18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PAZAR 10 OCAK 2010/SAYI 1242 • I METROPOL SURGUNLER Önce köylerinden büyük şehirlere gelmek zorunda kaldılar. Şimdi de kentsel dönüşüm projeleriyle büyük şehirlerden ücra köşelere itiliyorlar. Gazeteci Gülşen İşeri, onları "metropol sürgünleri" olarak tanımlıyor. Aynı isimle çıkan kitabında bize onları anlatıyor, hem de içeriden, ta derinden döküyor yaşamlarını. ESRA AÇIKGÖZ G ecekondulara kurulmuşsunuz de- nize karşı deniliyor, evet ya kurulduk, biz baldırı çıplaklar hak ediyoruz bunlan. Asıl soaılması gereken soru, parası olanlar neden buraya layık? Oysa biz ağır bedeller ödüyoruz. Beş dakikalık haber bülte- niyiz onlar için ve bunun üzerinden de saldırı- yorlar. Ama biz beş dakikalık haber bültenine konu otmak için bir ömür harcıyoruz. Bu cümle Küçükarmutlu'dayaşayan Gülay'a ait. 10 yaşında geldiği Küçükarmutlu'dan sü- rülmek isteniyor Gülay, uzağa, şehrin çeperle- rine. isyanı bu yüzden... Bahane mi? Ondan k o lay ne var: Küçükarmutlu bir "terörîst yuvası" ve "temizlenecek". Üstelik yalnız orası mı? Tarlabaşı, Süleymaniye, Gazi Mahallesi, Balat, Sarıgazi, Başıbüyük, Mamak, Dikmen, Kuruçeşme, Kadifekale... Kimi "suçlular"dan ann- dırılacak, kimi "insanca" yaşama alanlarına ka- vuşturulacak. Yani alışveriş merkezleri, plazalar, lüks konutlar yapılacak. Ayazma ve Sulukule'de temizlik çoktan başladı! Bunun adı, Kentsel Gülşen işeri "Metropol Sürgünleri" kltabı için iki yıl çalıştı. Fotoğraf: Sinan Kurtuluş Bilgenoğlu Dönüşüm Projesi. Türkiye'nin dört biryanında uygulanacak. Mekânlardaki dönüşüm düşü- nülünce, metropollerin yeni sahipleri de ortaya çıkıyor. Gazeteci Gülşen İşeri, Su Yayınlan'ndan çıkan "Metropol Sürgünleri" kitabında işte bun- ları anlatıyor. Michael Moore'ın Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi filmindeki bir cümleyle başlıyor önsözüne; "Herşeyi olanlarla hiçbirşeyi olma- yanlar arasında isyan kaçınılmazdır". işeri, Istanbul, izmir ve Ankara'da on dört mahalle do- laşıp, "hiçbirşeyi olmayanlar"latanıştınyor bizi. Çünkü yıkılacak olan mahalleler, binalardeğil, binlerce insanın yaşamı, o da biliyor. "Tüm bun- ları" diyor, "akademik bir dil kullanmadan, sa- dece izlenim olarak yazdım. Onlar anlattı, ben dinledim. Onlar ağladı ben yazdım, onlar sus- tu ben hiç konuşmadım. Onlar, bu toprakların asıl sahipleri: Yoksullar; hiçbirşeyi olmayanlar." Şimdi, Gülşen işeri'ye kulak vermeye ne der- siniz? -Metropol sürgünleri kimler? - Bu hayatta hep ötekileştirilen, kimliksizleş- tirilenler... Kimine "terörist" damgası vurularak, kimine Çingene, kimine de Kürt denilerek bu ha- yatın ötesine çoktan itilmiş olanlar, yoksullar... Bana göreyse bu toprakların asıl sahipleri... Elbette ki sürgünler. Köyleri yakılıp gelenler var bu kentlere, yoksullukla baş edemeyenler... - Evet, köylerinden şehre gelerek bir sürgün, göç yasayan bu insanlar, şimdi de kentsel dö- nüşümle yeniden yerierinden edilecekler. Siz Kentsel Dönüşüm'le ilgilenmeye ne zaman başladınız? Neden bu konu ilginizi çekti? - Sanıyorum bu soruyu çocukluğu Küçükarmutlu'da geçmiş biri olarak yanıtlamam gerek. Çünkü, "hadi bu konu çok ilginç, ben bu- nu yapayım" diye yola çıkmadım. Hayatımda hep bir sürgün hali vardı. "Ötekileştirmenin" ne demek oldugunu görerek, duyarak değil, biz- zat yaşayarak öğrendim. Yıllardır hep bir yıkım korkusu üzerimize sin- mişti. Vannı yoğunu, herşeyini bırakıp barınmak için bir yer bulanlar çok ağır bedellerle zaten ta- nışmışlardı. Ben de buna kıyısından köşesinden bulaştım. Kentsel Dönüşüm 2003'ten sonra Türkiye'nin gündemine oturdu. Oysa benim yaşadıgım yerde farklı projelerle çoktan gelmişti. Başını sokacak bir ev yapıp, ağır bedel öde- ^enlerin,bir gup kapıları.çalınıp burası yıkrtacak sözünü duymaları bile çok ağır bir travmaydı. Düşünsenize her yıl size başka bir tezle geli- yorlar... Mahalleliler ise yıkımla yaşamasını öğ- reniyorlar ya da öğrenemiyorlar... Dolayısıyla bu mahalleler ilgi alanım değil de yaşadıgım yerlerdi. Günün birinde elbette ya- zacaktım. 2004'ten sonra yaygınlaşan Kentsel Dönüşüm'ün, insanların hayatlarını bitirmek üzere olan bir proje oldugunu anlamam çok zor olmadı. O mahallelerin ruhunu iyi bilen biriydim, bu yola çıkarken düşündüğüm tek şey dinle- yecegim hikâyelerin beni bir kez daha isyana ça- ğırmasıydı... Öyle de oldu, kalbin ve yazının is- yanı ağır bastı. GİTMEK ZORUNDA KALMAYIN DİYE - Kitap için iki yıl çalıştınız. Sizi en çok ne zor- ladı? - Benim için her şey zordu, ama ruhen... Bazen dinlediğim hikâyelerin ağırlığı beni duraksattı. O hayatlara tanıkhk etmek başka bir külfetti. Ama o hikâyeleri dinlerken şunu düşünmedim, "evet ya bu kitap için çok çarpıcı..." inanın aklımdan böyle şeyler geçmiyordu. Kaldı ki çok fazla hi- kâye bende saklıdır. Ama elbette bu zaman diliminde her geçen gün yaygınlaşan, kulaktan kulağa giden yıkım sözcüğü insanları paranoyak yapmıştı... Ben ne zaman herhangi bir mahalleye gitsem "yıkılacak mı yoksa" diye sorularla sıkça karşılaştım. Bazen çekiniyordum, insanları tedirgin etmeye başlamıştım. Düşünsenize mahalleye sürekli bi- ri geliyor, insanlarla konuşuyor, vs... İki ekmek, beş çocukla Zozan - Üç ilde on dört mahalle gezip, insanlann hayatlanna misafir oldunuz, acılarını paylaştınız. Sizi en çok etkileyen ne, kim oldu? - Her mahallede çok çarpıcı hikâyeler vardı... Ankara, izmir, İstanbul üçgeninin ortasındaydım. Bazen fazlaca politik söylemin içinde buldum kendimi, bazen de fazlaca duygusal anların. izmir'deki Kürt kimliğini anlatırken, Ankara'da küçük bir kulübede barınma mücadelesi veren kadınlar vardı. Beni etkileyenler mi? Öyle çok ki: istanbul'da, bekâr odasındaki gençleri ziyaret ettiğimde karşımda külliyeler vardı, biryanda da bulunduğumuz bina sallanıyordu. Meğer binanın bir kısmı yıkılıyormuş. O gençler bana düşlerini anlatıyordu. Nasıl bir çelişkiydi bu? Düşleri yeni bir hayattı, yıkılan binanın sesi eşliğinde... Içimde kalan hikâyeyi soracak olursanız: istanbul Ayazma'da Zozan'ı gördüğümde çok etkilenmiştim. Beş çocuğuyla kapının önünde bekliyordu. Fırından yeni çıkmış iki ekmek ve beş çocuk. Türkçe bilmiyordu. Ben de Kürtçe bilmiyordum. Uzunca onu seyrettim. Birkaç kelime ettim, küçük çocuklar tercüme etti. Tekrar geldiğimde Zozan'ın hikâyesini dinleyecektim. Sözleştik. Aradan haftalar geçti, Ben Ayazma'ya doğru yola çıkarken Ayazma'nın yıkıldığını öğrendim... Gittim, ama ne Zozan ne de onun hikâyesi vardı. Sadece ilk gittiğimde iki ekmek ve çocuklarıyla çektiğimiz tek kare fotograf kalmıştı. Bir gün bir yerlerde karşılaşır mıyım bilmiyorum... • Tariabaşı'nda geri dönüşüm işçisi bir kadın (en üstte). Fotoğraf: Lale Ertuş Sulukule'de bir çocuk (üstte) Fotoğraf: Sinan Kurtuluş Bilgenoğlu Bunu anlaşılır buluyordum ama ben de ken- di derdimi anlatmak için epey uğraştım. "Siz buralardan gitmeyin diye geliyorum bu- ralara" diyordum. Ne kadar inanıyorlardı bilmi- yorum. Ama inanmayanlar da vardı... "Buraları yıktırınca rahat mı olacaksınız" diyenler de çoktu. Sanıyorum derdimi anlatmak beni çok zorladı. PROJE FARKLI, AMAÇ HEP AYNI! - Istanbul, Ankara, İzmir'deki amaç ya da sür- gün edilenleraçısından kentsel dönüşüm pro- jelerinde bir farklılık var mı? - Aslında her mahallede proje farklı ilerliyor, ama ortak bir nokta var: Sürülecekler ve şehrin dışına atılacaklar. Hepsini korkutan bu durum. Proje farklı, amaç aynı! "Kentlerde olmaması ge- rekenler" olarak bakılıyorlar, bu da onlar için çok ağır... Zozan beş çocuğuyla Ayazma'da yaşıyordu, ama... Fotoğraf: Şahinde Akkaya t\ v . ••.,. ; - Peki bu sürgünleri haklı göstermek için kul- ' iSrlan gerekçeler neler? - Pek çok neden var. Daha iyi anlaşılmalan için bunlan üç ilden örneklerle anlatmak en iyisi. Mesela İstanbul'daki Küçükarmutlu için yıllardır "terörist yuvası" denildi. Bu bir gerekçe onlara göre... O "yuvayı" dağıtmak istiyoriar. Bunun için de önce Tekno-Kent projesini çıkardılar. Sonra Kentsel Dönüşüm mevzusu geldi... IMF top- lantısından sonra da Finans Merkezi olacağı ha- beri geldi Armutlu için. Tarlabaşı mesela; çö- küntü alanı olarak gösterilip yıkımına karar ve- rilebiliyor. Ben Tariabaşı'nda çok bulundum. Gittigim süre zarfında çöplersokaklardaydı, sor- duğumda "çöp arabası girmiyor buraya" yanı- tını aldım... İzmir Kadifekale, şehrin ayaklarınızın altında kaldığı, muazzam bir yer. Daha çok Kürtler ya- şıyor bu mahallede. Yıkım kararına gelince; Kadifekale heyelan bölgesi. Doğru. Ama orayı yıkıp başka binalar yapacaklar, altyapıyı sağ- lamlaştırarak. Oysa altyapı sağlamlaştırılıp, yıl- lardır orada yaşayanlar uzaklaştırılmayabilir, bu da bir çözüm. Ama... Izmir'in en güzel yeri Kadifekale, amaç burada da rant elde etmek el- bette. örnekler çok fazla. Hepsi tek tek irde- lendiğinde tek sonuç çıkıyor: Kentsel Dönüşüm'ün rantı. - Mahallelerin yeni sahipleri kimler, nasıl plan- lar var bu mahalleler için? -Sadece mahallelerin değil aslında. Ülkenin yeni sahipleri "soylular". Tariabaşı'nda çalışma yaparken bir broşür geçti elime, Tarlabaşı'nın yeni hali ve eski hali vardı... "İşte Tarlabaşı bu hale gelecek" dedikleri yeni halinde sokaklarter- temiz, binalar özenleyapılmış... Tabiitüm bun- lar anlaşılır. Ancak insanlar da bûr anda degiş- miş, "modern insanlar" tabirine uygun insanlar gözüküyor resimlerde. Evlerin önünde gayet lüks arabalar... Bu sizce herşeyi anlatmıyormu? Pek çok semt bu şekilde, ya alışveriş merkezleri ya da lüks konutlar yapılarak zenginlere sunula- cak... Yıllardır sürgün halinde yaşayan binlerce insan bir de metropollerden sürülecek. •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle