu usta işi yapıt mutlaka okunmalı, ama sabırla! KAFDAĞI'NA BİR YOLCULUK Gelin yapıtta anlatılanlara, Kafdağı'nın Ardı'nda olup bitenlere göz atalım bu kez de. çocuklukla yeniyetmelik arasındaki bir küçük anlatıcının Ardahan yöresindeki serüvenlerinden oluşuyor... Bu serüven, Keloğlan masallarındaki ya da âşıkların yaşadığı bir "yol anlatısı" yalnızca. Kafdağı'nın Ardı, görmezden geleccktir kcndi köylülerini, önündeki kimi örneklerden harckctle, tepeden bakacaktır dahası onlara... Dursun Akçam, "Köy Enstitüsü "nü bir umut ışığı olarak gösterirkcn iki farklı olgııyu bir arada düşünmennzi de sağlıyor: a) Bu umut, insanları, insanlık larından çıkaracak ölçiidc kcntlilerinden gcçirici bir öğcdir... b) buna ulaşabilmek, enstitüye katılabilmek bile aslanın ağzında lokma konumundadır. Yapıt, bunu vurgulaması açısından da öncm taşıyor bence. Dursun Akçam'ın Kafdağı'nın Ardı'nda anlattığı kimi ayrıntılar budunbilimsel değcrlcr taşıyor yanılmıyorsam. "KAFDAĞI'NIN ARDI'NDAN... Kafdağı'nın Ardı, ycniden düzenlenerck çocuklar için de yayımlanabilir bana kalırsa. Kim bilir ne denli güzel çocuk kitapları çıkar bu romandan. Masal havasıyla karılmış, söylenlerle sarmaş dolaş çocuk kitapları getirin gözünüzün önünc. Yaşamı, o en genel "hayat"ı kendileri için yenidcn yorumlayan... Köy Enstitüsü çıkışlılarca yazılmiş çocuk evrenine yatkın pck çok üründen söz edilebilir kuşkusuz. Belli ki cnstitülüler, acılarla karılı kcndi çocukluklarını, ülkenin yoksul koşullarıyla da harmanlayarak kcndilerini Köy Enstitülerine, aydınlığa taşıyan yılları büyük duyarlılıkla anıp yansıtıyor, yansıtmaya çabalıyor. Bizde bu anılardan, benzer nitelikte diğer örneklerden yola çıkılarak yapılan bir film olmadı şimdiye dek, bildiğinıcc. Kcşke birileri böyle bir girişimıle bulunabilse, o yıllar, perdeye de yansıtılabilse bu biçimiyle... Günün geçer akçe değerlerinc ağzı kulaklarında kucak açan sözüm ona sinemacılar hiç mi gönül indirmeyecek Köy Enstitüsü gerçeğine? Belgeselcilerin şimdiden yerine oturttuğu olgu karşısında öyküsel sinema suskunluğunu daha ne kadar sürılürecekr' Bu arada kitaba yayılmış pek çok yazım yanlışı olduğunu söyleyeyim. Sonra a'larda düzeltme imi kullanılmamış. Örneğin âşık, kâtip, günahkâr vb. sözcüklerin hiçbiri gerektiği gibi yazılmamış. Özellikle son yıllarda, böyle bir kuşak hiç olmamışçasına, bu insanlar yaşamamış ya da bunların ortaya koyduğu yapıtlar, ikinci sınıf yazınsal ürünmüş gibisine davranılıyor... Oysa, bana kalsa "Cındo Öldü Vatan Kurtuldu" başlıklı bölümü devlet görcvlilerine, tüm siyasacılara okuturdum sözgelimi. "Düş mü Görüyordum?" başlıklı bölümse yeniden düzenlcnip ilköğretim okullarının ilk sınıfları için okuma parçası biçimine dönüştürülebilir pekâlâ! Ne çok çilc çekmiş bu insanlar, cnstitülüler! Ama onlar borçlarını ödediler, sıra şinıdi onların torun kuşaklannda... Evet, yazıncı gençlcr, siz düşündünüz mür1 Ncyi, demeyın sakın; topluma borcunuzu nasıl ödeyeceğinizi tabii... 17 Nisan Aydınlanma Bayramınız kutlu olsun!» K İ T A P "KAFDAĞI'NIN ARDI" Kafdağı'nın Ardı, anlattıkları kadar, anlatma biçimiyle de dikkati çekmeyi başaran bir roman. Yoksa Akçam'ın anlattıklarına, kuşaktaşlarından olsun olmasın, pek çok yazarın yapıtında rastlamak olanaklı! Ama onlardan ayrılan bir yan, Kafdağı'nın Ardı'nı yalnız özgün kılmakla kalmıyor, yapıtı roman katına da yükseltiyor... Nasıl bir anlatım, ilkin bunun üzerinde durayım... Dolaysız, duru, içten taştığınca hiç dokunulmadan kuruluvermiş bir anlatım bu. Nasıl özenildiği, nasıl emck verildiği, dile sızıldığında, bunun içinc girildiğinde görülebiliyor ancak. Denebilir ki "âşık anlatısı"na benzer bir örgülcmeye dayandırıyor yazar yapıtını. Sonra bu anlatımın Türkçcyle Kürtçeyi birlikte kucaklayan, harmanladığı bu dillcri yanına katan bir sahiplenme sergilediği de eklenebilir. Dilscl olanak bağlamında iki koldan daha katkı sağlıyor Akçam: Ilkin anlatısını masalla buğuSAYFA 22 Böyle olunca ister istemez kır, doğa anlatıları, antikçağ diliyle çobanıl yaşam da buna eşlik ediyor. Bu laik yaşamın, yazar tarafından değil, doğa, dış gerçcklik tarafından dayatıldığını eklemeye gerek yok! Insanlar, doğanın ağır koşulları altında yaşarken, dinsel inançları yönünde değil de doğanın gücü, baskısı karşısında tapınıyorlar sanki. Özellikle harman ayları, insanların inançlarını, neredeyse tümden bir tarafa bırakmalarına yol açıyor. Bu koşullar, küçük anlatıcının dinsel inancını da derinden etkilcycccktir elbette. Hele Tanrı tarafından melck yapılmayı, bade içirilip âşık kılınmayı da bekliyorsa eğer. Aileyi de tanıyoruz bu arada. Babanın anneyi dövmcsi, "masal ustası' (55) kadına yaptığı işkcncc, uyguladığı baskı öfkelendirir çocukları. Ne ki adam babadır, ötesinde doğacı, sonra alabıldiğine laik biri. Bu nedenle satırlar arasında babaya yönelik gizli sevgilerle, kıyamayışlarla karşılaşmak olağandır. Yazar da, küçük anlatıcısına, "Babamı anlamakta güçlük çekiyordum," (59) dedirtecektir zaten. Anlatıcı, doğada sınaya sınaya, ailcsine, çevresindeki insanîara baka baka, düşüne taşına yolunu bulacak; yaşadığı toplumsal koşulları, çelişkileri usuldan usula sezinlemeye koyulacaktır. Bu bağlamda kitapla tanışması da olağanüstü heyecan verir ona. (Özellikle 79) Bu arada eğitmen Resül Efendi'den okuyup yazmayı öğrenmiştir çünkü. Tam bu aşamada kulağına çalınır Köy Enstitüsü adı, ama bakın nasıl: "Cılavuz'da, 'Köyün Enüstünü' adında bir mektep açılmıştı. Bu mektepte köylü çocukları bedava okuyacaktı, çarığı çorabı da 'dövletin' boynunda... Enüstünde tahsil görenlcr, en birinci 'mamır', en birinci meellim, en birinci sıhhiyeci olacaktı." (84) Bundan sonrasında tüm çabası, Cılavuz'a girebilmek üzerine kurulacaktır küçük anlatıcının. Hep bir sınıf atlama çabası içindedir zaten o. "Mamır" olabilse "dövlet"e, yapacağını biliyordur; C U M H U R İ Y E T S AYI 7 33
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle