22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Yemeye ve Nisyana İsyan!.. MERİÇ VELİDEDEOĞLU Bir ay önceydi sanırım, Balbay, köşesi “Gündem”deki bir yazısında: “Saat 14.30 sıralarında demirkapı şangırdadı” demişti. “Demirkapı şangırdadı”, özne ve yüklemden oluşan bu tümcecik (cümle); tutukevini - belki de- en özgün anlatan iki sözcük; daha da ötesi “ses”le ortaya koyan, o sesi, “duyuran” bir anlatım. Ayrıca tutukevlerinin, ısıtıldığında bile giderilmeyen “soğuk”luğunu da duyumsatan bir ortaya koyuş. Hele tek başlarına kalanlara bu “soğuk”luk daha da soğuk, buz gibi gelebilir. Bunu, em. Alb. Hasan Atilla Uğur’un “Biz üç kişiyiz; ben, Balbay, Tuncay Özkan’la birlikte” dediğinde sesindeki ışıltıdan anlamıştım. Silivri’de duruşma günlerinde, öğlenleri verilen bir buçuk saatlik arada tutuklularla yakınlarını birleştiren görüşmeler, bayram günlerindeki “hasretleri buluşturan” kavuşmalar gibi oluyor. Birlikte soluk alıp veriliyor; birlikte yaşanıyor kısacık bir sürede de olsa... Büyük yargı salonunda, bu görüşmelerin yapıldığı, çevresi jandarmalarla sarılı küçük alan, tutukluların “can”larıyla, gerçek dostlarıyla dolup dolup taşıyor. Eşler hep oradadırlar; bu hiç şaşmaz; Em. Alb. H. Atilla Uğur’un eşi sağlık emekçisi Pakize Uğur da öyle; birlikteydik 4 Haziran günkü görüşmemizde. Bir ara uzaklara gitti: “Gelir alırlar... Helikopterle dağlara atarlar... Günlerce bir haber alamayız; yok olmuş gibidir; bir bakarsınız, Tunceli Hozat’taki çarpışmada olduğu gibi kırık kolla döner; eve değil, hastaneye...” Pakize Uğur, kesinlikle “yakınmayan” bir sesle konuşuyordu: “Oğlumuz henüz dört yaşında; Mardin’deki lojmandayız; bir gün, aniden roketler yağmaya başladı her yönden; ilk anda insan ne yapacağını şaşırıyorsa da, gerekeni yapıyor; iç koridora boylu boyunca uzanıyoruz; oğlan da bunun oyun olmadığını anlıyor, sokuldukça sokuluyor bana...” 1993’te Mardin Kızıltepe’ye teröristlerin yaptığı o saldırıyı, uzun süren o çarpışmayı şimdi anımsayabiliyor muyuz? Ama Kızıltepelilerin unutmadığını Alb. Atilla Uğur; “Kızıltepe’de evlerde hâlâ resmim asılıdır!” diyerek belirtti... Umarım, Antalyalılar da, bölgenin “turizm” kurumları “da” unutmamışlardır, “12” yıl önce orada verilen savaşımı. “Turizm”i baltalamak amacıyla Antalya’da başlatılan “terör”ün önüne geçilmesi için “Tam Yetkili İstihbaratçı” olarak görevlendirilen Alb. H. A. Uğur; “1997-1998’de, altı ay geceli gündüzlü takip ve çarpışmalarla iki terörist grubu etkisiz hale getirdik; böylece Antalya’da terör yapamayacaklarını anladılar!” diyor, bir “dakika”lık bir anlatımla... “Can pahası”na yapılan bu çarpışmayı bizler unutsak bile hiç unutmayan da var. 15 Şubat 1999’da teröristbaşı A. Öcalan’ı Kenya’dan Türkiye’ye getiren “Bordo Bereliler” içinde yer alan Binbaşı H. A. Uğur, ertesi günü sorgulamayı başlatan “Sorgu Ekibi”nin komutanıdır. Sorgulama sürecinde Antalya olaylarına sıra geldiğinde Öcalan: Oraya en deneyimlileri göndermiştik; bizimkileri püskürtenlerin sorumlu komutanını bilmek isterdim gibi bir “itiraf”ta bulunmuş. On yıl sonra, 2009’da “Ergenekon Davası”yla Alb. Uğur “deşifre” olup tartaklanınca, en çok sevinenin İmralı’daki “teröristbaşı”nın olduğu apaçıktır... Ne denebilir ki, yıllarca “terörle çarpışan”, teröristi sorgulayan, şimdi, “terör örgütü” kurmaktan, örgütte “Ara Yönetici(!)” gibi yeni kadrolar yaratmaktan kısaca “terörist” olmaktan yargılanmaktadır. Ama yine gelin görün ki, “terör örgütlerinin hedefi olmaktan koruma” gerekçesiyle “de” devletçe hâlâ “korunmakta”ymış Alb. H. A. Uğur... Durumu, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”yla geçiştirmeye artık olanak yok; bu davada böyle “turşu”lar saymakla bitmez çünkü. Öyle ki, davaya bakan mahkemenin “Başkan”ı, Sayın Köksal Şengün “de” sonunda; “Bu hukuk böyle gitmez! Güven yok” diyerek isyan etti. Yargının bu “yeni” oluşumunda payı olan “savcı”lardan Zekeriya Öz de hemen vuruşa geçti; Yargıç Şengün’ü Adalet Bakanlığı’na “şikâyet” ediverdi... Yargıdaki “oyun” da böylece “trajikomik” türe kayıverdi. “Oyun”un izleyicileri “biz”ler; devinimsiz, “EYLEM”siz. Öylece oturmuş izlemeyi sürdürüyoruz. Ne yapılabilir ki, “tatil”deyiz!.. Öyle değil mi? ‘Demirkapı Şangırdadı!’ m.velidedeoglu@hotmail.com SAYFA CUMHURİYET 18 HAZİRAN 2010 CUMA 16 Asker, Irak’ın kuzeyinde çatışıyor. Hükümet, Kuzey Irak’la çalışıyor! Hevesli İsmail Ulutugay: “Recep’in dış politikadaki görüntüsü: Düğünde oynamaya başladığı anda müziğin kesilmesiyle ortada kalan fakat göbek atmaya devam eden hevesli!” Arap Ahmet Duman: “Arap atasözüdür: Küllun tavilen hebilen, küllün kasiren fitnekar! Yani; Bütün uzun boylular ahmak, bütün kısa boylular arabozucudur!” Raportörcü Zekai Buluç: YÖK, hukuk fakültelerine ‘raportör hukuku’ dersi koyarak öğrencilerin ufkunu açmalıdır!” YağmurDeniz Dışişleri’nin dış politikada iflası! EKSEN kayması nedeniyle dükkânımız bir süre kapalıdır! Dışişleri Bakanlığı’nın kapısına böyle bir duyuru asılsa yeridir. Durum böyle olunca Sıtkı Ergüney, dış politikayı şöyle anlatıyor: “Bir yandan, yabancı devlet adamları ile omuz omuza, sarmaş dolaş vaziyette çektirilen, iç kamuoyuna güçlü ve saygın lider yakıştırmaları ile sunulan düğün, aile fotoğrafları, diğer yandan da ‘medeniyetler ittifakı’ türünden süslü söylemler ile pompalanan övgüler eşliğinde kapıkulu medya tayfasının eşlik ettiği sayısız dış geziler. Büyük devletlerin gözünde ‘iyi çocuk’ olmaya, onlardan ‘aferin’ almaya, bu amaçla sürekli ödün vermeye endeksli dış politika sonuç vermeyince gündem yaratmak amacıyla yapılan ‘kabadayılık gösterileri’, petrol, doğalgaz ve nükleer enerji gibi Türkiye’nin sahip olmadığı enerji kaynaklarının yönetimi, Filistin gibi uluslararası hassas konularda ‘inisiyatif alma’ adına başlatılan ‘kendi kendine gelin güvey olma’ girişimleri’nden de hiçbir somut ve olumlu sonuç alınamaması. Amerika, Avrupa Birliği, Rusya, Çin, Japonya, Afrika coğrafyasında verilen bunca ödüne karşın Türkiye’nin yalnızlaşması. Türk ve Arap’ın kanı birdir dedirtmekle, Türk Arapsız yaşayamaz demekle varılan sonuç: Türk dış politikası iflas etmiştir!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” SON günlerde hiç bu kadar gülmemiştim. İki satırlık haberi okuyunca kahkahayı patlattım. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in makamını basıp tutuklattıran Erzurum’daki eski özel yetkili savcı Osman Şanal, dava açmış Cihaner’den 100 bin lira manevi tazminat istiyormuş. Baskın sırasında Cihaner’in “Eşkıya gibi davranıyorsunuz. Bu kadar ahlaksız bu kadar hukuk dışı bir şeyi nasıl yapabiliyorsunuz” sözleri ve daha sonra gelişen olaylar Şanal’ı çok üzmüş; 100 bin lira tazminat alırsa üzüntüsü bir nebze azalacakmış. Doğrusu 100 bin lira yetmez. İlhan Cihaner’in avukatı Turgut Kazan aleyhine de 100 bin liralık tazminat davası açmalı. Çünkü Turgut Kazan hem Osman Şanal’ı çok ağır eleştirdi ve hatta hukuku çiğnemekle, kanunsuz davranmakla suçladı hem de hakkında soruşturma açılması için yargıya başvurdu. Cihaner’den 100 bin, Kazan’dan 100 bin, toplam 200 bin lira Şanal’ın yaşadığı üzüntüleri belki hafifletebilir! Bu arada, İlhan Cihaner’in Erzurum’daki dava dosyasının Yargıtay yerine Diyarbakır’a ve İstanbul’a gönderiliyor olması Osman Şanal’ın üzüntüsünü maddi olmasa da manevi yönden hafifletiyordur herhalde! Bu durumun, 12 Mart ve 12 Eylül faşizmine karşı mücadele veren, böylesi bir hukuk tanımazlığı sıkıyönetim mahkemelerinde dahi yaşamayan Turgut Kazan’ı çileden çıkardığını söyleyebiliriz. Kazan, Cihaner’in dosyasının bir kez daha Yargıtay’dan kaçırılması üzerine düzenlediği basın toplantısında çok önemli açıklamalar yaptı. En önemlisi şuydu: “Dosyanın Yargıtay’a gönderilmemesini alkışlayanların kimi meyhanecidir, kimi restoranda atıkları, artıkları toplamaktadır. Kimini Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yargıçlıktan, savcılıktan ihraç etmiştir, kimi müdahale döneminde askeri yargıç olarak Selimiye’deki odasında mafya babasıyla sevgilisini paravan arkasında buluştururken solcusuna, dincisine, en acımasız sıkıyönetim savcılığı yapmıştır. Toplumumuz gençtir. Ne yazık ki, olanları bilmiyor, yapanları tanımıyor.” Kim bu iktidar gözdesi sözde hukukçular? Maskelerin düşmesi yakındır! Savcı Osman Şanal’a dönersek; kendisini üzdüysek bu yazı için de 100 bin liralık tazminat davası açmalıdır! Üzüntü KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Bir ilacõn yerine, o ilaçla aynõ koşul- larda ve aynõ biçim- de verilen etkisiz ve zararsõz madde. 2/ Evde ya da odada saygõdeğer konuk- larõn oturduğu baş köşe... Bir cins sü- lün. 3/ Acele, tez... İtici neden, güdü. 4/ “Al getir ilk sevgili- yi Beşiktaş’tan / Ya- şamak istiyorum genç-li- ğimi --- baştan” (C.S. Ta- rancõ)... Kumaş üzerine yapõlan bir tür işleme. 5/ Kansõzlõk. 6/ Lityum ele- mentinin simgesi... Ko- laylõkla aldatõlabilen. 7/ İspanya ile Portekiz’in yer aldõğõ yarõmadanõn adõ... “Git, defol” anlamõnda ar- go sözcük. 8/ Afrika’da bir õrmak... Çiçektozu. 9/ Yol üzerinde oluşmuş çukur... “Ha- yõr” anlamõnda kullanõlan söz. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Nişastanõn sindirilmesine yarayan ve tükürükte bulunan enzim. 2/ Briçte kazanõlan her ele verilen ad... Horoz, hin- di gibi hayvanlarõn tepesinde bulunan kõrmõzõ deri uzan- tõsõ. 3/ Boğa güreşi yapõlan alan... Bir göz rengi. 4/ Af- yonkarahisar’õn bir ilçesi. 5/ Hitit... Konut... Çemberin çev- resinin çapõna oranõnõ gösteren sayõ. 6/ Bir gösterme sõfa- tõ... Güney Anadolu’da bir dağ. 7/ Özgün. 8/ İskambilde koz... Gaziantep yöresine özgü bir halkoyunu. 9/ Yatak dol- durmaya yarayan yün, pamuk, kõtõk gibi şeyler... Japon li- rik dramõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M Ü S E D D E S U R U P O R A N Ş E D İ T O L E A M A D E U S Z B K E N T F A A S M A M İ K K O L İ B R İ E T İ A İ D A T P E R E S T İ Ş 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 5 hafta sonra 8’inci yılları bitiyor. Yedikleri yetmiyor… Şimdi de 9. yıldan yemeye başlıyorlar. Cumhuriyet’in ilanından Atatürk’ün ölümüne geçen süre 15 yıldır. Bunların bu milletin, devletin hayatından yediği yıllar bunun yarısından fazladır. Ama bu süre, Türk devletinin, milletinin Cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiği tüm kurumsal, tüm maddi manevi varlığını haraç mezat etmek için de, heder etmek için de yetip artmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi… Türkiye’yi, hem adalete hem de kalkınmaya muhtaç hale getirmiştir. Zaten Adalet ve Kalkınma adı da bu partinin sahne adıdır. Bir de sahte adı vardır: Ak Parti! Tıpkı kimi artistler gibi. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı bir senaryo iktidarıdır. Başbakan’ın bir piyesteymişçesine başrole çıktığı günden beri rolünü/söyleyeceklerini camlardan okuması bunun kanıtıdır. Belli ki… Söyleyecekleri değil söyletilecekleri vardır. En sevdiği, en çok kullandığı sözcüklerden biri taşerondur. En küçük eleştiriye tahammülü yoktur. Yazıyla, yazarlarla, gazetelerle, gazetecilerle derdi vardır. Her fırsatta.. Her öfke belagatini konuşturmak istediğinde… Celallenir gibi yapıp yapıp.. “Kimin taşeronusunuz” diye sormakta hak görür. Ama yanıtını alınca da yargıya seğirtmek için fırsat kollar. Siyasi tarihimizin en çok dava açmış başbakanıdır. Adalet diye gelmiş oldukları sanılmıştı. Ama başta liderleri, neredeyse tüm üst kademenin adaletle başı beladaydı. Sonunda son anayasa paketiyle… Adaletten maksatlarının adaletten kurtulmak olduğu ortaya çıktı. Kalkınma diyorlardı. Kastettiklerinin kişisel/ailesel kalkınma olduğu anlaşıldı. Parti’den muratları ise… Herhalde parti vurmak’tı!. Belli ki amentüleri: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür!” Halkın belleğinin zayıflığı en önemli silahları. Bu silahı etkisiz hale getiren en büyük güç medyaydı. Bu yüzden, işbaşına gelir gelmez, medyayı ele geçirmeye yöneldiler. Destekçi 1.5 TV kanalı sayısını, kısa sürede en az 15’e çıkardılar. Yandaş 2.5 gazete sayısı ise 3’e, 5’e katlandı. İktidar yandaşlığı iktidar özdeşliğine dönüştü... Ve iktidarın sahne adıyla, sahte adının önünü arkasını sorgulayanlar da, dosyaları hatırlatanlar da vergiyle-baskıyla büyük ölçüde bertaraf edildi. Belediye başkanlığı döneminden devrolan suç dosyaları 12 yıldır bekliyor. Bu dosyaların bir benzerine ne adalet tarihimizde rastlamak mümkün, ne de kalkınma mazimizde… Unutkanlıkla zedeli/bereli sayın halkımızın muhterem belleğini taciz etmek gibi olmazsa, arada bir bu dosyalardan bazılarından söz edeceğiz. İlk tacizimiz, dünkü mübarek Regaip Kandili vesilesiyledir. Buyurun: “Görevi ihmal, zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrakta ve kayıtlarında sahtecilik, cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturmak!” Bunlar eski dosyalar. Ayrıca, 84 suç isnadı daha var. Bunlardan yalnızca birinden beraat var. 20 dosyası ise “af” kapsamına girdi. İsyan yasalarımıza göre suç. Ama Anayasa Mahkemesi Raportörü, TBMM’yi bile, görevli olduğu yüce mahkemeye karşı isyana teşvik ediyor. Kimse o raportör kadar cerbezeli olamaz ve olmasın zaten! Ama halkımızın bellek zayıflığına isyan, her dürüst ve sorumlu yurttaşın görevi olmalı. 8’inci yıl bitiyor… Yedikleri yetmemiş gibi, 5 hafta sonra 9. yıldan yemeye başlayacaklar…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle