25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bize Derler Cakırca Bize Derler Çakırca, sosyal tarih, sözlü tarih, folklor ve etnografya konusuyla ilgilenen okuyucuların mutlaka edinmeleri gereken bir çalışma. Bu değerli metni çevirip yayıma hazırlayarak yazılışından yıllar sonra okuyucuyla buluşturdukları için Sabri Yetkin'i ve Tarih Vakfı Yurt Yayınları'nı kutlamak gerek. LEYLA NEYZİ Halil Dural'dan 19. yüzyıl Ege zeybeklerinin yaşamı B ize Derler Çakırca, emckli öğret men Halil Dural'ın 19V755 yılları arasında yazdığı vc Sabri Yetkin'in tam 42 yıl sonra keşfederek yayıma hazırladığı ucgerli bir çalışma. Halil Dural'ın "Öuemiş Tarihindc Zeybek" adını verdiği ve eski Türkçe yazdığı mctin, ağırlıklı olarak Kara Süleyman adında, II. Âbdülhamit döneminde "zeybek yatağı" olduğu gcrckçesiyle sürülen bir "çarıklı erkanı harp" yaşlının anlatısına dayanarak Batı Anadolu'nun efsanevi kahramanı Çakırcalı Mehmet Efe'nin (1872 1911) yaşamöyküsünü anlatıyor. Halll Dural'ın reslm defterlnden Çakırcalı Ahmet Efe. Yerel tarih alm Sabri Yctkin, sunuş yazısında, profesyonel tarih çilerin rağbet etmediği yerel tarih alanında amatör araştırıeılann öncmli çalışmalar yaptığına değinirken, I lalil Dural ın "teorisiz, yöntemsiz" araştırma yaparak çok önemli malzcmeyi bir araya getirdigini söylüyor. Halil Dural'ın, kitabın "asıl yazarının anlatıcı Kara Süleyman olduğunu söylerken alçakgönüllü davrandığını da ekliyor. Emekli öğrctmen Dural'ın sosyal biÜmlerin akşılmış kalıplarını ve terminolojisini kullanmaması, bu anlatının zeybek/eşkıyalık konusunailişkinbirçözümlemedenyoksun olduğunu düşündürmemeli. Çünkü bu metin.teorikçalışmalarabirkaynakoluşturmanın ötesinde, kendi içinde tutarlı bir anlatı yapısı ve savı olan bir araştırma. Halil Dural, kitabın asıl yazannın "hayatta herşeyden mahrum kalmış ve fakat bir hatıralar dünyası biriktirmiş" (s.5) olan Kara Süleyman olduğunu söylerken de, zamanının ötesinde bir anlayışla, hem sosyal bilimlerde günümüzde hararetle tartışılan bir konuya araştıranla araştırılan ilişkisine değinmekte, hem de sözlü geleneğin hâlâ yaşamakta olduğu Türkiye'de "söz söyleyenin" merkezi konumunu vurgulamakta. Kitabın sunuş yazısının sonunda da "vatandaş bu yazılardan eskı günlerde hayatın ne suretle geçtiğini görsün ve okusun, ondan sonra nükrnünü yinc kendi versin" (s.6) diycn Halil Dural, sıradan insanı okuyucu olarak da benimsediğini ve önemsediğini göstcriyor. Çakırcalı Mehmet Efe'nin yaşamını bütün ayrıntılarıyla sürükleyici bir ronıan tadında aktaran bu kitap, an ve akıcı bir dille yazılmış. Yazar, yerel dili kullandığı gibi, zaman zaman farklı kişileri konuşturarak zeybeklerin içinde yaşadığı dünyayı bir tiyatro oyunu gibi canlandırmayı başarıyor. Yerel deyimler, renkli betimlemcler, etnografik ayrıntılar ve zeybekler için yakılan (ve zaman zaman hükümet tarafından yasaklanan) türküler, metni zenginleştiriyor. Örneğin Dural, eski düğünleri anlatırken düğünlerdc dağıtılan ve zeybeklerin feslcrinin altına sokarak taşıdıkları "kemik kulak kaşıklan"ndan dem vuruyor, zeybeklerin "yatak"larıyla iletiCUMHURİYET KİTAP SAYI 502 şim kurmak için dağlardaki su yollannı nasıl bozduklarını anlatıyor, bir roman veya film scnaryosundan beklenebilecek tümcelerle metnin sürükleyiciliğini arttırıyor: "Vakit henüz kaba kuşluk idi. Kuvvetli çayının kumsal yatağındaki parlak kumları çiğneyerek birisi geliyoıau." (s.62) Sabri Yetkin, belki de orijinal metin uzunta olduğundan, Çakırcalı'nın yaşamöykiisüyle ilgili olmadığı gerekçesiyle bazı bölümleri kitaba almamış. Konuları verüen ve etnografik açıdan nayli ilginç gözüken bu bölümlerin yayımlanmamış olması, okuyucu açısından bir kayıp. Örneğin çevrilmcyen bölümlerde pehlivanlann piri Hz. Hamza'nın menkibeleri, zeybek giysilerinin ayrıntılan, Çakırcalı Mehmet Efe'ye elçiiik yapan Yörük Killı'nın tercümei hali, Köseler köyündeki Gündüz Bey koşması gibi konular anlatılmakta. öc alma duygusuyla yetistirilir. Zeybekliği, bir namus cinayetiyle başlar. Devletten kaçan zeybek, bu dönemde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan ecnebilere "kapılanmaktadır". Mehmer de babası ölünce yabancı uyruklu bir aile tarafından korunur. Kaçakçıhk, zeybeklik için çıraklıkgibidir. Mehmet de zeybek olmadan tiitün kacakçılığı yapar. Bu gayrimüslim tüccarlarla ilişki kurmasını sağlar: bir efe için kurduğu iliskiler ağı her şeyidir, zeybeğin "yatağı" bol olmalıdır. Çakircalı'nın birçok günü devlet erkânı ve ağalarla "kuzu dolması" yiyerek gccer, ama yemek esnasında vurulmak da olasıdır! Dağdaki zeybeği belirli tiönemlerdc affedip "yüze çıkaran" dcvlet, farklı dunımlarda aynı adaını dağa "kaçırır". Devletin efeleri af etmc nedenleri arasında yöneticilerin birbirleriyle rekabeti, mülte/.imlerin vergi toplamadaki güçlükleri ve seferberlilder bulunmakta. ()rncğin Çakırcalı, Rus savaşında af fedilerck Osmanlı için "bayrak açar". Bu anlatıda zeybek, çok karmaşık bir performans olarak karşımıza çıkıyor. Dural, zeybekliğin silahh çatışmadan çok politıka yapmaya dayandığını vurguluyor, gerçekten. Çakırcalı yaşamak için sürckli yer ve şekil değiştirmekte, bir gün dağda, bir gün yüzde, bir gün eşkıya, bir gün kır seroan, bir gün derebeyi kılığında. Sosyal tarilı alanındaki çalısmalar, devlet tarafından "eşkıya" olarak adlandmlan kişilerin tarihçi Hobsbawn'un deyimiyle "sosyal haydut" veya Dural'a göre "Bıçağının ekmeğini yiyen şövalye' (s.80) olduklarını ileri sürmekte. Ama zeybeği anlamak, Anadolu toplumunun kültürel yapısını da çözümlemeyi gerektiriyor. Eşkıyadevlet ilişkisini tamamen karşıtlık üzerinde kurmak, toplumda farklı güce sahip bireylerin paylaştıkları değerleri gözardı etmcmize neden olabilir. Dural'ın metni, bu açıdan da değerli. Çünkü teorik çözümlemelerin zaman mekân bağlamından soyııtlanmış genellemeler üzerine deŞil, tam tersine anlatılar üzerine kurulmaarı gerektiğine işarct ediyor. Dural'ın anlatısında zeybek olgusunun Ege kültüründeki yeri hakkında ayrıntılı Dİlgi var. Dural, zeybek kültürünün bir delıkanlılık/erkeklik kültürü olarak da okunabileceğini gösteriyor. Zeybeklik kurumunun ritüelleri özellikle ilginç. Bir eşkıyanın "yüze çıkması" adeta bir düğün gibi kutlanıyor. Zeybeklerin kıyafetlcri, hatta pabuçları bile kendilerine özgü. Zeybelderin ifadelerirrde, bu kimliğin oluşumunda delikanlılık, yiğitlik, şcref gibi kavramların vurgulandığını görüyoruz. Zeybeklerde kızan (gcnç delikanlı) çırak, efe ise ustadır. Kızanlar ve efeler, kendi yaşıtlarıyla hem rekabet, hem yarenlik euerken, erkeklerc özgü alanlarda atışırlar: pehlivanlık, "zenparelik", hovardalık gibi. Kendi yayan giderken küçük oğlunıı hayvana bindiren annesi, Çakırcalı için, "O Sosyai haydut damızlıktır, yorulmasuı" der! (s.59). Bize Derler Çakırca "dağa çıkmak" ile "yüze çıkmanın" aynı sistemin iki yüzü olduğunu, güçlüler (devlet adamlan) arasındaki rekabetin yapısal bir paralelinin güçsüzler (zeybekler) arasında kurulduğunu ve bu iki sistem arasında da dikey bağlar bulunduğunu gösteriyor. Bu bakımdan, her ne kadar zeybek, devlete karşı eylemde bulunsa da, oelli kültürel değerlerin paylaşıldığını görüyoruz. Bu değerler sistemi. güçlünün güçsiizü, büyüğün küçüğü korumasına dayalı hiyerarşik bir toplumsal yapının üzerine oturuyor. Bir babaoğul veya ustaçırak ilişkisini andıran efckızan ilişkisi, toplumsal yapının bir mikrokozmu. Bu yapıyı ailede, aşiret düzeninde, zeybek çetesinde veya devletin örgütlenmesinde bulmak olası. Bu yÜ7dendir ki ittihat ve terakkicilere karşı çıkan Çakırcalı, "Padişah peygamber vekilidir" diyebilmckte. Dural'ın nıetnınde öne çıkan bir konu da farklı cemaatler arasındaki iliskiler. Bu dönemde merkeziyetçi Osmanlı devletinin yabancı ve gayrimüslimlerin artan ticari gücüne karşın gitgide zayıfladığını görmekteyiz. Bu açıdan, zeybeklerin yakın iliskiler içinde olduğu Izmir'deki Vitel'ler (Whitall) gibi önemli ailelerin tarihleri araştınlmayı bekliyor. Bu dönemde Dural'ın "Türk gayri Türk" olarak nitelediği iliskiler, ilginç bir şekilde, "Türk"lere karşıt olarak yalnızca gayrimüslimleri (özellikle Rumları) değil, aynı zamanda Çerkez, Boşnak, Pomak, Arnavut, Kürt ve Tahtacı'lan da kapsıyor. Bu dönemde saraya yakınlıkları ve orduyla bağlantılarından dolayı Çerkez, Arnavut ve Boşnakların Anadolu'daki köylü ve Yörüklerden daha ayrıcalıklı bir konumda olduklarını görüyoruz. Bu kitaptaki devletbirey ilişkilerinin tasviri, bize birçok bakımdan hâlâ çok tanıdık gelmekte. Sabri Yetkin'in aynı dönemi anlatan ve 1996'da Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından basılan Epe'de Eşkiyalar kitabından bazı alıntılar, bu hissi pekiştiriyor. Örneğin Aydın vilayetinde eşkıya takibinde bulunduktan sonra anılannı yazan Mustafa Dirim, şöyle der 1938'de: "Yöredeki takip komutanları meğerse asayişsizlik istiyorlarmış. Çünkü bunlardan kazançları varmış" (s.81). Çakircalı'nın yakınları oldukları gerekçesiyle sürgüne yollanan kişilerse 1910 tarihinde yazdıkları bir belgede şöyle der: "Dağ başındaki hangi köye bir çete gelse, ihtiyacı olan her şeyi rahatlıkfa alır, aksi halde korumasız köylü canını yitirebilir. Bu olayı haber vcrcn köylünün işi daha da zordur. Jandarma haberi getirenc yatak gözüyle bakar. tştc köylüler bu iki güç arasında ezildikçe ezilmektedir" (s.HO). Bize Derler Çakırca, sosyal tarih, sözlü tarih, folklor ve etnografya konusuyla ilgilenen okuyucuların mutlaka edinmeleri gereken bir çalışma. Bu değerli metni çevirip yayıma hazırlayarak yazılışından yıllar sonra okuyucuyla buluşturdukları için Sabri Yetkin'i ve Tarih Vakfı Yurt Yayınları'nı kutlamak gerek. Türkiye'de ne yazık ki sözlü tarih ve etnografya alanlarındaki araştırmalar hcnüz yetersiz, bu çalışmaların önemli bir kaynağı olan yaşfılarsa her geçen gün kaybedilmekte. Umarız bu örnek, hem yayımlanamamış çalışmaların gün ışığına çıkmasına hem de Anadolu'nun farklı yörelerinde yeni araştırmaların ivcdilikle yapılmasını önayak olur. • ( "•) Sabana Üniversitesi Bize Derler Çakırca: 19. ve 20. Yüzyılda Ege'de Efeler/ Halil Dural/ Yayt ma Hazırlayan: Sabri Yelkin/Tarih Vakfı Yurt Yayınları/Temmuz 1999/ 302 s. SAYFA 15 Mesleki gruplann konumian Zeybck kurumunu anlamak için Osmanlı toplumsal yapısını, devletköylü ilişkilcrini, 19. yüzydda Ege bölgesinin değişmekte olan sosyo ekonomik koşullarını, yabancı cemaatler ve Osmanlı tebası gayrimüslimlerlc birlikte Yörük, Tahtacı ve diğer etnikdinselmesleki gruplann konumlarını irdclemek gerek. 19. yüzyılda Ege'de zeybeklikeşkıyalığın artan önemi, geleneksel sosyal yapının sürmesine rağmcn bölgenin hızla ticarilescrek gayrimüslimler ve yabancı cemaatler yoluyla dışa açılması, merkezileşme çabalarına rağmen devletin giderek zayıfIaması ve çeşitli nedenlerden dolayı işsiz gençlerin sayısının giderek artmasıyla ilintili. Bu dönemde dcvlet veya zengin "kapı"lannda iş bulamayan gençlerin kaçakçılığa ve zeybekliğe soyunduğunu görüyoruz. Aşağıda vurgulayacağımız gibi, bu zeybeklerin zaman zaman "eşkıya", zaman zaman da devlete "kır serdan" olmalarıysa, toplumsal ve kültiirel yapı göz önünc almdığında, şaşırtıcı dcğil. Bize Derler Çakırca, bir toplumsal ve kültürel olgu olarak zeybeğin nasıl oluştıığıınu somut bir örnekten yola çıkarak anlatıyor. Çakırcalı Mehmet'in zeybek oluşunun öyküsü, babası Çakır Ahmct'in yaşamöyküsüne başlıyor. Babası çocukken öldürülen Mehmet, BozdaO Köyü, 1959 clvarı. soida Kara süiü, sağda Halil Dural Î
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle