Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 4 TEMMUZ 2010 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Slavlarõn kardeşliği
Bulgaristan’õn NATO’ya daha yeni üye
olduğu günlerdi. Rusya’da soğuk bir
kõş akşamõ, bulunduğum mahallede
akşamlarõ uğradõğõm barda, bir ahbabõmla
votka ve meze eşliğinde tarih sohbeti
yaparken barõn müdavimlerinden 50’li
yaşlarda bir adam, iyice içmiş bir halde,
yalpalayarak içeriye girip bizim masadaki
sohbeti dinlemeye başladõ. Tarih
hakkõnda konuştuğumuzu görünce söze
girerek, Ruslarõn en büyük millet
olduğunu anlatmaya başladõ.
Konuşmasõnõn bir yerinde, birden durup
bana dönerek “Sen hangi millettensin?”
dedi. Ben, o anda ne yanõt vereceğimi
düşünürken, ahbabõm araya girerek
“Seryoja, o bir Bulgar, ismi de Denis”
diyerek bana göz kõrptõ. Adam, bu sefer,
içinde dökmek istediği ne varsa,
Bulgarlara dökmeye başladõ. “Siz, bizim
Slav kardeşimizsiniz. Sizi Türklerden
biz kurtardık. Fakat siz bize ihanet
ettiniz. NATO’ya girdiniz” deyince ben,
durumu atlatmak için “Yok
canım, ihanet etmemişizdir.
O, bizi yönetenlerin
cehaleti. Biz, halk olarak
Rusya’ya minnettarız”
deyince, bana, “Komünist
dönemi hatırlıyor musun”
diye sordu. Ben,
“Hatırlıyorum, ne güzel
günlerdi” deyince “Tabii,
çok güzel günlerdi, çünkü biz kendimiz
aç kalıp sizi besliyorduk. Fakat siz bizi
sattınız. Ama bizde Rus ruhu var, biz
sizi affediyoruz” dediği anda, ahbabõm
hemen duruma müdahale ederek “Eveeet,
o zaman haydi, Slavların şerefine
içelim” deyip ortamõ yumuşatõverdi.
Seryoja’nõn bana o zaman en yalõn
şekilde anlattõklarõnõ, Rusçayõ
makale okuyabilecek düzeyde
öğrendikten sonra, daha akademik üslupla
ifade edilmiş olarak, Rus gazetelerindeki
köşe yazõlarõnda ve makalelerde buldum.
Bulgaristan’õn kõsa bir süre
önce NATO’ya girdiği,
Ukrayna’da ise daha bir iki ay
önce turuncu devrimin
yaşandõğõ o günlerde,
Rusya’nõn yeniden
imparatorluğa dönmesini
isteyenler, “Kardeşimiz
olarak gördüğümüz
Bulgarlar NATO’ya
girerken, yüzyıllarca düşman olarak
gördüğümüz Türkler, Irak tezkeresini
reddetti. Dünyaya bakışımızı yeniden
gözden geçirmek gerek” diye
yazõyorlardõ. Rusya’da halktan aydõnlara
kadar her kesimde “Slav kardeşliği”ne
veya “Panslavizm”e bakõş, kendi içinde
zõtlõklarõ içeriyor. Bir taraftan Ruslarõn
bütün Slav halklarõnõn ağabeyi olduğu
üstü örtülü veya açõk şekilde dile
getiriliyor, diğer taraftansa buna zõt
gelişmeler yaşandõğõnda, “Bunlar için
kılımızı kıpırdatmaya değmez” deniyor.
Tarih ders kitaplarõnda bize öğretilenden
farklõ olarak, Panslavizmi icat edenler
Ruslar değil, Katolik bir Slav halkõ olan
Hõrvatlardõr. Bütün Slavlarõn birleşmesi
düşüncesi de, Katolik Slavlar
arasõnda gelişmiş ve ilk başlarda,
“kurtarıcı” olarak Polonya
Krallõğõ görülmüştür. 1800’lerin
ortalarõna kadar dõş politikasõnõ
“Ortodoksların hamiliği”ne
dayandõrmaya çalõşan Rusya yönetimi, o
dönemde her geleneksel imparatorluk gibi
milliyetçi düşüncelere soğuk bakõyordu.
Fakat Ortodoks hamiliğine dayanan
politikanõn daha fazla yürütülemeyeceği
özellikle Kõrõm Savaşõ’ndan sonra ortaya
çõkõnca, bu sefer Rus Çarlarõ
“Panslavizm gelecekse onu da biz
getiririz” diyerek ve Panslavizmi
“Ruslaştırarak” dõş politikanõn temel
unsurlarõndan biri haline getirdiler.
www.avrasya-haber.net
Kuzey Öyküleri
Her bir mezar taşõ ayrõ bir yaşam
serüveni demek. Mezar taşlarõ
birbirine benzeseler de. İsveç’te üzerinde
Türk adõ yazõlõ mezar taşlarõna baktõkça
oraya gömülmüş olanõn buraya niçin
gelmiş olduğunu, neden kaldõğõnõ merak
ederim. Dizginleyemediğim bu merak
duygusu belki de kendi içimde sonu
gelmeyecekmiş gibi sürmekte olan
hesaplaşmayla ilgili. Mezarlõk insanõn
kendisiyle yüzleşmesini kolaylaştõran bir
mekân. İsveç’teki mezarlõklarõn düzeni,
bakõmõ, mezar taşlarõ insana huzur veriyor.
Gezintiye çõktõkça arada bir
mahallemizdeki Katarina Kilisesi’nin
bahçesinde de gezinirim. Dõşişleri
bakanlõğõ görevinde bulunduğu sõrada
hunharca bir cinayete kurban giden Anna
Lindh’in mezarõ da orada.
Küçük bir mezarlõk. Tanõnmõş
kişilerin adlarõ okunuyor mezar
taşlarõnda. Mezar taşlarõ sanat eseri
gibi. Haç eskilerde kaldõ. Artõk
taşlarõn üzerinde o kişinin hobisini
yansõtan resimler yapõyorlar.
Motosiklet, gitar gibi. Son
zamanlarda gitmedim ama mezarlõk
konusuna aklõmõn takõlmasõnõn
nedeni İlhan Selçuk’un cenaze
töreniyle, okumakta olduğum Ayla
Yazgan’õn “Kuzey Öyküleri” adlõ kitabõ.
Ayla Yazgan Stockholm Üniversitesi’nde
göçmenler üzerine araştõrmalar yapmõş
olan bir sosyolog. Artõk emekli ve yõllarõn
birikimine dayanan edebi çalõşmalarõnõ
kitaplaştõrmaya başladõ. Önce 2005’te
“Bir Gemide Gider Gibi” adlõ öykü
kitabõ geldi. Ardõndan “Hem İçinden
Hem Dışından Baktım” adlõ anõ kitabõ.
Son olarak da “Kuzey Öyküleri.”
Ayla Yazgan’õn üç yõl önce yitirdiğimiz
eşi Abdi Yazgan 12 Mart’õn zulmünü
görenlerdendi. Asõlsõz suçlamayla
gözaltõna alõnmõş, ağõr işkence görmüştü.
Yazgan ailesi zulme isyan ederek İsveç’e
mülteci olarak gelmişti. İşkence sõrasõnda
başlayan böbrek kanamasõ zamanla ağõr
rahatsõzlõğa yol açmõş Abdi Yazgan
ölünceye kadar diyalizle yaşamak
zorunda kalmõştõ.
Faşizmin yol açtõğõ toplumsal çöküş ile
insanõn yaralanõşõnõ Ayla Yazgan kendi
yaşadõklarõyla anlatõyor. Bir mülteci olarak
da mültecilerin ruh halini “Karanlık
Günler” adlõ öyküdeki şu satõrlarla:
- Radyosu açõktõ otobüs şöförünün.
Kartlarõmõzõ gösterdik. Yer bulup
oturduk...
- Usuldan başladõ o şarkõ sesi. İran
yaylalarõndan kopup gelen bir ağõt mõydõ?
Aşk ezgisi miydi? Põrõl põrõl akan berrak
bir sesti. Kartõmõ gösterirken nasõl uzunca
bir süre yüzüme baktõğõnõ anõmsadõm. O,
“Benim de baktı” dedi. Bizi İranlõ
sanmõştõ besbelli. Şimdi otobüsün
yabancõ kalabalõğõnda oluşan o gizli
bağla ruhlarõmõz
bütünleşmişti.
“Pembe Kuş” adlõ
öyküdeki şu satõrlarõ
okuyunca mezarlõk
konusuna neden
takõldõğõmõ
anlayacaksõnõz:
- Üç buçuk kişiydik.
Ben, oğlum, gelinim ve
arabasõnda uyuyan her
şeyden habersiz küçük Papatya.
İncecikten bir yağmur çiseliyordu.
- Tertemiz kabristan huzur veren bir
bahçe gibiydi. Kuşlar ötüyordu.
Kabristan görevlisi sormuştu “Başka
kimse yok mu?”
- Kabristan görevlisi küllerinin bulunduğu,
iki ucundan ipler sarkan küçücük fõçõyõ
göstererek “Siz kendiniz mi indirirsiniz”
diye sormuştu. “Hayır” demiştim o küçük
çukura dehşetle bakarak.
Kendi ülkesinde yaşayan birinin, ölümü
düşünse bile aklõnõn köşesinden bile
geçmeyecek manzaradõr Ayla Yazgan’õn
anlattõğõ. Oysa adõ öykü olsa da anlatõlanõn
gerçek olduğunu biz biliyoruz.
osman.ikiz@tele2.se
Bir nesli 20 yõlla
sõnõrlarsak, Türkiye’nin
son üç nesline, geçmiş 60
yõlõna kendi alanõnda
damgasõnõ vuran iki-üç siyasi
gazeteciden bir tanesi, belki
de birincisi tereddütsüz İlhan
Selçuk’tur. O babamõn,
benim, çocuklarõmõn, hatta
torunum yaşõndaki gençlerin
de “abi”si olmuştu. İlkokul
ve ortaokul yõllarõmda babam
Akşam, Vatan ve Cumhuriyet
gazetelerinin müdavimiydi.
Her gün en azõndan bir
tanesini edinmeye özen
gösterir, içindeki yazarlara
göre satõn alõrdõ. Hafta
sonlarõnda, özellikle de pazar
günleri sistemli olarak bana
yüksek sesle köşe yazõlarõnõ
okuturdu. Hem okuma
alõşkanlõğõ kazanmamõ ister
hem de bazõ yazarlarõn
makalelerinin, kulak dolmasõ
da olsa okul kitaplarõndan
farklõ görüş ve haberleriyle
gündelik genel kültür
düzeyimi yükselteceğine
inanõrdõ. “Bak bakalım
bugün Çetin (Altan) Abin,
İlhami (Soysal) Abin, İlhan
Abin neler yazmış”, diye
beni teşvik ederdi. Ben de
büyük bir ciddiyetle bu
abilerimin (eleştirel) fikir ve
bakõşlarõnõ kavramaya
çalõşõrdõm. Solun 60’lõ
yõllardaki ilk büyük
kõrõlmasõnda, Milli
Demokratik Devrimcileri
Sosyalist Devrimcilere
tercihimizde İlhan Ağabey’in
etkisi belirleyiciydi...
(Onu hiç görmemiş, hiç
tanõmamõştõm. Ama ailemin
bir parçasõ, 40 yõllõk
ağabeyim gibi
benimsemiştim, sevmiştim.
İdeolojik plandaki
“millici/askerci”
hassasiyetine karşõn,
kafamdaki “devrimci aydın”
ve “yurtsever gazeteci”
tanõmõna en uyan oydu.
Üstelik tutarlõ ve de ilk
bakõşta sanõldõğõndan çok
daha evrenseldi.
Çõkõş noktasõnõ,
dönemin çoğu
“solcu” önderleri
gibi yalnõzca
Sovyetler Birliği
ve katõksõz
enternasyonalist
itaat, Çin
sosyalizmi ve
Kültür Devrimi veya Küba-
Che Guevara çifti ve silahlõ
direniş gibi öğelere
dayandõrmõyordu. İnsanlõğõn
geçmiş toplumsal ve siyasal
kavgasõ, Anadolu’nun
başkaldõrõ geleneği ve
Alevi/Bektaşi bilgeliği kadar
Fransõz Devrimi’nin açtõğõ ve
biçimlendirdiği en geniş
anlamdaki “Aydınlatıcı”
ideolojiyi, eşitlikçi
Cumhuriyet ve tam bağõmsõz
demokrasiyi de savunuyordu.
Onu artõk daha bir
‘aile’mden, ‘akraba’mdan
görüyordum. Ancak 38 yõllõk
Fransa deneyimim, günbegün
yaşanan somut ve örgütlü bir
işçi sõnõfõ mücadelesi gerçeği,
egemen bir kapitalizme
rağmen bu ülkedeki
toplumsal ilerleme,
kazanõmlarõ savunma,
geliştirme savaşõ yaşama,
dünyaya, sosyal değişime
bakõşõma farklõlõklar getirse
de özdeki bazõ değerler bizi
birleştirmeye devam
ediyordu. O benim biricik
“İlhan Abi”mdi.)
Her daim doğuştan
tanõyormuş izlenimiyle
yaşadõğõm İlhan Abi’yle ilk
kez, sanõrõm 1994’te bir
İstanbul ziyaretimde tanõştõm.
Cumhuriyet’in Babõâli’deki
tarihi binasõnda beklenmedik
sõcaklõkta bir karşõlama
yapmõştõ. Önümdeki insan,
sanki rahmetli Turhan
Selçuk’un çizgi roman
kahramanõ “Abdülcanbaz”õn
canlõsõydõ. Nitekim asilzade,
zarif ve efendi görünümlü
fiziği kadar, gösterdiği
candan ilgi ve dikkat, hiçbir
zaman iddialõ olmasa da söz
ve hareketlerinden taşan lider
karizmasõ, dünya ve özellikle
de Fransa güncelliğini
izlemekteki titizliği beni
şaşõrtmõş, kişiliğine
duyduğum saygõ ve sevgiyi
arttõrmõştõ. “Batı’daki en
büyük umudumuz Fransa.
Fransız Devrimi’nin,
Fransız solunun çocukları
kapitalizme karşı en güçlü
seddimiz, güvenimiz” derdi.
Kendi deyimiyle, “Zırzop
Sarkozy”nin iktidara gelmesi
onda çok ciddi bir düş
kõrõklõğõ yaratmõştõ.
“Fransızlar böylesi seviyesiz
bir adama nasıl kanarlar”
diye yakõnmõş,
“DeGaulle’ün, hatta
Chirac’ın hiç olmazsa bir
devlet adamı vakarı,
endamı vardı. Züppenin
teki bu! Şu adamcıkta ne
buldular Fransızlar? Vah,
vah vah!..” demeden
edememişti.
Her ziyaretimde Fransa’daki
yaşam üzerine ayrõntõlõ
sorular yöneltirdi. Kendisiyle
geçirdiğim dakikalar, benim
de ufkumda yeni õşõldamalar
getirir, farklõ boyutlar açardõ.
Sol partilerin, sendikalarõn
durumlarõnõ sorar ve de
özellikle demokrasinin
olmazsa olmaz koşulu
“bağımsız basın”õn
durumunu bilmek isterdi. Son
görüşmemizde Fransõz
basõnõnõn temel taşõ, turnusol
kâğõdõ Le Monde’un mali
zorluklarõnõ, yeni yönetimi ve
iktidarla ilişkilerini
sorgulamõştõ. Fransa’ya olan
ilgi ve sevgisini çoktandõr
tanõyordum ancak gözlem ve
sezgilerinin doğruluğu
şaşõrtõcõ düzeydeydi. Siyasi
bir örgüt veya çevrenin organõ
olmayan, “tam bağımsız” Le
Monde bile her dönem
geleneksel merkez sol
çizgisini sürdürememiş, bir
ara sağ eğilimli Edouard
Balladur’u destekler raddeye
gelmişti. Ancak kamuoyu
(öncelikle okurlarõ) ve gazete
çalõşanlarõnõn tepkisi üzerine
kõsa sürede toparlanmõştõ.
İlhan Ağabey son yõllarda
mali açõdan büyük zorluklar
çeken gazetenin ne olacağõnõ
merak ediyordu.
Sevgili ağabeyim,
sana o tarihte
tatmin edici bir
yanõt
verememiştim.
Gazete
çalõşanlarõnõn 2
yõllõk bir
mücadelesinden
sonra Le
Monde’un geleceği (henüz
resmileşmese de) bugün, 28
Haziran’da (2010) belli oldu.
Gazetenin zararlarõnõ
“bağımsızlığa saygı”
vaadiyle kapatmaya aday
sermaye ortaklõklarõndan
Bergé-Niel-Pigasse (BNP)
üçlüsü, ipi göğüsleyen grup
oldu. Sol çevrelerin
“Berlusconileşme” olarak
nitelendirdikleri bir süreçte
her şeye yeltenen Nicolas
Sarkozy, geçen 7 Haziran’da
gazetenin Genel Yayõn
Yönetmeni Eric
Fottorino’yu çağõrtõp yeni
ortaklar konusunda bilgi alma
ayağõnda ‘tavsiye’de
bulunmuştu. Bu küstahça
“içişlerine müdahale”
kamuoyunda geniş bir tepki
yaratmõştõ. Geçen cuma
toplanan “Gazete yazarları
ve çalışanları meclisi”
oybirliğine yakõn bir
oylamayla Sarkozy’nin adayõ
Perdriel-Orange-Prisa (POP)
üçlüsünü istemediğini ve
BNP üçlüsünü tercih ettiğini
açõklamõştõ. Bu sabaha kadar
ortaklõğa aday olan POP
grubu karar aşamasõnõn
belirleyici mercisi, adaylõktan
çekildiğini duyurdu.
İlhan Abi, Cumhuriyet bugün
dünyada “Türkiye’nin Le
Monde’u” unvanõna, yani
ülkemizin tek “referans”
gazetesi olma ayrõcalõğõna
sahipse, bu gücünü öncelikle
“çalışan ve okurları”nõn
Cumhuriyet’in gerçek
sahipleri olmalarõna ve
bağõmsõzlõğõna borçludur.
Son 50 yõl gibi çalkantõlõ bir
tarih diliminde bu geminin
kaptanõ sendin. Yeni nesiller
mirasõna layõk olmak için
dürüst, özgür, eşit, insancõl,
uygar, aydõn bir toplum
yolundaki saygõn gazetecilik
mücadeleni bõrakmayacak.
Rahat uyu...
ugur.hukum@gmail.com
KİEV
DENİZ BERKTAY
Tüm nesillerin
aydõn ‘abi’si
İktisadi İşbirliği ve Gelişme
Teşkilatõ (OECD) verilerine
göre harcamalarõnõn sadece
yüzde 10’unu eğitime ayõran
Almanya, Batõ ülkeleri arasõnda
sonlarda! Almanya Öğretmenler
Birliği dikkati çekiyor: “Ülkeye
16 bin öğretmen daha gerekli...
Öğretmen açığı son 30 yılın en
doruk noktasında.”
Almanya’da eğitimsizlik bütün
eyaletlere yayõlõyor, zenginle
yoksul arasõndaki mesafe her
geçen yõl daha çok büyüyor. Bu
olumsuz gelişmelerden en büyük
zararõ, aralarõnda bizim
insanlarõmõzõn da bulunduğu,
fakirleşen sõnõfõn çocuk ve
gençleri görüyor.
İşte bu durumdan Alman
yasalarõndaki boşluklarõ iyi
bilen, çoğu öğrenci,
akademisyen, işadamõ olan
“Hocaefendiciler” yararlandõ.
Bundan on beş yõl önce bu
ülkenin üzerine serpiştirdikleri
tohumlar artõk yeşerdi. Alman
okullarõnda başarõsõz olan Türk
çocuklarõnõ kõsa sürede
kendilerine çektiler, toplumun
itelediği bu göçmen çocuklarõna
sahip çõktõlar! Her renkten
politikacõyõ “zararsız
Müslüman” ve “girişken genç
işadamları” olduklarõna
inandõrdõlar. Böylece emin
adõmlarla ilerlediler, bugünkü
güçlü konumlarõna ulaştõlar.
Tabii onlarõ eleştirenler de
olmadõ değil. Kimi kentlerdeki
belediyelerin ve politikacõlarõn
dikkatini çekmeye çalõşan
Türkler yõllardõr boşuna
uğraşõyor gibi. Karşõ çõkanlara,
sanki suçmuş gibi, “Onlar laik
Türkler, Atatürkçüler” deyip,
özellikle Almanlarõn gözlerini
korkuttular. Yetkililere
göre bu genç işadamlarõnõn
kafasõnda buradaki Türk
çocuklarõna iyi bir eğitim
vermekten başka
düşünceleri yok! “Siz
Fethullahçısınız” demeye
kalkõşanõ dava açmakla
korkutup sindirdiler.
Alman gazeteciler bile
yõllardõr üzerlerine gitmeye
cesaret edemiyor. Bazõlarõnõ
arada sõrada Türkiye gezilerine
davet edip yumuşatõyorlar.
Hocaefendicilere göre, Almanya
çapõnda açtõklarõ dershane ve
liselere yaptõklarõ milyonlarca
Avro’luk yatõrõmõn kaynağõ son
15 yõlda kurduklarõ küçük
şirketlermiş! İnanmak zor.
Stuttgart Belediyesi yabancõlar
ve uyum sorumlusunun bir
zamanlar gazetelere yaptõğõ,
“Gülen’e yakın olduklarını
biliyoruz, yurtdışından destek
geldiğini de tahmin ediyoruz,
ancak kanıtlayamıyoruz”
açõklamasõ resmi makamlarõn ne
kadar aciz olduğunu gösteriyor.
İnatla, “Niçin Fethullahçı
değiliz diyorsunuz” diye sorana
hep, “Gülen adından rahatsız
oluyoruz, çünkü o siyaset
yapıyor” yanõtõnõ verdiler.
Ancak son bir iki yõldõr nasõl
olduysa Gülen
hareketinin
başõndakiler ve
okullarõ kuran
genç işadamlarõ
birden
dönüverdiler.
“Biz Gülen
hareketinden
değiliz, fakat
onun
kitaplarını okuyoruz” demeye
başladõlar; “düşünce ve
görüşleri hoşumuza gidiyor”.
Çoğu genç üniversite
öğrencisiyle iş hayatõna yeni
atõlmõş akademisyenlerin
kurduğu küçük dernekler artõk
görkemli salonlarda görkemli
Gülen sempozyumlarõ
düzenliyor. On binlerce Avro’yu
bu uğurda hiç çekinmeden
harcõyorlar. Kendilerine yakõn
bulduklarõ, desteklerinden emin
olduklarõ Alman din adamlarõnõ,
politikacõlarõ ve gazetecileri,
gerekirse yurtdõşõndan getirtip,
bu toplantõlarda konuşturuyorlar.
Gülen’i öven sözler havalarda
uçuşuyor. Ancak aynõ
Gülenciler, karşõtlarõyla açõk
oturumlarda tartõşmaktan
nedense kaçõnõyorlar, yapõlan
katõlma önerilerini hep
reddediyorlar! Kõsacasõ, bir
bildikleri olmalõ ki, şeffaflõktan
hâlâ çekiniyorlar. Sürekli
diyalogdan söz edenler son
aylarda yazõlõ sorularõmõzõ, “Siz
Gülen Hoca hakkında olumsuz
yazıyorsunuz” deyip
yanõtlamõyorlar.
Hocaefendicilerin paralõ
okullarõnda Türk öğrencilerin
oranõ yüzde 80’i buluyor...
Filologlar federasyonunun,
“Uyumun başarılı olması için
sınıflarda yabancı öğrenci
oranı yüzde yirmiyi
geçmemeli” demesi hiçbir işe
yaramõyor. Çünkü çoğu
politikacõ ve yerel yöneticinin
kafasõ neler döndüğünü pek
almõyor! Tek rahatsõz olanlar,
kent belediyelerindeki uyum
sorumlularõ. Fakat onlarõn da
elinden bir şey gelmiyor.
Başbakan Erdoğan’õn,
Gülencilerin atõlõm yaptõğõ son
yõllarda iki kez “Almanya’da
Türk liseleri açılsın” isteğinde
bulunmasõ acaba bir rastlantõ mõ?
Yeşiller Partisi’nden Berlin
eyalet milletvekili Özcan Mutlu,
Erdoğan’õn bu õsrarlõ çõkõşõndan
şüphe duyanlardan.
“Almanya’da Türk okullarını
Gülen tarikatı üyeleri kuruyor,
sadece Berlin’de üç okulları
var” diyen Mutlu bu isteğe
olumsuz bakõyor. Marburg
Philipps Üniversitesi’nden
Türkolog Profesör Ursula
Spuler-Stegemann da Başbakan
Erdoğan’õn bu çõkõşõna ve
Gülenci okullara şüpheyle
bakanlardan. Yabancõlarõn
çoğunlukta olduğu Berlin-
Neukölln Belediyesi’nin başkanõ
Heinz Buschkowsky de,
“Erdoğan’ın amacı burada
nasyonalist Türkler yaratmak
mı” diye soruyor.
İşte içinde bulunduğumuz bu
aşamada Almanya’daki, yõllardõr
böylesine yaşamsal konuda sesi
pek çõkmayan Türk toplumuna,
onu temsil eden kuruluşlarla
derneklere ve sivil toplum
örgütlerine çok önemli görevler
düşüyor...
www.ahmet-arpad.de
PARİS
UĞUR HÜKÜM
Göçmen çocuklarõna onlar sahip çõktõ
STOCKHOLM
OSMAN İKİZ
STUTTGART
AHMED ARPAD