19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 3 EYLÜL 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 17 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Hukuk Kültürü ve İktidar Bunalımı… Söz, doğru hatırlıyorsam yabancı bir gözlemciye aitti: “Türkiye’de en önemli toplumsal sorunlar, aslında gizli değil, fakat apaçık ortada! Ayrıca araştırmaya gerek yok!” Ve 12 Eylül’de yapılacak anayasa oylaması için turlarına devam eden Sayın Başbakan, gittiği hemen her yerde, çıktığı her kürsüde bu sözü şu yakınmasıyla sanki bir defa daha doğruluyor: “Yargı, bizi bunalttı!” Sayın Başbakan’ın sözünü ettiği, başta Anayasa Mahkemesi ve Danıştay olmak üzere, yüksek yargı. Peki, nasıl bunaltıyor bu ülkedeki yüksek yargı organları? İktidardan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkıp önüne ‘hukuka aykırılık’ iddiasıyla getirilen işlemleri, hukuka aykırı bulduğunda düzelterek ya da iptal ederek. Peki, bu yüksek yargı organlarının görevi nedir? Sayın Başbakan’ı ‘bunaltan’ yüksek yargı organlarının görevi, işte tam da budur, yani hukuka aykırılık durumlarında, iktidar oluşuna ve Meclis’teki sayısal çokluğuna güvenerek her şeyi yapabileceğini sanan iktidarları, biraz yukarıdaki anlamda ‘bunaltmak’tır. Elbette gerçek demokrasilerde bu durum, bir bunalım kaynağı değil, demokrasilerin ayakta kalmasını sağlayan en güçlü temellerden biridir. Ama eğer anayasasında ‘Hukuk Devleti’ olduğu yazan bir devleti yönetenler, böyle bir yargı denetimini demokrasinin güvencesi değil, fakat kendileri açısından bir ‘bunalım nedeni’ sayıyorlarsa, o zaman o devlette ‘iktidarın bunaltılması’ndan değil, ancak çok vahim bir ‘iktidar bunalımı’ndan söz edilebilir. Başka deyişle, “Yargı bizi bunalttı!” demek, doğrudan ‘iktidar’ kavramını çok sakıncalı bir biçimde bulandırmakla ve yozlaştırmakla eşanlamlıdır. Çünkü bu tür -gerçekte varolmayan- bir bunaltılmışlıktan yakınan bir iktidarın vermek istediği mesaj ve ileri sürdüğü talep, şudur: “Bak kardeşim, ben Meclis’te istediğim kararı alacak çoğunluğa sahip değil miyim? O halde istediğim düzenlemeyi yaparım ve bütün yargı organlarına da sadece benim yaptıklarımı onaylamak düşer!” Katolik âleminde geçerli “Papa’nın Yanılmazlığı” ilkesinden farksız olan bu görüş, bu ülkede bundan elli yıl önce, 27 Mayıs 1960’ta, Demokrat Parti iktidarının sonunu hazırlamıştı. Çünkü o tarihten tam on yıl önce, 15 Mayıs 1950’de halkın büyük umutlarla iktidara taşıdığı Demokrat Parti’nin yöneticileri de sonunda demokrasiyi, her türlü denetimden uzak bir parmak hesabına dönüştürme gafletinde bulunmuşlardı. Bugün, durum bundan farksız değildir. 12 Eylül 2010 günü referandumla kabul edilmesi istenen anayasa taslağı, her yanıyla 12 Eylül 1980 faşizminin iğrenç izlerini taşıyan bir belgenin bu ülkede yüksek yargı denetimini neredeyse tümüyle etkisiz kılma yollarını da içeren, karanlık ve sinsi bir versiyonundan başka bir şey değildir. 12 Eylül 2010 günü bu belgeye ‘EVET’ oyu vermeyi düşünenler, sandıklara atılacak her EVET’in bu ülkede hukuk kültürünün ve adalet düşüncesinin en ağır yıkımlardan biriyle karşılaşmasına, ayrıca bu ülkedeki hukuk fakültelerinin programlarında yer alan ‘Anayasa Hukuku’ derslerinin de bundan böyle anlamını yitirmesine bir katkı niteliğini taşıyabileceğinin çok iyi bilincinde olmalıdırlar! [email protected] [email protected] Panahi’siz Venedik Festivali Kültür Servisi - İranlõ film yapõmcõsõ ve yönetmen Cafer Panahi, yetkililerin, pasaportunu iade etmeyi reddetmeleri üzerine Venedik Film Festivali’nde yer alamõyor. Yönetmen, kõsa filmi “The Accordion”u takdim etmek için festivale katõlamasa da iyimser kalmakta kararlõ. Mayõsõn 25’inde serbest bõrakõlan ve duruşma tarihi eylülün sonlarõna doğru verilen 50 yaşõndaki Panahi her zaman kõsõtlamalar olmasõna karşõn, geçen bir senelik dönemde bu durumun kayda değer ölçüde kötüleştiğini belirtirken yine de kötümser olamayacağõnõ, sabõrlõ ve dayanõklõ kalmanõn, var olan koşullarda en önemlisi olduğunu söyledi. Ürdün’de 3 bin yıllık tapınak AMMAN (AA) - Ürdün’ün başkenti Amman’a 32 kilometre uzaklõktaki Mabada ilçesi yakõnlarõnda demir çağa ait 3 bin yõllõk bir tapõnak ortaya çõkarõldõ. İki odasõ ve bir avlusu bulunan tapõnağõn ana odasõ 9’a 4 metre boyutunda. Ürdün Antik Çağ Yapõtlarõ Kurumu yetkilisi Ziyad el Saad, tapõnağõn, Ürdün’ün Moabite Krallõğõ dönemindeki ve İncil’de bahsedilen ibadet biçimlerini gösterdiğini ifade etti. 2000 yõlõnda Kaliforniya’daki La Sierra Üniversitesi işbirliği ile başlatõlan kazõda ayrõca yaklaşõk 300 kap, Tanrõ heykelcikleri ve ibadet malzemeleri ortaya çõkarõldõğõ belirtildi. Özpetek, ‘Çizme’de ilk 11’de Madrid (AA) - Yönetmen ve senarist Ferzan Özpetek, İtalyan sinema dergisi “CIAK”õn İtalyan sinema endüstrisinin en güçlüleri sõralamasõnda 11. oldu. Geçen yõl aynõ listede 47. sõrada yer alan Özpetek, Almanya ve Avusturya’da büyük ilgi gören ve ekim ayõnda İspanya ile İngiltere’de de gösterime girecek “Serseri Mayõnlar” filminden sonra 11. sõraya yükseldi. Derginin yorumunda, İtalya’da 8 milyon 200 bin Avro’luk hasõlat yapan “Serseri Mayõnlar”õn çok sayõda ödül aldõğõ, Berlin ve Tribeca festivallerinde gösterilmesinin filme prestij kattõğõ ve filmin 27 ülkeye satõldõğõ belirtildi. B u yõl doksanõncõ yõldönümünü kut- layan Salzburg Festivali birkaç gün önce sona erdi. Benim Salzburg iz- lenimlerimin sonuncusu bugüne kaldõ. Ha- ni çocuklar, yiyeceklerden en sevdiklerini en sona saklar ya... Benimki de o hesap! Riccardo Mutti yönetimindeki Viyana Filarmoni Orkestrasõ’nõn “Korkunç İvan” Oratoryosu ve Mozart’õn “Don Giovanni” operasõyla bu yazõn Salzburg şölenini kapatõyorum. MUTI-DEPARDIEU İŞBİRLİĞİ Bakmayõn “Riccardo Mutti- Gerard De- pardieu” işbirliği dediğime... İşin başlangõcõn- da iki Sergei’nin işbirliği var! Sinema dünya- sõnõn dehasõ Sergei Einsenstein (1898-1948) ile müzik dünyasõnõn dehasõ Sergei Prokofief (1891-1953) arasõndaki dostluk ve işbirliği... Hollywood prodüktörlerinden film müziği tekliflerini hep geri çeviren Prokofief, Ein- senstein’e “hayır” diyemedi ve ülkesi Rus- ya’ya kesin dönüş yaptõktan sonra iki sanatçõ birlikte çalõşmaya başladõ. “Alexandrer Nevsky” ve “Korkunç İvan”õn ilk iki bölü- mü için besteler yaptõ. (Üçüncü bölüm zaten hiç çekilmedi). Çok sonra, Sovyet besteci ve şef Abram Staseviç, Prokofief’e sadõk kala- rak, film müziğinden bir oratoryo yarattõ. İki konuşmacõ (biri anlatõcõ, öteki İvan) bir mez- zosoprano, bir bas, koro ve orkestra için... Salzburg festival salonunun dev sahnesinde orkestra, koro ve solistler yerini aldõ. Gerard Depardieu’yü görünce inanamadõm. Bir dev olmuş. Kilolarõnõn altõnda eziliyor ve belki de hasta, yürüme zorluğu çekiyor, ayağõnõ sürü- yor, zaten yürümüyor, debelenerek yuvarlanõ- yor... Zar zor şef Muti’nin yanõndaki tabureye ilişti. Şefin öteki yanõnda mezzosoprano Olga Borodina (çok etkileyici bir ses) ve bas Ildar Abdrazakov... Anlatõcõ Jan Liefers, orkestra- nõn arasõnda... Prokofief’in müziği müthiş görkemli ve an- latõmcõ. Bu çok etkileyici müziği dinlerken o muhteşem filmin unutulmaz siyah beyaz kare- leri teker teker gözümün önünden geçiyordu. Einsenstein’in anõlarõnda okumuştum: Proko- fief, en ufak ayrõntõsõna dek sahneyi anlattõrõr, Einsenstein’in kara kalem eskizlerine bakarak müziği besteler- miş. Einsenstein, onu “görüntüyü müziğe dönüştüren büyücü” diye niteliyordu. Sevgili okurlar size Viyana Filar- moni’yi anlatacak değilim. Bu müzi- ği dinlerken, dinlerken... İvan rolün- de Depardieu ağzõnõ açtõ, konuşmaya başladõ. (Rusça konuşuyor. Eser Rusça) Ve tek kelime Rusça bilme- yen ben, her söylediğini anlõyorum... İvan’õn gücünü, ihtiraslarõnõ, vatan sevgisini, yalnõzlõğõnõ, kõskançlõğõnõ, tüm duygularõnõ... Depardieu’nün o korkunç görüntüsü küçüldü, küçül- dü, sadece ses oldu, duygu oldu, İvan oldu. Her söylediğine inandõm. İvan’õn yükselişini ve düşüşünü ya- şadõm. Onunla yüceldim, onunla korktum, onunla isyan ettim, onunla ağladõm... (Rusçadan başka dillere “Korkunç İvan” diye çevirinin doğ- rusu “Müthiş İvan” olmalõydõ ya, neyse!) Tepeden tõrnağa saçõnõn her telinden, ayağõnõn ucuna bir sahne yaratõğõ vardõ kaşõmda... Hele çocuk korosu da karõşõnca işin içine göz- yaşlarõmõ tutamadõm. Müziğin görkemi, tüm solistlerin, orkestra- nõn, koronun mükemmelliği, Depardieu’nün muhteşem oyunculuğu bir yana, bu olayõn ge- risindeki “sihirli değnek” hiç kuşkusuz şef Riccardo Muti’nin varlõğõydõ. İNSANCIL BİR ‘DON JUAN’ Mozart’õn en popüler, en başarõlõ, en gör- kemli operalarõndan biri “Don Giovanni” Bu- güne dek bu eserin yurtiçinde, yurtdõşõnda (Zefirelli’ninki dahil olmak üzere) sayõsõz prodüksiyonunu gördüm. Ama böylesine sahi- ci, inandõrõcõ, ayağõ yere basan ve beni düşün- dürene ilk kez rastlõyorum. Aradaki fark eseri sahneye koyan Alman rejisör Claus Guth’un yorumundan doğuyordu. Tüm eseri koskoca bir ormana yerleştirmişti yönetmen. Zaten Shakespeare karakterlerin- den tutun, harikalar diyarõndaki Alice’in, “Kırmızı Şapkalı Kız”õn ve daha nicelerinin başõ- na ne geldiyse hep ormandan geçerken olmaz mõ! Ormanõn gizemi, değişkenliği, ürkütücü- lüğü, kaybolma duygusu sahne- deydi (döner sahne). Günümüz kõlõklarõ, günümüz insanlarõ... İngiliz bariton Christopher Malman, müthiş yakõşõklõ, çe- kici, yalnõz sahnedeki değil, sa- londaki kadõn erkek herkesi baştan çõkarabilecek fiziğe ve sese sahip bir Don Juan’dõ. Uruguaylõ bas bariton Erwin Schrott, ele avuca sõğmaz uşak rolünde aynõ zamanda hem bo- yun eğen hem isyankâr, hem dost/dayanõşmacõ hem de kõş- kõrtõcõ ve öğreticiydi. Don Giovanni’nin baştan çõ- kardõğõ kadõnlar hiç de öyle pek masum değildi. Hepsi (3 önemli kadõn karakteri de) aşkõ ve cin- selliği sadece kendi kurallarõna göre yaşamak istiyordu. Yani Don Giovanni’den farklarõ, biri- lerinin sõnõr koymasõ, ötekinin koymamasõydõ. Herkes aynõ de- recede iyi ve kötüydü. Yani he- pimiz gibi... Daha ilk anda Don Giovanni, valiyi, Donna Anna’nõn babasõ- nõ öldürürken bir yara aldõ. Ve opera boyunca yarasõ kanadõ. Yani daha baştan, sonunda öle- ceğini anladõk. Öyle tanrõ buy- ruğu, kutsal adalet, ahlak anlayõşõ yüzünden değil; kanamadan öldü Don Giovanni ! (Oh be! Dünya varmõş!) Oyun boyunca o kandan kadõnlar da nasibini aldõ... İşitesel ve görsel bir şölendi bu prodüksiyon. Sahnede olup biten her şeye inanabilmek ne büyük mutluluk, anlatamam. www.zeyneporal.com S A L Z B U R G F E S T İ V A L İ ’ N D E N İ Z L E N İ M L E R Sahnedekiherşeyeinanabilmek Kültür Servisi - Sarkis’in “Bir İkona” başlõklõ sergisi, bugün Yapõ Kredi Kazõm Taş- kent Sanat Galerisi’nde açõlõ- yor. Rene Block küratörlü- ğünde ve Melih Fereli danõş- manlõğõnda gerçekleştirilen “İstiklal Serüveni” güncel sanat sergi dizisinin on birin- cisi Sarkis’e ayrõldõ. Sanatçõ bu dizi için “Bir İkona” adlõ ye- ni bir enstalasyon üretti. 20 Ekim 2010 tarihine kadar açõk kalacak sergiyle eşzaman- lõ olarak “Sarkis - Ondan Bi- ze” adõnõ taşõyan monografi de Yapõ Kredi Yayõnlarõ tarafõndan yayõm- landõ. Türkiye’de Güncel Sanat monografi dizisinin on birincisi olan kitap, Sarkis’in kõzõ, sanat tarihçisi Elvan Zabunyan ta- rafõndan kaleme alõndõ. Türkçe ve İngi- lizce olarak yayõmlanan monografide Evrim Altuğ’un Sarkis’le yaptõğõ bir söy- leşi de yer alõyor. Sarkis, yeni sergisiyle ilgili olarak yaptõğõ açõklamada şunlarõ söyledi: “İstanbul’daki ilk yerleştirmemin adı ‘Çaylak Sokak’tı (25 Şubat 1986, Maçka Sanat Galerisi). Çaylak So- kak doğduğum evin sokağıdır. Tak- sim’in Talimhane semtindedir. O kat ailece halen saklanmaktadır. İlk sanat çalışmalarım o apartman katının ufak bir odasında başlamıştır. Bu sergi o ya- şam yerini bir ‘ikona’ gibi bu sergi me- kânına davet eder, 1940’lara, 1950’le- re, 60’lara, 70, 80, 90’lara ve bugünlere göndermeler yaparak...” Sarkis, “Bir İkona” sergisi kapsa- mõnda bir de söyleşiye katõlarak sanat- severlerle buluşacak. 6 Eylül Pazartesi gü- nü saat 18.30’da başlayacak söyleşide, sa- natçõ, başta yeni sergisi olmak üzere Ey- lül 2009’dan bu yana açõlan sergileri hak- kõnda konuşacak ve sorularõ yanõtlayacak. Kültür Servisi - Dev- rimci 78’liler Federasyo- nu’nun uzun süredir hazõr- lõklarõnõ sürdürdüğü “12 Eylül Utanç Müzesi”, bu- gün Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merke- zi’nde ve Ankara Sanat Ti- yatrosu’nda (AST) açõlõyor. Açõlõş etkinliklerinde 12 Eylül’de idam edilen dev- rimcilerden Necdet Adalı ve Erdal Eren ile o döne- min tutuklu yakõnõ ailelerinin simgeleşen ismi Didar Şensoy’un 12 Eylül hikâye- leri birer belgeselle izleyicilerle buluşa- cak. Diyarbakõr Büyükşehir Belediye Ti- yatrosu ve Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu’nun da darbeleri konu alan oyunlar sahneleneceği etkinliklerde Nu- rettin Rençber, Nevzat Karakış, Meğ- met Ağvaoğlu, Grup Kibele ve Grup Günyüzü’nün 12 Eylül’le simgeleşen devrimci marş ve türküleri seslendirecek. Ayrõca fotoğraf, resim ve seramik sa- natçõlarõ da ürünleriyle 12 Eylül’ü sana- tõn diliyle anlatõrken Ahmet Telli ve Nev- zat Çelik de 12 Eylül dönemi şiirlerini ka- tõlõmcõlarla paylaşacak. Müzede Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’õn idam edildiği dar- ağacõnõn da sergilermesi planlanõrken Ulucanlar Cezaevi’nin müzeye dönüştü- rülmesini üstlenen Altõndağ Belediyesi, cezaevi müzesinin henüz açõlmamasõ ve cezaevine kayõtlõ olan darağacõnõn henüz sergilenmememesi gerekçesiyle darağa- cõnõn “Utanç Müzesi”nde sergilenmesine izin vermedi. “12 Eylül Utanç Müzesi” 3- 15 Eylül tarihleri arasõnda Çankaya Be- lediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’de ve Ankara Sanat Tiyatrosu’nda olacak. YAPI KREDİ KAZIM TAŞKENT’TE YENİ BİR SARKİS ÇaylakSokak’tan‘Birİkona’ Utancõnbelgeleri! 12 EYLÜL UTANÇ MÜZESİ ANKARA’DA Fotoğraf:Hermann,Clärchen,MatthiasBaus.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle