19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Esintiler Üç günlüğüne Paris’teyim. Cuma günü geldim. Öyle turistik bir gezi için değil, bir ziyaret nedeniyle; bu akşamüstü dönüyorum. Geldiğim gün hava tam 40 dereceydi, kızgın bir güneş, inanılmaz bir sıcak, dün ise mevsim normallerinin altına, 20 dereceye düşüverdi, gri bir gökyüzü, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur... Paris her yıl milyonlarca turist çeken bir kent, özellikle de bahar ve yaz aylarında. Avro’nun düşmesi, doların da yükselmesi turizm açısından dengeyi Avrupa aleyhine bozmuş, kentte en fazla göze çarpan turist kafileleri Amerikalı ve Asyalılar. Ulusal takımlarının daha ilk turda Dünya Futbol Şampiyonası’na veda etmesi Fransızların sinirini oldukça bozmuş, sokaklarda üzerindeki ulusal formalarıyla dolaşan Brezilyalılara, Ganalılara kötü kötü bakıyorlardı, neyse onlar da elendiler de içleri biraz olsun rahat etti. Bir kenti iyice tanımak için en azından uzunca bir süreliğine orada yaşamak gerekir. Öğrencilik ve sonrasında Türkiye’ye “geri dönememe” yıllarımdan beri Paris birçok kez geldiğim, görülmesi, gezilmesi gereken pek çok yeri olan bir kent. 42 yıl önce ilk geldiğimde, bari buraları iyi tanıyayım, deyip kendime bir semt seçmiştim. Doğal ki ilk gelme nedenim olan o unutulmaz 68 Baharı’nın bir payı vardı bu seçimimde. O zamandan beri Paris’e her geldiğimde Saint Germain de Prés-Montparnasse bölgesinde bir otele yerleşirim. Fransız 68’inin tarihi, ünlü Sorbonne Üniversitesi’nin de bulunduğu, Quartier Latin diye de bilinen bu bölgede yazılmıştır. Kitapçılarında dilediğiniz kitabı bulabilir, sinemalarında en iyi filmleri izleyebilir, cebinize en uygun lokantaları bulabilir, en nefis yemekleri yiyebilirsiniz. Paris’in en iyi café’leri de, en güzel parkı olan Jardin Luxembourg da buradadır. Bu kez Saint Germain’i Montparnasse’a bağlayan Rue de Rennes caddesine çıkan küçük bir sokakta bulunan Victoria Palace oteline indim. Palace (saray) sözcüğüne takılıp da burayı bir malikâne sanmayın, 1913 yılında yapılmış küçük bir otel. O dönemde her yeni otele “saray” denme modasına uyulup buraya da “palace” denmiş, bizim Tepebaşı’ndaki Pera Palas ya da Moda’daki Mano Palas gibi. Otelin broşüründe okudum; Yeni Zelandalı yazar Katherine Mansfield 1920’lerin başında, resimde metafizik akımının öncülerinden İtalyan ressam Giorgio De Chirico 1938 yılında bu otelde konaklamışlar. Modern İngiliz edebiyatının “babası” kabul edilen İrlandalı yazar James Joyce ise 1923 Eylülü ile 1924 Ağustosu arasında, yaklaşık bir yılı ailesiyle birlikte bu otelde geçirmiş. Arada 86 yıllık bir zaman farkı da olsa James Joyce’la aynı mekânı paylaşmak insanı heyecanlandırıyor. Bölgede neler var sayarken, 1920’lerde açılan ve Fransız entelektüellerinin uğrak yeri olmuş Le Select, La Coupole, Le Dôme, La Closerie des Lilas gibi lokantaları, Café Flore, Café des Deux- Magots gibi kafeleri de unutmamak gerekiyor. Bir ara Saint Germain de Prés’de Café des Deux-Magots’nun önünden geçerken gözüm bir direğin üzerine yerleştirilmiş bir tabelaya takıldı. Belediye o alana filozof, yazar Jean Paul Sartre (21 Haziran 1905 – 15 Nisan 1980) ile onun hayat arkadaşı, yazar Simone de Beauvoir’ın (9 Haziran 1908 – 14 Nisan 1986) adlarını vermiş. Fransa’ya kızmamız için birçok nedenimiz var, ama hakkını da yemeyelim. Burada bir çifti onurlandırmak, ölümsüzleştirmek için evlilik cüzdanına bakılmıyor. Bir yazarın yasaklanmış bir dergiyi sokaklarda bağırarak satması da buna bir engel oluşturmuyor. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanlarından General Charles De Gaulle’ün, 68’in o ateşli günlerinde Sartre’ın Quartier Latin’de yasaklanmış komünist bir dergi olan Le Cause du Peuple’ü sattığı haberi kendisine iletilip, tutuklanıp tutuklanmaması sorulduğunda İçişleri Bakanı’na verdiği yanıtı anımsıyorum: “Jean Paul Sartre tutuklanamaz, çünkü o Fransa’dır!” [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Trakya Direniyor... Yazõnõn başlõğõ “Trakya İs- tanbul’un İşgaline Direniyor” olsaydõ, bugünlerde Cumhuri- yet Yayınları’ndan çõkan özgün bir “mücadele kitabı”nõn da adõnõyansõtacaktõ…TrakyaÜni- versitesi’ninöncekirektörüProf. Dr.Osmanİnci’ninderlediğive mimar-plancõ Prof. Dr. Emre Aysu ile 10 Mart’ta yaşama ve- da eden Prof. Dr. Cemil Cangir ve jeolog Osman Candeğer’in özveriliçalõşmalarõylayaratõlan, işlevsel bir akademik yayõnõ... “İşlevsel” diyorum, çünkü akademisyenlerimizin sayõsõz yayõnõ, değişik sorunlara bilim- sel açõklamalar getiriyor olsalar bile, toplumla buluşamõyor, üni- versite arşivlerinden dõşarõ çõka- mõyor… “Bu kitap” ise hem bi- limsel niteliği, hem de yaşamõn içinden değerlendirmeleriyle, akademikdünyamõzda“gerçek- leri sorgulayarak topluma yol gösteren” ender çalõşmalardan biri.. Kitabõnyazarlarõülkemizinen verimli tarõm topraklarõnda, “İs- tanbul’da artık istenmeyen” kirli sanayinin ve çevreye du- yarsõz konut sitelerinin planlanmasõnõ “Trakya’nın işga- li” olarak tanõmlõ- yor;ÇevreveOrman Bakanlõğõ’nca İstan- bul Büyükşehir Be- lediyesi’ne (İBB) devredilen ve tüm Marmarailleriniiçe- ren “bölgesel plan- lama yetkisi”nin de İstanbul dõşõndaki her yeri “arka bah- çe” gören bir anla- yõşla kullanõldõğõnõ savunmakla kalmõyor; bunu açõkça belgeliyorlar... ‘Yok edilen’ plan Trakya’nõn özellikle tarõmsal zenginliklerinin yaşatõlarak ge- lişmesini sağlamak; bunun için de arazi kullanõm kararlarõnda önceliğindoğalkaynaklarõkoru- maya verildiği ilk bölgesel plan- lama çalõşmasõ, 2002’de Trakya Üniversitesi’nce gerçekleştiril- mişti. Çevre ve Orman Bakanlõ- ğõ’nca da uygun bulunarak bölgenin “esenlik umudu”na dönüşen plandaki “tarım alanlarını ve su kaynakları- nı koruma kararları” ise iz- leyen yõllarda merkezi hükü- met tarafõndan 70’ten fazla noktasal plan değişikliğiyle geçersiz kõlõndõ!.. Meslek odalarõ ve sivil ku- rumlarca “çevreci plan” olarak tanõmlanan “Ergene Havzası Çevre Düzeni Planı”nõn bu de- ğişikliklerle adeta “yok edilme- si”nden sonra İBB tarafõndan üretilen yeni planda ise İstan- bul’da istenmeyen ne kadar “kirletici” kullanõm varsa Trak- ya’ya yönlendirildi... Prof. Dr. İnce, bu tutumun sa- dece Trakya’ya değil, İstanbul’a da zarar vereceğini, çünkü Trak- ya’nõn geçmişte olduğu gibi bu- gün de İstanbul’u beslediğini, Büyükşehir plancõlarõnõn ise kentin tarihsel yaşam kaynakla- rõnõgözardõettiklerinibelirterek şunlarõ söylüyor: “Bizim planı- mız, YTÜ’nün plancılarıyla birlikte ve bölgedeki tüm sivil, kamu, özel kurumların görüş ve katkıları alınarak şeffaf, açıkveendemokratikhazırlık süreciyle üretilmişti… İBB planında ise bizler bir yana, hiçbir kurumla ilişki kurul- madığı gibi, topraklarımızın verimliliğini sağlayan akarsu- larımız da İSKİ tarafından İs- tanbul’a aktarılıyor.” Tarım ‘bitiriliyor’ Trakya topraklarõnõn yüzde 74’ünü tarõmsal araziler oluştu- ruyor.Ziraatmühendisle- ritopraklardakiverimli- liğin Konya, Niğde ya daEskişehir’dekitarõm arazilerinden3-4katda- ha fazla olduğunu belir- tiyorlar. Ayçiçeğinin yüzde 63’ü, pirincin yüzde 44’ü, buğdayõn bile yüzde 9’u Trak- ya’da üretilirken böyle- si bir bölgeyi “İstan- bul’da istenmeyen sa- nayi”ye yatõrõm alanõ yapmak, “bugünün kalkınma politikaları”ndaki “tarımı bitirme” niyetinin ürü- nü olarak yorumlanõyor... YaniİBB,üstlendiğiplanlama yetkisini, kentin, toplumun ve yöre insanõnõn çõkarlarõ için de- ğil, “iktidarın siyasal hedefle- ri” doğrultusunda kullanõyor. İşte böylesi bir “planlama darbesi”ne karşõ sürdürülen akademik,bilimselvetoplumsal direnişin tüm bilgi, belge ve öy- küsü Cumhuriyet Yayınla- rı’ndan kitaplaşmõş durumda… “Önsöz”ünde deniyor ki: “Amacımız kamuoyunu bil- gilendirmek,belgelerilehalkı- mıza, çiftçimize, yani sorunun esassahibinehabervermektir. Halkın oyları ile seçilen millet- vekilleri, belediye başkanları veilgenelmeclisüyelerininne- redeyeraldıklarınıgöstermek, bilim kurumlarının kısa sü- reçlerde ne hale geldiğini göz- ler önüne sermektir.” SAYFA CUMHURİYET 4 TEMMUZ 2010 PAZAR 18 Madımak katilleri Avrupa’da tatil yapıyor. Her şey dahil, insanlık hariç! Tohum Ahmet Önen: “İlhan Selçuk için öldü diyenlere, Mevlana’dan yanıt: Tohum var mıdır toprağa düşsün de bitmesin. Neden insanoğlundan şüphe edersin.” General Kerem Acar: “Generallere, Genelkurmay’a girerken kimlik soruluyormuş. Başbakanlığa girerken de sabıka kaydı sorulsun!” Nöbetçi Soner Önal: “Hatay’da gündüz vakti kekik toplayan köylüleri terörist diye vurdular; Gediktepe’de gece yarısı baskına gelen teröristleri nöbetçi çoban sandılar!” YağmurDeniz Cumhurbaşkanı’nın çocuğu CUMHURBAŞKANI’NIN çocuğu Amerika’da girdiği sınavda öyle başarılı olmuş, öyle başarılı olmuş ki en itibarlı üniversitelerden Harvard’ı kazanmış. Çocuk, Scholastic Aptitute Test’te bütün soruları çözmüş; 800 üzerinden 800 tam puan almış. Allah anasına babasına bağışlasın da bu sınavda başka öğrenciler ne yapmış? Meğer 10 binden fazla öğrenci 800 üzerinden 800 tam puan almış! Peki, Cumhurbaşkanı’nın çocuğu Türkiye’deki üniversiteye giriş sınavının ilk aşamasında ne yapmış? İlk 100 bin öğrenci arasına girememiş! Türkiye’deki sınavda ilk 100 bine giremeyen çocuğu Amerika birincisi ilan etmek “pazarlama başarısı”dır ve bunu ancak akı kara, karayı ak gösteren AKP’liler yapabilir! Cumhurbaşkanı’nı kutlamak gerek! Bu arada çocuğun hakkını da yememek gerek. Armut dibine düşermiş hesabı çocuğun başarılarını Eray Ergün anımsattı: “Üstün bir zekâya, girişimci bir ruha sahiptir. Örneğin, çok daha küçük yaşta iki hemşerisiyle birlikte şirket kurarak e- ticarete başlamış; bazı büyük alışveriş merkezlerinde haşlanmış mısır ticaretine girmişti. Babasının Suudi Arabistan gezisinde yer almış, Kralın işadamlarına verdiği yemeğe katılarak ‘en genç Türk patron’ unvanını almıştı.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” KİMİLERİ bin yıl dese de en az 5 bin yıldır Anadolu’da yaşadığımızı söylüyor Hilmi Kayıhan: “Bu topraklarda geçen 5 bin yılımızı bir yıl olarak sayarsak, Kurtuluş Savaşı‘ndan günümüze kadar geçen süre bir hafta bile değil. 1919’dan bugüne altıncı günü yarılamış gibiyiz, hepsi bu. Biraz yukarıdan bakınca böyle görünüyor. Süvari alayının nal sesleri, arkalarında kalkan toz bulutları dağılmadı. Karayılan, Şahinbey ve Dikmen sırtlarında bekleyen seymenler ölmedi, Bekirağa bölüğünde yatan vatanseverler daha tahliye olmadı. Evlerine daha dönmediler düşmanı tuz ve ekmekle karşılayan hainler. Her şey dün gibi, dün bugün gibi. Su uyur, düşman uyumazmış; uyumadılar işte. İşbirlikçi İstanbul hükümeti uyumadı; Anzavur Ahmet‘i, Delibaş‘ı, Şeyh Said‘i, Sait Molla‘sı ve Damat Ferit’i hiç uyumadılar. Bakın işte, bir gün önce Hınçak’ın elinde düşen bayrağı PKK’ye verdi işgalciler. Ve vatanseverleri esir düşüren gizli tanık ve ihbar mektuplarını da. Yukarıdan bakınca daha bir hafta bile olmadan Atatürk‘ün bize emanet ettiği bütün tepeler İstanbul Hükümeti’nin eline geçti. Amasya, Erzurum ve Sivas; Silivri, Hasdal bir de Erzincan. Kâzım Karabekir ve Saldıray Berk. Ali Fuat Paşa ve Çetin Doğan, Engin Alan ve Feyyaz Öğütçü paşalar. Doğu Perinçek ve adlarını sayamadığımız diğer kongre üyelerine selam olsun! Mustafa Balbay’a, Tuncay Özkan’a selam olsun! Biliniz ki, kongre kararları gibi okuyoruz Silivri savunmalarınızı. Gün boyu işgal güçlerinin yolladığı telgraflar okunuyor haber bültenlerinde. Kalenin burcunda düşman bayrağı dalgalanıyor diye cuma namazının kılınamayacağını söyleyen vatanseverlerin evlatlarına soruyoruz: Türkiye’nin imamı, bir düşman planı olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olduğunu söylüyorsa onun arkasında namaz kılınır mı? Kıldığınız namaz kabul olur mu? İyice biliniz ki; öfkemiz kine, kinimiz kutsal isyana döndü, dönüşüyor. Ant olsun ki; kalemizin burçlarında dalgalanan Büyük Ortadoğu Projesi’nin bayrağı indirilecek ve eşbaşkanı ait olduğu yere gönderilecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın!” 6. gün KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Uşak iline özgü, merci- mek, bulgur, so- ğan ve salçayla yapõlan bir ye- mek. 2/ Meriç Irmağõ deltasõn- da, yüzlerce kuş türünü barõndõ- ran ve “tabiatõ koruma alanõ” kapsamõna alõ- nan göl... Alev. 3/ En küçük izci ku- ruluşu... Yükselme, yücelme. 4/ Bir nota... Bir avuç dolusu. 5/ “Durur --- gibi dallar- da kanlõ bülbüller” (Ahmet Haşim)... Bre- zilya’nõn para birimi. 6/ Lifleri dokumacõ- lõkta kullanõlan değer- li bir bitki... Lantan elementinin simgesi. 7/ Bildik, tanõdõk... En uygun du- rum ve zaman. 8/ Kalçalarõn üst kõsmõna oturan spor ceket... Afrika’da yaşayan bir antilop. 9/ Edirne ili- ne özgü, süte peynir eklenerek yapõlan bir tatlõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Eski Yunan kentlerinde pazaryeri... Gözleri görmeyen. 2/ Bir şeyin kalitesini garanti eden işa- ret... Birdenbire ortaya çõkan ruhsal darbe. 3/ Ka- rõşõk renkli... Huzur. 4/ Kalsiyum elementinin sim- gesi... Bir kimsenin, emek vermeden sağladõğõ ka- zanç. 5/ Kalõn bükülmüş sicim... Fas’õn plaka imi. 6/ Az pişmiş et... Akõm şiddeti birimi kiloamperin kõsa yazõlõşõ. 7/ Alçak enlemlerde esen düzenli rüz- gâr... Adõyaman’õn bir ilçesi. 8/ Hizmet hayvanla- rõnõn ayağõna çakõlan demir... “Acele, ivedi” anla- mõnda yerel sözcük. 9/ Sõkõntõ verme, üzme... Ar- goda “adam, herif” anlamõnda kullanõlan sözcük. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A R D İ N A L A Y A H A Z A R R A F Y A A M A D Y O M A E T İ H A M S E L E N A A S E L İ A Z A E L İ F İ L A M E L İ F N R A T E İ N İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle