25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
SON ARAŞTIRMALAR OO Iti BÜYÜK HADRON ÇARPIŞTIRICISI'NDA DÜNYA REKORU Cenevre CERN Enstitüsü'ndeki dün- yanın en büyük parçacık hızlandırıcısında yeni bir dünya rekoru kırıldı. CERN'den ya- pılan açıklamaya göre 3,5 tera elektronvolt (TeV) enerjili iki proton ışını birbirleri et- rafında dolaştı. lşınlar "Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nın" (BHÇ) 27kilometre uzunluğundaki halkalı tünelinde iki yönde vmladılar. Şimdi hedef 7 TeV-3,5 TeV enerjili ışın çarpışması. Her şey 20 Kasım 2009'da 0,45 TeV ile başlamıştı. Bir TeV bir trilyon elektronvolta eşit- tir. CERN bilim insanları ışınları evrenin oluşumuyla ilgili yeni bilgiler edinebilmek için çarpıştırıyorlar. BHÇ ilk aşamada ya- n potansiyelle çalışacak, dolayısıyla da 7 te- ra elektronvoltluk çarpışma enerjisi 2011 sonbaharına kadar aşılmayacak. Bu tarih- ten sonra 14 TeV'lik hedefe ulaşılabilmek için LHÇ yeni- den yapılandırı- lacak. Bununla birlikte yarı po- tansiyel de yeni keşiflere izin ver- mekte. Fizikçiler bu alanda bugü- ne kadar bilin- meyen bir or- tamla karşılaştılar. Çarpışmalarla ilk patlamadan hemen sonraki koşullar yaratılmaya «^alışıhyor. Bu şekilde belki daha önce sadece teorik ola- rak açıklanabilen "Higgs Bozonu"nun var- lığı kanıtlanabilecek. Higgs Bozonu, fizi- ğin standart modeline göre parçacıkların kütleye sahip olduğunu göstermeye izin ve- riyor. BHÇ Kasım 2009'da 1,18 Tera elektronvolt ile Amerika'daki Tevatron hızlandıncısırun 0,98 TeV'lik rekorunu kır- mıştı. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı 10 Eylül 2008'de açtlmış ancak dukuz gün son- ra hızlandırıcının soğutucusunda meyda- na gelen bir arıza yüzünden bozulmuştu. BEYİN, CÎNSELLÎK GEN- LERİYLE BÎÇİMLENİYOR Sirkesineğiyle yapılan (Drosophila me- lanogaster) araştırmalar sonucunda, dişi ve erkek beyninin bugüne kadar sanılandan daha farklı olabileceği ortaya çtktı. Anlaşıldığı üzere "doublesex" geni sadece sineklerin beden yapısını değil, "fruitles" ge- niyle birlikte beynin yapısını da belirliyor ve dolaylı olarak da cinsiyetlere özgü dav- ranışları da. Bilimin en sevilen model hayvanının kı- zışma davranışı, belli başlı genlerin etkisi dikkate alınarak defalarca incelendi. Erkek sinek dişiyi etkilemek için kanatlarını tit- reterek "şarkı söyler" ve dişinin cinsel or- ganlarını yalar. Eğer başarılı olursa dişi sa- kinleşir ve erkeğine teslim olur. Bugüne dek bu davranış vc uygun nöronsal bağlantı için "fruitless"geninin önemli olduğu sanılı- yordu. Fakat Oxford Universitesi'nde Stephan Goodwin ile çalışan araştırmacı- lar, söz konusu genin etkinliği tüm davra- nışları açıklamıyor diyor. Çünkü "fruit- less"geni etkinleştirilen dişi sineklerde sa- dece bazı karakteristik davranış biçimleri gö- rülmüş. Ekip bu yüzden "doublesex" genini da- ha aynntılı bir şekilde incelemiş. Bu gen yal- nızca böceklerde bilinen "fnıitless" geninin aksine tüm hayvanlar dünyasında bulunur ve cinsiyetin belirlenmesinde önemli bir ro- lü vardır. Bilim insanları fliioresanlı protein işaretleyicisiyle şimdi "doublesex" geninin gelişim sırasında etkin olduğu bir bölgeyi saptadılar. Anlaşıldığı üzere söz konusu yapıdan "doublesex" ve "fruitless" genleri birlikte so- rumlu. Uygun hücrelerin manipülasyonu sa- yesinde araştırmacılar farklı nöronsal bağ- lantılann gerçekten de cinsiyetlere özgü dav- ranış biçimlerinden sorumlu olduğunu gör- müşler. Şimdiye dek beyin yapılarında çok az farklılıklar bulunduğu sanılıyordu, oysa son araştırmayla, gerçekte farlılıkların çok daha büyük olduğu kanıtlandı. Burada önemli olan sadece sinir hücrelerinin bir- birinden farklı olması değil, birbirleriyle bağ- lanma ve iletişim kurma biçimlerinin de farklı olması önem taşıyor. Bu dunım doğal olarak tüm sinir sisteminin işleyişi ve cin- sel davranışlar üzerinde önemli sonuçlara neden olmakta. KÖK HÜCRELERtNİ ÇOĞALTMANIN YENÎ YOLU Göbek kordonu çok az sayıda terapötik kök hücre içermekte. Ancak Amerikalı bi- lim insanları şimdi doğal bir büyüme fak- Araştırma törüyle bu kan üreten kök hücrelerini ço- ğaltmaya başardı. Bu şekilde üretilen hüc- reler uygun vericinin bulunmaması halin- de kemik iliği yerine kullanılabilecek. Pleiotrophin büyüme faktörü aynca fa- relere tüm beden ışınlamasından sonra en- jekte edildiğinde kemik iliği kök hücrele- rinin hızlı yenilenmesini sağlıyor. Pleiotrophin büyüme faktörünün organiz- madaki kök hücrelerinin çoğalmasında ve gelişmesinde önemli bir rol üstlenip üst- lenmedikleri diğer araştırmalarla ortaya çıkacak deniyor (Nature Medicine). Ne ya- zık ki halihazırda terapötik amaçta kulla- nılabilecek kök hücreleri için gerekli bü- yüme faktörleri bulunmamakta diyen Duke Üniversitesi bilim insanı John P.Chute, bu- güne kadar sadece sinir hücresi uyancısı et- kisi bilinen Pleiotrophin'in etkisini kont- rol edince, göbek kordonundaki kök hüc- relerin önemli ölçüde çoğalmasına neden olduğunu görmüş. Büyüme faktöre öte yan- dan ışınlanan farelerdeki kemik iliği kök hücrelerini on misli çoğaltmış. Sonuçlar, Pleiotrophin büyüme faktö- rünün yaralanmalardan sonra, kök hücre- lerini yenileyebileceğini kanıtlamakta. Bu etki, kemoterapi veya ışın tedavisinden son- ra kemik iliğinde zarar gören kan üreten kök hücrelerin yenilenmesinde işe yarayabilir. ÎNSANIEŞSÎZ KILAN GENLER DEĞÎL ^^eşitli insanların kahtımındaki DNA seBrîslarını karşılaştıran Amerikalı ve Alman bilim insanları, bir insanı eşsiz kı- lanın genlere değil genlerin ne şekilde ayarlandığına bağlı olduğunu buldu. Protein üretimiyle ilgili bilgiler taşımayan DNA bnl- geleri, genleri açıp kapatan proteinlerin bağ- lantı noktaları olarak görev görüyor. Bu tür DNA sekanslarında meydana gelen deği- şimler, proteinlerin tutunmasını zayıflata- rak veya güçlendirerek komşu genlerin et- kinliğini etkilemekte. Bu genetik farklılık- lar bireysel hastalık yatkınlığmı da açıklı- yor (Science). Araştırmacı, ilk kez on in- sanın tamamen çözülmüş kahtımındaki tüm DNA sekanslannı karşılaştırmış. tki in- sanın protein kotlayan genleri arasındaki fark sadece yüzde 0,025 olmasına karşm, ka- lıtımın yaklaşık olarak yüzde 98'ini oluştu- ran kodlamayan sekanslan yüzde 1 -4'lük fark oluşturmakta. Yeni sonuçlar, bu farkhlıklann transkripsiyon faktörlerinin DNA'ya bağ- lanmasında etkili olduğunu gösteriyor. Bu sonuçlar hastalık nedenlerinin araş- tınlmasında da önem taşımakta. Hastalıktan sorumlu genin aranması gibi, bundan son- ra bireysel varyasyonların hastanın gen ayarı reaksiyonunu ne şekilde etkilediği de araştınlabilecek. Saptanan bazı değişken bağlantı noktaları mesela diyabet tip 2, lö- semi ve şizofreni gibi hastalıklar için önem taşıyan genlerin yakınında yer alıyor. Nılgün özbaşann Dede LUCYTIPKIBİZİM GİBİ YÜRÜYORMUŞ Amerikalı bilim insanlannın "PloS ONE" dergisindeki araştırma sonuçlanna göre, atalarımız şempanze gibi değil modern insan gi- bi iki ayak üzerinde ve tamamen dik yürüyordu. Bu sonuca, Laetoli'deki (Tanzanya) Australopithecus afarensis'in ayak izlerini inceleyerek ulaştlar. Laetoli'deki volkanik küller içinde otuz yıl önce bulunan 3,6 milyon yıllık ayak izleri o tarihlerde bu bölgede yaşayan öncü in- san Australopithecus afarensis'e ait. Ünlü iske- let "Lucy"nin de dahil olduğu bu türün dik yürü- düğü ancak ağaçlarda da yaşadığı tahmin edi- liyordu. Ancak Lucyveçağdaşlarının modern insan kadar dik mi yoksa iki ayak üzerinde yörüyebil- mesine rağmen daha çok şempanze gibi ba- caklarını bükerek mi yürüdüğü tartışma konu- suydu. Bu soruna açıklık getirmek isteyen Arizona, Albany ve New York Üniversitesi bilim insanları şimdi biyomekanik bir deney gerçekleştirdiler. Katılımcılar ıslak kum üzerinde modern insan gibi dik veya şem- panze gibi yürürken hareketleri, Motion Capture (Hareket yakala- ma) teknifiiyle kaydedilmiş ve ayak izleri de üç boyutlu modeller ola- rak işlenmiş. Bu şekilde dik yürüyen bir insanın ayak parmakları ve ayaktopuğunun eşrt olarak kuma gömüldüğü görülmüş, oysa şem- panze yürüyüşünde parmaklar daha derine gömülmekte. Bu parametreleri Laetoli'deki ayak izlerinde kontrol eden araş- tırmacılar sürpriz bir biçimde Australopithecus afe- rensis'in ayak izlerinin şempanzeninkinden çok modern insanınkine benzediğini görmüşler. Fosil ayak izlerinde tıpkı günümüz insanında olduğu gi- bi parmak ve topuk derinlikleri birbirine çok ya- kın. Bu da Lucy'nin ve çağdaşlannın iki ayak üze- rinde dik bir şekilde yürüdüğünü kanıtlamakta. Modern insanın yürüyüşü daha az enerji ge- rektiren bir yürüyüş biçimidir. Bu da yürürken az enerji harcamanın Homo sapiens'in ortaya çık- masından önce de önemli olduğunu açıklamak- ta. Sonuçlar ayrıca o tarihlerde yaşamının büyük bir kısmını ağaçlarda geçiren atalarımızın buna rağmen tamamen dikyürüdüklerini göstermesi açısından da önem taşımakta. Çünkü fosil buluntulanndan bilindiği gibi atalarımız bu iz- lerin oluşmasından bir milyon yıl sonra ağaçtaki yaşamını tamamen terk etmiştir. M*Jk -
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle