19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Yüksek Rakımlı Kurul MERİÇ VELİDEDEOĞLU Artık iyice ünlenen “Simonlar”la, ancak önceki hafta tanışabildim. Yeni bir kitap edinmenin keyfiyle, ilkin ön yüzüne sonra içine beğeniyle baktım; arka kapaktaki, yazarı tanıtan kısa yazıyı okudum. Tanıtımda yazar için: “... vicdanı ile hareket eden bir polis, bir bürokrat, bir bilge.” deniyor, ardından bu kitapta: “... bir bilgenin sesini ve isyanını bulacaksınız” diye de noktalanıyor. Birden tanıdığım, toplumumuzun da kabullendiği kimi “bilge” insanlarımızı düşündüm. Demek şimdi bu “bilge”lerimize istihbaratçı değerli bir “polis” de katılıyordu. Bugüne değin bu kitap için, pek çok inceleme, köşe yazısı, haber, görüntü yayımlandı, yayımlanıyor. Genelde H. Avcı’nın “bilge”liğini “es” geçseler de, birleştikleri nokta, “Fethullah Gülen Cemaati”nin ele geçirdiği “Emniyet”in kurumlarında, birimlerinde yaşanan olayların inanılması güç, korkutucu boyutlarıydı. Bu olayların bir bölümü - kitaptaki kadar ayrıntılı olmasa da- gazetemizde, özellikle Hikmet Çetinkaya tarafından köşesinde yıllar boyu ele alındığından, biz Cumhuriyet okurları tam anlamıyla şoke olduk diyemeyiz belki. Ama ancak Avcı’nın yürekli anlatımıyla olayların dakikasına, saniyesine dek ortaya konulması, böylece karanlıkta kalmış bir türlü erişilememiş olanların da açığa çıkarılması mümkün olmuştur. Kitap iki bölüm; ikinci bölüm olan “cemaat”i okurken Martin Luther’i anımsamadan edemedim. Bilindiği gibi Luther, “kilise kurumu”nun “din”i kullanarak çevirdiği dolapları büyük bir cesaretle topluma açıklayıp, dinsel otoriteye karşı gelmiş bir din adamıydı. Bu olayda “kilise”nin canını sıkan, dillendirilen “olumsuzluk”lar değil de, bunları “içlerinden” birinin ortaya koyuşuydu. Eğer dışardan biri, Luther’in belirttiği olumsuzlukları topluma açıklasaydı, o denli “etkili olamayabilir” böylece “kilise”yi sarsan Reformasyon gerçekleşemezdi görüşü hep kabul edilir. Bugün, 2010 yılının Türkiye’sinde de benzer bir olay yaşanıyor. İçişleri Bakanlığı’nca, H. Avcı’nın dile getirdikleri soruşturma konusu olmuyor da, neden kitap yazdığı soruşturuluyormuş; demek Bakanlık da içine sindiremedi. İçlerinden “biri”nin bunu yapmasını. Ama bu tür “içeriden” karşı çıkışların, topluma yararı dokunacak bir adım atılmasına neden olduğundan da, çoğu kez söz edilir. Bunun, Avcı’nın olayında da geçerli olup olmayacağını göreceğiz. Öte yanda, gerek kitabı okuduğum sırada, gerekse okuyup bitirdikten sonra, yazarın bir tutumunu anlamakta epey zorlandım. Bunu kısaca anlatayım diyorum. H. Avcı “Fethullah Gülen Cemaati”nin ya da kendisinin demesiyle “cemaat”in, “polis, ordu, MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı bir ‘örgüt’lenme kurduğunu”, belirtiyor; dolayisiyle “kadrolu ‘devlet’ adamlarının devleti ‘yönetmediği’ni” açıklıyor. “Cemaat”in bu örgütlenmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin, “koca devletin içten içe eridiğini her şeyin yerle bir olduğunu” vurguluyor. “Cemaat”in, “insanların özgürlüklerini ve ‘kişilikleri’ni ‘yok’ ettiği”ni, böylece onların “insanlara iftira atan, vicdansızlık yapan vefasız insanlara ‘dönüştürüldüğü’nü” örneklerle ortaya koyuyor. “Bu duruma bakıp da, zihinsel ve ruhsal ‘denge’yi kaybetmemek mümkün değil!” diye sayfalar boyu adeta haykırıyor! Ne var ki, bütün bunları bu denli şiddetle vurguladıktan sonra, “Ben ‘cemaat’in kendi ‘mecra’sında faaliyet yürütmesine ‘karşı’ değilim!” demeyi sürdürmekte bir sakınca görmüyor. Ona göre bu “mecra” başta yurtiçi ve yurtdışında yapılan “eğitim” faaliyetleri yani “Işık Evleri” ve “Fethullah Okulları”! Bu durumda, yüzlerce sayfada anlatılanları yapanlar kimlerdi, nerelerde eğitilmişlerdi, nerelerde eğitiliyorlar diye sormanın bir anlamı kalmıyor. Yalnız şunları anımsayalım diyorum: “Fethullahçılık”ın, “Fethullan Gülen Cemaati”nin ya da Avcı’nın söylemiyle “Cemaat”in, “Nurculuk” hareketinin, tarikatının günümüzdeki kolu olduğunu; bu tür Sünni dinsel tarikatların, cemaatlerin temel amaçlarının “şeriat”a ulaşmak olup, bunun için her türlü aracı, yolu kullandıklarını; bir de “Işık Evleri”nin “rahle”sinden geçen, yoğrulan birinin “Fethullahçılık” konusunda istese de bir tür “Simonlaşmak”tan kurtulamadığını... ‘Simonlaşmak’tanKurtulamamak! [email protected] 3 EYLÜL 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Orhan Pamuk 12 Eylül’de yurtdışındaymış. 30 yıl önceki gibi! Aymaz Nami Tepe: “En büyük aymazlık, ‘Hadi canım sen de, bize bişeycik olmaz’ yaklaşımıdır! Serçe Sait Çetin: “Şu minik serçe cami avlusuna sığınmış ‘evet’ diyeceğini söylüyor; garibimi biraz besleyiverin! Güzel Zehra Top: “Siyasetteki düzeysiz konuşmalardan dolayı artık haberlere bakamıyorum. Mevlana ne demiş: İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdün ama insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür.” YağmurDeniz Bilinçaltına reklam hücumu! TTNET’İN şu sıralar televizyonda yayımlanan bir reklam filmi var. Yeni bir kampanya başlatmışlar; tanıtıyor. Reklam filmi demeye bin şahit ister! Televizyonların etkili bir iletişim aracına dönüştüğünü fark eden Amerikalıların, soğuk savaş yıllarında siyasi veya ticari amaçla kullandığı bir yöntemle şimdi bizim bilinçaltımıza girmeye çalışıyorlar. Reklam filminde, bir anda ekranı kaplayacak şekilde tek kelimelik bir yazı “evet” görülüyor ve bu görüntünün üzerine “evet” sesi yükseliyor. CHP’nin görüşlerini en kolay şekilde yansıtabildiği Halk TV bile bu tuzağa düşmüş. Kel alaka bir senaryo içinde “evet” propagandası yapan TTNET’in filmi, Halk TV’nin ekranında dönüp duruyor. Reklamcıların, reklam verenlerin, reklam alanların, reklam yapanların, reklamdan para kazananların uluslararası nitelikte ve etik içerikte kuralları var, gerekirse yaptırım uygulayabiliyorlar. Devletin ise RTÜK balyozu var; kısa kollu bluz nedeniyle ya da mayolu görüntü nedeniyle reklamların yasaklandığını biliyoruz. Ama iş iktidarın propagandasını yapılmasına gelince Yüksek Seçim Kurulu dahil yetkili veya kimseden ses çıkmıyor. Böyle siyasi etiğe böyle reklam etiği. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” HALKIN çıldırmış gibi burnundan soluduğu; insanların idam mahkûmunun tedirginliğini yaşadığı kanısında Hilmi Kayıhan: “Kefenden söz ediyor, kefeni giydiğini söylüyor birisi. Yalan, külliyen yalan; o kefeni bize biçiyorlar, Türkiye’ye giydirecekler o kefeni. Demokrasinin boynundan geçirecekler. Ne yüce divanı kardeşim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni idam edecekler. Önümüze konan seçim sandığı değil idam sehpası. Halkımızın meydanlarda hep bir ağızdan beyaz kefenlerini sallayarak attığı ‘evet’ çığlığı idam öncesi imam efendinin telkiniyle kelimeyişahadet getirmesidir. Türkiye kelimeyişahadet getiriyor. Meydanları inleten o evet, işte bu; idam öncesi imamın söylettiği. 13 Eylül sabahı bir sala duyarsanız, biliniz ki; referandumdan evet çıktı ve devletimizin salası okunuyor. Artık her yer Silivri, her yer Hasdal, her mahkeme özel. Kalbine kurşun yiyen adam nasıl ölürse yargısı kurşunlanan devlet de yaşayamaz. Seçim sandığına atılan her evet o sandığı idam sehpası yapacak. Vicdansız bir adam ne denli tehlikeliyse siyasallaşmış yargı da o denli tehlikelidir. Diktatörler seçimle gelebilir ama seçimle gitmezler; silahla, savaşla gider. Bütün güzel kavramlar bitlendi; demokrasi, insan hakları, özgürlük, hak, hukuk. Elle temizlenir gibi değil, kaynar kazanlarda fokur fokur kaynatmalı. Pıtrak kaplamış buğday tarlası, elle toplanır gibi değil; baştan aşağı sürülmeli. Olacak gibi değil. Bu koyu ve kör karanlığın kucağında parlayan yıldızı görüyor musunuz? Hızla Türkiye’ye yaklaşan yıldızı. İşte o gelen devrimin yıldızı. Bu karanlığı ancak devrim yarıp çıkabilir. Müjdeler olsun devrim geliyor... Not edin bunu.” O yıldız, 1919’daki yıldız. Yıldızlar, gelip geçer derler. Ama o yıldız dünya tarihinde iz bırakmışsa. Emperyalistlere ve onların işbirlikçilerine karşı neyin, nasıl yapılacağını başka uluslara da göstermişse... Devrimle kurulan bir cumhuriyeti korumak, korumak kadar zor olmamalı! Devrim KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Bir organizmanõn oluşturduğu, ona özel rengini veren kimyasal madde. 2/ Büyük delikli kal- bur... İnce dantel. 3/ Kaz Dağõ’nõn an- tik dönemlerdeki adõ... Dönümün dörtte biri kadar olan alan ölçüsü. 4/ Akdeniz havzasõnda yetişen ve tomur- cuklarõndan turşu yapõlan bir bitki... Vilayet. 5/ Bir organõmõz... Kuran’da bir sure. 6/ Roma ve Karta- ca’yõ karşõ karşõya getiren üç savaşõn ortak adõ... Es- kişehir yöresine özgü, çu- buk biçiminde bir tür hel- va. 7/ Dilbilgisindeki söz- cük türlerinden biri... Bir cins iri at. 8/ Bir burç adõ... Ses. 9/ Mozambik’in para birimi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ruh hastasõ. 2/ Alõnmõş bir şeyi geri verme... Kimi has- talõklarda yüzde, ellerde ve ayaklarda görülen yangõsõz şiş. 3/ Tektonik çukur... Bir nota. 4/ Fas’õn plaka imi... Fenike mitolojisinde en büyük tanrõ... Yemen ve Et- yopya’da yetişen, yapraklarõ uzun süre çiğnenince sar- hoşluk veren bir ağaççõk. 5/ Lokmanruhu... “Ati çõkõn- ca ortaya --- silinmeli” (Tevfik Fikret). 6/ İtalya’da bir kent. 7/ Yayla ya da bahçe kulübesi... Verme, ödeme. 8/ Umutsuzluktan doğan karamsarlõk... Hiç, sõfõr. 9/ Şen, şa- kacõ ve güldürücü kimse. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T O M O F O B İ O R U K T E M A R A S S A K A R E N A Y İ E L A A S A S U E K D A L L A M A A O A V L A K A R O T A C U D İ S A Ç K I R A N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Sizce Yüksek Seçim Kurulu’nun tahmini yüksekliği kaç metredir? KPSS’de kopyasız tam puan bile almış olsanız, bu yüksekliği tahmin edemezsiniz. Çünkü anayasamız, tıpkı Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu gibi tüm “Yüksek” kurulların yükseklik ayarını verecekleri kararlara bırakmıştır. “12 Eylül Darbe Anayasası’nı değiştiriyoruz!” diye bu iktidarın ortalığa düşeceği ve tüm propagandasını “12 Eylül Edebiyatı”na oturtacağı haftalar önceden belli iken... Halkoylaması tarihi olarak 12 Eylül gününü belirlemekle bu Yüksek Kurulumuzun da çok yüksek bir rakıma sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Tıpkı Deniz Feneri’nin gölgesinin düştüğü Radyo TV Yüksek Kurulu gibi… YSK’nin seçim ve halkoylamalarıyla ilgili üç görev ve sorumluluğu bulunuyor: - Süreci baştan sona düzenleme, - Süreci yürütme ve yönetme, - Uyuşmazlık olduğunda ise yargılama. Kurul bu görev ve sorumluluklarını yerine getirirken sergilediği etkinlik ve aldığı kararlarla adına ne kadar layık olduğunu göstermektedir. Başta TRT, tüm kanallar, seçim ve halkoylaması süreci boyunca Yüksek Seçim Kurulu’nun denetimine tabidir. Yasaya göre yayın kuruluşları: “Kamuoyunun serbestçe oluşabilmesini sağlamak, tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak, bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, menfaatlerine alet olmamak” zorundadır. Bunun için, “Taraflı, tek yanlı yayın yapan tüm yayınları denetleyecek, engelleyecek ve cezalandırmakla” görevlidir. Bir YSK’nin TRT’ye yaptığı bir tek laf ola uyarısı var. Bir o uyarıya bakınız… Bir de 24 saat, “Evet efendim, sepet efendim!” frekansında yayın yapan ve Tayyip Recep Televizyonu işlevi üstlenen TRT’nin hallerine bir bakınız! Daha önce de yazdık. Halk TV’de de feryat edip durduk... Halk TV’deki Basın Koridoru programına 1 günlük yasak cezası kondu. Çok şükür bu köşeye YSK’nin ve RTÜK’ün hükmü şimdilik geçmiyor. Fırsattan istifade yine yazalım: Yasa, seçmenin eline “Evet” yazılı bir damga verilmesini zinhar öngörmüyor. Ama YSK bu oylamada “Evet” yazılı mühür kullanılmasına olanak tanıyor. Başbakan da YSK’nin bu pasını alıyor ve gole çevirmeye yöneliyor: “Evet mührünü alın. Evet’e basın!” Yani dağı taşı donattıkları ilanlardaki yasadışı görüntüyü söze döküyor! Bir milletvekili ile bir Başbakan yasalar önünde sözde eşit. YSK, RTÜK eliyle TV’de milletvekilinin ağzını kapatıyor. Başbakan’ı her türlü yasağı çiğnemekte serbest bırakıyor. İşte bunun için Hayır! “Hayır” diyecek bir seçmenin eline “Evet” damgası vermek akla ziyan bir karardır. “Hayır” yazılı oy pusulasını “Evet” ile damgalatmak sol kulağı sağ ayak serçe parmağıyla göstermekten beter bir işlemdir. Ki YSK “Tercih, damgasının yetmediği durumda” diye aldığı kararıyla buna olanak sağlamıştır. Bugün kargaların bile 5’e kadar sayı saydığı kanıtlanmıştır. Yüksek Seçim Kurulu “Evet” - “Hayır” diye kullanılacak oyları sayma işlemini bilgisayar programlarına havale etmiştir. Maymun bile kullanacağı aleti kendisi seçebilmektedir. Kurulun en büyük görevi “hiçbir kuşkuya meydan vermeden güven içinde sonuçlara” ulaşmaktır. Demokrasi ve hak hukuk için önemli olan en çabuk sonuç değil en güvenli sonuçtur. YSK çabuk sonuç uğruna kuşkulu yola sapmıştır. KPSS rezaleti ortadayken, seçim güvenliğini, arkasında kimin olduğu belirsiz bilgisayar programlarına terk etmenin yüksek hiçbir gerekçesi olamaz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle