Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 10 OCAK 2010 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI
Yunanlõ esnafõn
Çin korkusu
Geçen Noel bayramõnda Atina
merkezine inmiştim. Ancak bu
sene daha bir renkli, daha bir değişik
geldi. Sintagma Meydanõ’na çõkan ünlü
Ermu Caddesi’nde eşim ve küçük
kõzõmla yürürken kendimi herhangi bir
Afrika ülkesinde zannettim. Yaklaşõk
üç yüz metrelik trafiğe kapalõ
caddede yüzlerce, hatta
binlerce Afrikalõ mülteci
satõcõ ile karşõlaştõm.
Dünyanõn ünlü markalarõnõn
mağazalarõnõn önü, yol üstü
satõcõlarõ ile dolu olduğu için
yürümekte bile zorlandõk.
Ellerinde her an kaçmaya
hazõr bohçalarõ ile (içleri
sattõklarõ mallarla dolu) ortalõkta
dolaşan binlerce Afrikalõnõn hayat
mücadelesine şahit oldum. İçinde
kayõştan, kemere, kravattan ucuz
takõlara kadar (aklõnõza ne gelirse)
bulunan bohçalar, onlarõn ekmek
tekneleri olarak gözüme çarptõ.
Tuhaftõr, gözlerim sürekli Çinli aradõ.
Tüm yol boyunca en fazla üç-beş tane
Çinliye rastlayabildim. Bu gezimde
Atina’nõn, kaçak mülteci kapasitesini
aşmõş olduğunu da bir kez daha
anladõm. Dünyanõn hemen her
ülkesinden gelen on binler
Yunanistan’õn başkentini
mesken tutmuşlar. Benim
izlenimlerime göre, Afrika
ülkeleri ilk sõrada.
Onlarõ Pakistan’õn başõnõ
çektiği Güneydoğu Asya
ülkeleri takip ediyor.
Çinliler artõk patron oldular.
Onlarõn sokaklarda çok fazla
işleri yok ve onun için de göremiyoruz.
Atina ve Yunanistan’õn tüm önemli
şehirlerindeki dükkânlarõn büyük
çoğunluğunu Çin mağazalarõ
oluşturuyor. Ucuz ve kalitesiz mal satan
bu dükkânlara rağbet ilk zamanlar çok
daha fazlaydõ. Geçen yõldan itibaren
Çinli yetkililer baktõlar ki mallarõna ve
dükkânlarõna ilgi her geçen gün
azalõyor, hemen taktik değiştirip
vatandaşlarõna desteği arttõrdõlar. Kõsa
bir araştõrmadan sonra “Çin işi”
sistemin şöyle çalõştõğõnõ öğrendim.
Çin’den bir şekilde Yunanistan’a
ulaşanlar, önce ne yapmak istediklerine
karar veriyorlar. Ardõndan Çin
elçiliğine ya da konsolosluğuna
başvurup projelerini(!) sunuyorlar.
Bu noktada kuracağõ işyerinde hangi
Çin ürününü satacağõnõ, ne kadar kira
vereceğini, hangi semtte bu işi yapmayõ
düşündüğü bildirmek, projenin içeriği
için yeterli sayõlõyor. Ardõndan, çõkacak
oluru beklemeye başlõyor. Çin
elçiliğinin onayõndan sonra Atina’da
bulunan ve tümü Çin mallarõ ile dolu
olan toptancõ (hepsinin sahibi yine
Çinli) mağazalarõ devreye giriyor.
Dükkânõn yerini gösterenlere Çin
elçiliğinin de onayõ ile istediği
bütün mallar veriliyor. Koskoca
dükkânlar bir iki günde tanõnmaz hale
getirilip, içi dayanõp döşenip, mal ile
dolduruluyor. Burada dikkat çekici
olan, vitrinler ve raflarõn portatif olmasõ,
duvarlarda bol miktarda kasap
çengelinin (elbiseler asõlõyor)
bulunmasõ. Ardõndan sessiz sedasõz
açõlõş yapõlõyor. Dükkan iş yapsõn ya da
yapmasõn Çin hükümeti vatandaşlarõnõ
mağdur etmemeye özen gösteriyor.
Öncelikle dükkânõn kirasõnõn yarõsõnõ
Çin hükümeti ödüyor. İş bununla
bitmiyor, mal alõmlarõnda zaman zaman
devreye girip vatandaşõ olan toptancõlarõ
ikna(!) ediyor. Gerisi işyeri sahibine
kalmõş. Havadan dükkân, havadan mal
alõmõ. Satarsa sattõ, satamazsa bir sabah
kalktõğõnõzda dükkânõn yerinde yeller
esiyor. Tabii bu durumda Yunanlõ esnaf
haklõ olarak kan ağlõyor. Çünkü onlar
Çinlilerin hõzõna kesinlikle
yetişemiyorlar. Benim oturduğum
semtin üç yüz elli metrelik alõşveriş
caddesinde yedi tane Çin dükkânõ
bulunmasõ, adamlarõn ne yapmak
istediklerin sanõrõm kanõtõ. Yani her
altmõş metreye büyük bir Çin mağazasõ
düşüyor. Yunanlõ esnaf ise “Kaçın,
Çinliler geliyor” diyerek dükkânlarõna
kilit vuruyor. Doğrusu haksõz da
değiller.
[email protected]
Fondü
sofrasõnda sohbet
İsviçrelilerin yõllardõr çözemediği
fondü tartõşmasõ bugünlerde yine
gündemde. En iyi fondü hangi
peynirle yapõlõr, en lezzetli fondü
nerede yenir? İsviçrelilerin bu soruya
verdiği cevaplar farklõ. Soruyu
sorduğunuz kişiye göre alacağõnõz
yanõtlar da değişebiliyor.
Fondü konusundaki görüş
ayrõlõğõna son noktayõ
koymak amacõyla
geçenlerde yayõmlanan
bir yemek kitabõ ortalõğõ
büsbütün karõştõrdõ.
Kitap, “İsviçre’yi seven
ve yemekten hoşlanan
herkesin yanından
ayırmayacağı bir
kılavuz” sloganõyla piyasaya çõktõ.
140 geleneksel yemek tarifinin
bulunduğu kitabõn tahrik edici bölümü
fondü başlõğõ altõnda toplanõyor.
Kitaba göre en iyi fondü Fribourg
kontonunda hazõrlanõyor. Bunun
nedenlerine geçmeden önce kõsa bir
fondü açõklamasõ yapmakta fayda var.
Fondü, İsviçrelilerin yüzyõllardõr
yaygõn olarak tükettiği geleneksel bir
yemek. Hafif ateşte eritilen peynirin
ekmek ve sebze parçalarõyla yenmesi
olarak da özetlenebilir. Farklõ
uygulamalar denense de fondünün ana
maddesi peynir. Peynirin içinde
eritildiği kap, masada hafif ateş
üzerine õsõtõlõyor ve eriyen peynir masa
başõndakiler tarafõndan yeniyor.
İsviçreliler önemli günlerini,
sevdikleriyle fondü masasõnda
geçirmekten gurur duyuyor ve herkes
kendine göre iyi bir fondünün tarifini
anlatabiliyor. Görüş birliğine
varõlamayan konunun en hassas
noktasõ, fondüyü oluşturan peynirin
çeşidinde. İsviçre’nin geleneksel
mutfağõnõ dünyaya tanõtmak amacõyla
yayõmlanan yemek tarifi kitabõna göre
en lezzetli fondü, ülkenin Almanca ve
Fransõzca konuşulan bölgelerinin
ortasõndaki Fribourg kantonunda
yapõlõyor. Nedeni de burada üretilen
dünyaca ünlü Gruyere ve Vacherin
peynirleri. Peynirlere ek olarak yine
aynõ bölgede üretimi yapõlan Fendant
şaraplarõ da Fribourg fondüsünün
vazgeçilmez unsuru olarak
tanõmlanõyor.
Basit hazõrlanõş tekniklerine bakõp
fondünün kolay bir akşam yemeği
olduğu sonucunu çõkarmak da yanlõş
olur. Fondünün ana maddesi peynir
ama masanõn vazgeçilmez kuralõ
sohbet. İsviçreliler yakõn dostlarõ ve
aile fertleriyle saatlerce fondü
masasõnda zaman geçirmekten büyük
zevk alõyor. Kabõn dibini bulmak için
kimse acele etmiyor, aksine sona
yaklaşmak için gereken süre sanki
devamlõ erteleniyor. Konuşmaya dalõp
erimekte olan peyniri karõştõrmayõ da
unutmamak gerekiyor. Yapõlacak tek
şey çatala bir parça ekmek saplayõp
kabõn içinde dolaştõrmak. Peynir
kabõndaki çatal trafiğine de hazõr
olmak gerekiyor. Aynõ anda birkaç
çatal fondü kabõnda yolunu bulmaya
çalõşabiliyor. Bu sõrada gözden
kaçõrõlmamasõ gereken en önemli
kural, çatala sapladõğõnõz ekmek
parçasõnõn erimiş peynir kabõnda
kaybolmamasõ. Bu durumda kalanlar
diğerlerinin vereceği cezaya da
katlanmak zorunda. Fondüyü aslõna
uygun yemek için sudan uzak durmak
lazõm. Eriyen peynir ve su karõşõmõ
masadan kalkmayõ zorlaştõrabilir.
Yapõlacak sohbetlerin uzun
sürmesinin en cazip yolu beyaz şarap.
Fondü tartõşmalarõna tanõk
olduktan sonra İsviçrelileri
bölüp parçalamanõn tek
yolunun onlarõ bu konuda
konuşturmak olduğuna
inanõyorum. Fondünün
tarifini sorun ve cevaplarõnõ
bekleyin. Herkes en iyi
fondünün nerede ve hangi tür
peynirden hazõrlandõğõnõ
anlatmaya başlayacaktõr. Kendi
halinde barõşsever bir millet olarak
tanõnan İsviçreliler, konu fondü
olunca bir türlü görüş birliğine
varamõyor, uzlaşma yõllardõr
sağlanamõyor.
ATİNA
MURAT İLEM
İnsanlarõ sevmek yaşam koşuluydu
Bu ev, yaşamõ boyunca Avrupa ruhunu,
toplumlarõn uzlaşmasõnõ düşlemiş olan
Stefan Zweig’a Salzburg’un geç de olsa
verdiği bir armağan! 1934’te Nazi baskõsõna
dayanamayõp ailesini, yurdunu, kentini terk
eden ünlü yazarõ Salzburg aradan tam 74 yõl
geçtikten sonra
algõladõ. Salzach
õrmağõ kõyõsõna
yayõlmõş tarihi kente
tepeden bakan
Edmunsburg’daki şõk
17. yüzyõl barok villa
buram buram Zweig
kokuyor! Burasõ artõk
edebiyatla bilimin
buluştuğu bir yer. Zweig’õn yaşamõ sayõsõz
arşivden bulunup çõkarõlmõş fotoğraflarla ve
belgeyle anlatõlõyor. Kütüphane odasõnõn
raflarõnõ dünyanõn dört bir köşesinden
gelmiş yüzlerce Zweig çevirisi dolduruyor.
Yazõ masasõ ile uzun yolculuklarda
yanõndan hiç ayõrmadõğõ daktilo da bir
köşede yerini almõş. Kütüphanesinde sohbet
ettiğimiz Enternasyonal Stefan Zweig
Cemiyeti Başkanõ Dr. Holl, Salzburg’daki
bu güzel yapõnõn Avrupa edebiyatõ ve sanat
tarihi üzerine düzenlenen bilimsel
toplantõlara, konferanslara ve
okumalara açõk olduğunu
söylüyor. Çeşitli ülkelerden
edebiyatçõlarõn ortak projelerine
destek veriliyor. Zweig evinin
müdürü Klemens Reinholdner
de, “Yazar üzerine araştırma
yapanlar arşivimizde her şeyi
bulabiliyor” diyor. Sohbet
koyulaşõyor. Az sonra Stefan
Zweig Cemiyeti’nin ilk
başkanlarõndan profesör
Fitzbauer de aramõza katõlõyor.
El sõkõşõrken gülümseyerek
konuşuyor: “Babanız Viyana’ya
her gelişinde bana sorardı:
Cemiyet Zweig’ın
Salzburg’daki villasını niçin
satın alıp müze yapmıyor?” Villaya
kumaş tüccarõ Gollhofer Nazilerin yardõmõ
ile el koymuştu. Şu sõralar yaşlõ oğlu
oturuyor, erkek arkadaşõyla.
Yüce katedralin çanlarõ çalõyor, yüksek
pencerelerden salona giriyor sesleri...
Villanõn önündeki geniş terasa çõkõyoruz.
Çan sesleri yayõlõyor tarihi alanlara,
yankõlanõyor tepelerde, kayalõklarda, iniyor
Salzach kõyõsõndaki kentin üzerine.
Katedralin hemen yanõ başõnda,
piskoposlarõn yüzlerce yõl yaşamõş
olduğu, sarayõ andõran dev yapõda
Rönesans, Barok ve Klasisizm bir
arada. Az sonra büyük alandayõz.
Irmağa uzanan loş ve dar
sokaklarõn arnavutkaldõrõmõ
taşlarõnda ayak sesleri. Mozart’õn,
Zweig’õn, Bernhard’õn,
Handke’nin kentinde akşam
oluyor. Vitrinler rengârenk, põrõl
põrõl, õşõl õşõl. Bu kentte ortaçağla
günümüz, doğanõn güzelliği ile
sanat eserleri bağdaşõr. Salzach’õn
kõyõlarõnda yükselen kubbelere
gün batõşõnõn kõzõllõğõ vurmuş.
Tarihi yapõlar arasõndaki daracõk
ortaçağ sokaklarõ yavaş yavaş
aydõnlanõyor fenerlerle.
Kültür aracõlõğõyla daha iyi bir dünyayõ
yaratacağõna inanmõş Zweig, politikacõlara
karşõ eserleriyle savaş vermiş, kitaplarõ
yakõlmõş gerçek bir aydõndõ! İnsan ve yazar
olarak özgürlüğüne düşkündü. İnsancõl ve
savaş karşõtõydõ. Ölümünden bu yana hiç
yitirmedi güncelliğini. Huzursuz başlayan
21. yüzyõlda düşünceleri her zamankinden
daha çok geçerli. Zweig üzerine yaptõğõ
çalõşmalarla, kitaplarla ve belgesel filmlerle
tanõnan Salzburglu Gert Kerschbaumer
Café Bazar’õn kapõsõnõ açõyor. Kocaman
salonun masalarõ insan dolu. Hõzla yanõmõza
gelen yaşlõ garson; “Herr Doktor!” deyip
hafifçe eğiliyor, köşedeki küçük masaya
götürüyor bizi. Kerschbaumer gülümsüyor:
“Her cumartesi hep aynı saatte geldiğimi
bildiği için bu masayı bana ayırır.” Bir
zamanlar garson Fritz’in yedi numaralõ
masayõ hep Stefan Zweig’a ayõrdõğõ gibi.
www.ahmet-arpad.de
Amerika komünist olsa...
Merak kuduzum iki yõlda, iyice
kudurmuştu: Amerika, ben orada
yokken komünist olduysa? Şikago’nun
O’Hare Havalimanõ’na iner inmez kõzõl
bayraklarla Enternasyonal Marşõ bizi
apronda karşõlarsa... Dur sen, bir
hatõrlamalõ, “Yoldaş Lenin” ne diyordu;
ya sorarlarsa... Herkes, yeni başkan
Obama yüzünden Amerika’nõn kõzõl
komünizme yuvarlandõğõnõ söylüyordu ki
eyvah mõ eyvah, vay başõma gelenler
vaziyetindeydik. İki yõldõr dünyada yer
yerinden oynuyordu: Kapitalizmin
biriktirip biriktirip nereye harcayacağõnõ
bilemediği, piyasalarõn peklik çekip
sinâmeki içen hastalar gibi arada bir
tuvalete çõkamamasõ anlamõna gelen global
kriz yüzünden Marx’õn laflarõ yine
revaçtaydõ... Kriz esnasõnda, sanki
sadre şifa verecek gibi, yahut acil önlem
cinsinden Marx’õn Kapital’i kitapçõ
raflarõnda hemen belirmişti! Bense,
Mayõs 2007’den beri Türkiye’de, Turist
Ömer misali abidik gubidik bir
gündemle uğraşõyor, aslõnda büyük
komünist devrimi kaçõrõyor olmalõydõm:
Obama sosyalizmini... Öyle ya, herkes
Obama’nõn Bolşevikliğinden
bahsediyordu! Ya, Amerika komünist
olduysa? Bu, eğer tanõk olunmazsa kaçmõş
sayacağõm tarihi fõrsatõ yitirdiysem, hep
eşim Sinem’in yüzündendir: O inat edip,
Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim
görevini geçen haftanõn perşembe akşam
mesaisine, anlayacağõnõz son dakikaya dek
tamamlamaya direnmeseydi, Obama usulü
“ABD komünistleşmesi”ne ben çoktan
tanõk olacaktõm. Cuma sabahõ
Yeşilköy’den ayrõlõp Okyanus’u aşarken,
deyin ki ben komünizmin dehşetengiz
yüzünü görmeye gidiyordum. 1917
Devrimi’ni, kõrk iki yõl farkla kaçõrmõş olan
bir şanssõz olarak bu tarihi fõrsat olmalõydõ.
Şikago’ya ayak basana kadar ben, eskiden
Sovyetler’e “Gidin de bir bakın bakalım,
Ruslar n’apıyorlar” diye gönderilmiş
Batõlõ gazeteci hayalleriyle oyalandõm.
Şikago, oradan İstanbul’a döndüğüm
2007’den beri hiç değişmemişti, aynõydõ:
THY uçağõ Michigan Gölü üzerinde tur
atarken yine musallat olan vertigo duygum
dahi aynõydõ. Kent akşam saatlerinin
hareketli trafiğiyle havadan cõvõl cõvõl bir
çocuk bahçesi gibi görünüyor, her yer õşõl
õşõl parlõyordu...
Ne havalimanõnda ne de kentin herhangi
bir yerinde, kõsacasõ Şikago’da kõzõl bayrak
göremedim. Bununla beraber, havalimanõ
çõkõşõnda futbol sahasõ büyüklüğünde bir
Amerikan bayrağõ dalgalanõyor, altõnda Sih
başlõklõ adamlar, Meksikalõ ve Çinli,
Polonez ve Arap, Sicilyalõ ve Kenyalõ, Rus
ve Filipinli dolaşõyordu; bir de ben... Fazla
kilolarõ olan obez Amerikalõlar da henüz
zayõflamamõş
bulunuyorlar, hatta
görmeyeli biraz kilo
almõş olmalõydõlar.
Sanõrõm komünizm
henüz diyet meselesine
el atmamõş, fast food
zincirlerine
dokunmamõştõ.
Hamburger ve patates
cipsi satõcõlarõ dolup boşalõyordu. Park
yerinde kiralõk arabaya yerleşirken,
çevremizde fink atan limuzinler de aynõydõ.
Geceyi geçirmek üzere konakladõğõmõz
oteldeki odamõz, hizmet hep aynõydõ. Ertesi
gün, kiralanan pikapla Şikago İKEA’sõna
mobilya almaya giderken, kendimi
Ümraniye kavşağõndaki İstanbul
İKEA’sõndayõz sandõm. Eşim, daha
İstanbul’dayken mobilya siparişlerini
bilgisiyardan vermiş, benim avuçlarõmõ
patlatarak o geceden itibaren evimizde
kuracağõm sunta malzemelerin ödemesini
çoktan yapmõştõ. Kapitalizmin global
ödeme sistemi “tıkır tıkır” çalõşõyordu,
maşallah! Demek, komünizm bu cihetle de
ABD’ye henüz gelmemişti. Şikago’ya 150
km. uzaklõktaki Purdue Üniversitesi
kampusunun içinde bulunduğu W.
Lafayette kentine giden yollar boyunca her
şey, benim orayõ kapitalist Başkan Bush
zamanõnda bõraktõğõm gibi aynõydõ. Yol
boyu içtiğim kahvelerin faltaşõna
çevirdiğim gözlerle çevreye bakõnõrken, I-
65 numaralõ karayolu çabucak bitti; oradaki
tüm görüntüleri bõraktõğõm gibi buldum.
Anlaşõlan, buralara da komünizm
gelmemişti. Pekâlâ, komünizm ABD’de
nerelere saklanmõştõ, nerede nifak yuvasõnõ
yapmõştõ; ah bu komünistler! Sonunda, bir
süredir kapalõ duran evimizin kapõsõnõ
açtõğõmõzda, komünizmin k’sine rast
gelememek hüsranõyla artõk şu kõzõl
martavalõnõ bir yana bõrakõp işe güce
koyuldum. Sizlere, uzunca bir aradan
sonra, tekrar Amerikan toplumu ve yaşamõ
üzerine pazar yazõlarõ göndereceğimden bu
görevimi önceliğe alõp ilk yazõmõ, işte
haber değeri taşõyan bu yazõyõ alelacele
yazmak ilk “işim gücüm” olacaktõ.
Yazõdaki haber değeri ise Amerikan
toplumunun solculaştõğõ üzerine koparõlan
velveleye aittir; size olmadõğõnõ
anlatõyorum. Yazõmõ bitirdikten sonra,
durumdan emin olmak için bir de yoldaş
Leon Troçki’nin ABD’de bir zamanlar ses
getirmiş bir kitabõna göz attõm. Troçki’nin
“Amerika Komünist Olsa” başlõklõ
kitabõnõ, valizimin içinden çõkarõp ayaküstü
karõştõrdõm; bir cümlesi ilgimi çekti:
“Amerikan komünist devrimi, sahip
olduğunuz ulusal servet ve nüfus
bakımından Rusya’daki Bolşevik
Devrimi’ne kıyasla daha zahmetsiz
olacaktır.” (Troçki, 1934) Eğer öyleyse,
korkmaya gerek yok!. Komünizm, onlar
bunu hissetmeden oraya zahmetsizce
girecektir. Asõl zahmet beni garaj odasõnda
bekliyordu, Sinem’in elime tutuşturduğu
pense, çekiç, tornavidayla İKEA’nõn
yapboz mobilyalarõnõ gece boyu sõkõştõrdõm
durdum...
[email protected]
ZÜRİH
REMZİ GÖKDAĞ
SALZBURG
AHMET ARPAD
ŞİKAGO
MAHMUT ŞENOL