18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 10 OCAK 2010 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Yunanlõ esnafõn Çin korkusu Geçen Noel bayramõnda Atina merkezine inmiştim. Ancak bu sene daha bir renkli, daha bir değişik geldi. Sintagma Meydanõ’na çõkan ünlü Ermu Caddesi’nde eşim ve küçük kõzõmla yürürken kendimi herhangi bir Afrika ülkesinde zannettim. Yaklaşõk üç yüz metrelik trafiğe kapalõ caddede yüzlerce, hatta binlerce Afrikalõ mülteci satõcõ ile karşõlaştõm. Dünyanõn ünlü markalarõnõn mağazalarõnõn önü, yol üstü satõcõlarõ ile dolu olduğu için yürümekte bile zorlandõk. Ellerinde her an kaçmaya hazõr bohçalarõ ile (içleri sattõklarõ mallarla dolu) ortalõkta dolaşan binlerce Afrikalõnõn hayat mücadelesine şahit oldum. İçinde kayõştan, kemere, kravattan ucuz takõlara kadar (aklõnõza ne gelirse) bulunan bohçalar, onlarõn ekmek tekneleri olarak gözüme çarptõ. Tuhaftõr, gözlerim sürekli Çinli aradõ. Tüm yol boyunca en fazla üç-beş tane Çinliye rastlayabildim. Bu gezimde Atina’nõn, kaçak mülteci kapasitesini aşmõş olduğunu da bir kez daha anladõm. Dünyanõn hemen her ülkesinden gelen on binler Yunanistan’õn başkentini mesken tutmuşlar. Benim izlenimlerime göre, Afrika ülkeleri ilk sõrada. Onlarõ Pakistan’õn başõnõ çektiği Güneydoğu Asya ülkeleri takip ediyor. Çinliler artõk patron oldular. Onlarõn sokaklarda çok fazla işleri yok ve onun için de göremiyoruz. Atina ve Yunanistan’õn tüm önemli şehirlerindeki dükkânlarõn büyük çoğunluğunu Çin mağazalarõ oluşturuyor. Ucuz ve kalitesiz mal satan bu dükkânlara rağbet ilk zamanlar çok daha fazlaydõ. Geçen yõldan itibaren Çinli yetkililer baktõlar ki mallarõna ve dükkânlarõna ilgi her geçen gün azalõyor, hemen taktik değiştirip vatandaşlarõna desteği arttõrdõlar. Kõsa bir araştõrmadan sonra “Çin işi” sistemin şöyle çalõştõğõnõ öğrendim. Çin’den bir şekilde Yunanistan’a ulaşanlar, önce ne yapmak istediklerine karar veriyorlar. Ardõndan Çin elçiliğine ya da konsolosluğuna başvurup projelerini(!) sunuyorlar. Bu noktada kuracağõ işyerinde hangi Çin ürününü satacağõnõ, ne kadar kira vereceğini, hangi semtte bu işi yapmayõ düşündüğü bildirmek, projenin içeriği için yeterli sayõlõyor. Ardõndan, çõkacak oluru beklemeye başlõyor. Çin elçiliğinin onayõndan sonra Atina’da bulunan ve tümü Çin mallarõ ile dolu olan toptancõ (hepsinin sahibi yine Çinli) mağazalarõ devreye giriyor. Dükkânõn yerini gösterenlere Çin elçiliğinin de onayõ ile istediği bütün mallar veriliyor. Koskoca dükkânlar bir iki günde tanõnmaz hale getirilip, içi dayanõp döşenip, mal ile dolduruluyor. Burada dikkat çekici olan, vitrinler ve raflarõn portatif olmasõ, duvarlarda bol miktarda kasap çengelinin (elbiseler asõlõyor) bulunmasõ. Ardõndan sessiz sedasõz açõlõş yapõlõyor. Dükkan iş yapsõn ya da yapmasõn Çin hükümeti vatandaşlarõnõ mağdur etmemeye özen gösteriyor. Öncelikle dükkânõn kirasõnõn yarõsõnõ Çin hükümeti ödüyor. İş bununla bitmiyor, mal alõmlarõnda zaman zaman devreye girip vatandaşõ olan toptancõlarõ ikna(!) ediyor. Gerisi işyeri sahibine kalmõş. Havadan dükkân, havadan mal alõmõ. Satarsa sattõ, satamazsa bir sabah kalktõğõnõzda dükkânõn yerinde yeller esiyor. Tabii bu durumda Yunanlõ esnaf haklõ olarak kan ağlõyor. Çünkü onlar Çinlilerin hõzõna kesinlikle yetişemiyorlar. Benim oturduğum semtin üç yüz elli metrelik alõşveriş caddesinde yedi tane Çin dükkânõ bulunmasõ, adamlarõn ne yapmak istediklerin sanõrõm kanõtõ. Yani her altmõş metreye büyük bir Çin mağazasõ düşüyor. Yunanlõ esnaf ise “Kaçın, Çinliler geliyor” diyerek dükkânlarõna kilit vuruyor. Doğrusu haksõz da değiller. [email protected] Fondü sofrasõnda sohbet İsviçrelilerin yõllardõr çözemediği fondü tartõşmasõ bugünlerde yine gündemde. En iyi fondü hangi peynirle yapõlõr, en lezzetli fondü nerede yenir? İsviçrelilerin bu soruya verdiği cevaplar farklõ. Soruyu sorduğunuz kişiye göre alacağõnõz yanõtlar da değişebiliyor. Fondü konusundaki görüş ayrõlõğõna son noktayõ koymak amacõyla geçenlerde yayõmlanan bir yemek kitabõ ortalõğõ büsbütün karõştõrdõ. Kitap, “İsviçre’yi seven ve yemekten hoşlanan herkesin yanından ayırmayacağı bir kılavuz” sloganõyla piyasaya çõktõ. 140 geleneksel yemek tarifinin bulunduğu kitabõn tahrik edici bölümü fondü başlõğõ altõnda toplanõyor. Kitaba göre en iyi fondü Fribourg kontonunda hazõrlanõyor. Bunun nedenlerine geçmeden önce kõsa bir fondü açõklamasõ yapmakta fayda var. Fondü, İsviçrelilerin yüzyõllardõr yaygõn olarak tükettiği geleneksel bir yemek. Hafif ateşte eritilen peynirin ekmek ve sebze parçalarõyla yenmesi olarak da özetlenebilir. Farklõ uygulamalar denense de fondünün ana maddesi peynir. Peynirin içinde eritildiği kap, masada hafif ateş üzerine õsõtõlõyor ve eriyen peynir masa başõndakiler tarafõndan yeniyor. İsviçreliler önemli günlerini, sevdikleriyle fondü masasõnda geçirmekten gurur duyuyor ve herkes kendine göre iyi bir fondünün tarifini anlatabiliyor. Görüş birliğine varõlamayan konunun en hassas noktasõ, fondüyü oluşturan peynirin çeşidinde. İsviçre’nin geleneksel mutfağõnõ dünyaya tanõtmak amacõyla yayõmlanan yemek tarifi kitabõna göre en lezzetli fondü, ülkenin Almanca ve Fransõzca konuşulan bölgelerinin ortasõndaki Fribourg kantonunda yapõlõyor. Nedeni de burada üretilen dünyaca ünlü Gruyere ve Vacherin peynirleri. Peynirlere ek olarak yine aynõ bölgede üretimi yapõlan Fendant şaraplarõ da Fribourg fondüsünün vazgeçilmez unsuru olarak tanõmlanõyor. Basit hazõrlanõş tekniklerine bakõp fondünün kolay bir akşam yemeği olduğu sonucunu çõkarmak da yanlõş olur. Fondünün ana maddesi peynir ama masanõn vazgeçilmez kuralõ sohbet. İsviçreliler yakõn dostlarõ ve aile fertleriyle saatlerce fondü masasõnda zaman geçirmekten büyük zevk alõyor. Kabõn dibini bulmak için kimse acele etmiyor, aksine sona yaklaşmak için gereken süre sanki devamlõ erteleniyor. Konuşmaya dalõp erimekte olan peyniri karõştõrmayõ da unutmamak gerekiyor. Yapõlacak tek şey çatala bir parça ekmek saplayõp kabõn içinde dolaştõrmak. Peynir kabõndaki çatal trafiğine de hazõr olmak gerekiyor. Aynõ anda birkaç çatal fondü kabõnda yolunu bulmaya çalõşabiliyor. Bu sõrada gözden kaçõrõlmamasõ gereken en önemli kural, çatala sapladõğõnõz ekmek parçasõnõn erimiş peynir kabõnda kaybolmamasõ. Bu durumda kalanlar diğerlerinin vereceği cezaya da katlanmak zorunda. Fondüyü aslõna uygun yemek için sudan uzak durmak lazõm. Eriyen peynir ve su karõşõmõ masadan kalkmayõ zorlaştõrabilir. Yapõlacak sohbetlerin uzun sürmesinin en cazip yolu beyaz şarap. Fondü tartõşmalarõna tanõk olduktan sonra İsviçrelileri bölüp parçalamanõn tek yolunun onlarõ bu konuda konuşturmak olduğuna inanõyorum. Fondünün tarifini sorun ve cevaplarõnõ bekleyin. Herkes en iyi fondünün nerede ve hangi tür peynirden hazõrlandõğõnõ anlatmaya başlayacaktõr. Kendi halinde barõşsever bir millet olarak tanõnan İsviçreliler, konu fondü olunca bir türlü görüş birliğine varamõyor, uzlaşma yõllardõr sağlanamõyor. ATİNA MURAT İLEM İnsanlarõ sevmek yaşam koşuluydu Bu ev, yaşamõ boyunca Avrupa ruhunu, toplumlarõn uzlaşmasõnõ düşlemiş olan Stefan Zweig’a Salzburg’un geç de olsa verdiği bir armağan! 1934’te Nazi baskõsõna dayanamayõp ailesini, yurdunu, kentini terk eden ünlü yazarõ Salzburg aradan tam 74 yõl geçtikten sonra algõladõ. Salzach õrmağõ kõyõsõna yayõlmõş tarihi kente tepeden bakan Edmunsburg’daki şõk 17. yüzyõl barok villa buram buram Zweig kokuyor! Burasõ artõk edebiyatla bilimin buluştuğu bir yer. Zweig’õn yaşamõ sayõsõz arşivden bulunup çõkarõlmõş fotoğraflarla ve belgeyle anlatõlõyor. Kütüphane odasõnõn raflarõnõ dünyanõn dört bir köşesinden gelmiş yüzlerce Zweig çevirisi dolduruyor. Yazõ masasõ ile uzun yolculuklarda yanõndan hiç ayõrmadõğõ daktilo da bir köşede yerini almõş. Kütüphanesinde sohbet ettiğimiz Enternasyonal Stefan Zweig Cemiyeti Başkanõ Dr. Holl, Salzburg’daki bu güzel yapõnõn Avrupa edebiyatõ ve sanat tarihi üzerine düzenlenen bilimsel toplantõlara, konferanslara ve okumalara açõk olduğunu söylüyor. Çeşitli ülkelerden edebiyatçõlarõn ortak projelerine destek veriliyor. Zweig evinin müdürü Klemens Reinholdner de, “Yazar üzerine araştırma yapanlar arşivimizde her şeyi bulabiliyor” diyor. Sohbet koyulaşõyor. Az sonra Stefan Zweig Cemiyeti’nin ilk başkanlarõndan profesör Fitzbauer de aramõza katõlõyor. El sõkõşõrken gülümseyerek konuşuyor: “Babanız Viyana’ya her gelişinde bana sorardı: Cemiyet Zweig’ın Salzburg’daki villasını niçin satın alıp müze yapmıyor?” Villaya kumaş tüccarõ Gollhofer Nazilerin yardõmõ ile el koymuştu. Şu sõralar yaşlõ oğlu oturuyor, erkek arkadaşõyla. Yüce katedralin çanlarõ çalõyor, yüksek pencerelerden salona giriyor sesleri... Villanõn önündeki geniş terasa çõkõyoruz. Çan sesleri yayõlõyor tarihi alanlara, yankõlanõyor tepelerde, kayalõklarda, iniyor Salzach kõyõsõndaki kentin üzerine. Katedralin hemen yanõ başõnda, piskoposlarõn yüzlerce yõl yaşamõş olduğu, sarayõ andõran dev yapõda Rönesans, Barok ve Klasisizm bir arada. Az sonra büyük alandayõz. Irmağa uzanan loş ve dar sokaklarõn arnavutkaldõrõmõ taşlarõnda ayak sesleri. Mozart’õn, Zweig’õn, Bernhard’õn, Handke’nin kentinde akşam oluyor. Vitrinler rengârenk, põrõl põrõl, õşõl õşõl. Bu kentte ortaçağla günümüz, doğanõn güzelliği ile sanat eserleri bağdaşõr. Salzach’õn kõyõlarõnda yükselen kubbelere gün batõşõnõn kõzõllõğõ vurmuş. Tarihi yapõlar arasõndaki daracõk ortaçağ sokaklarõ yavaş yavaş aydõnlanõyor fenerlerle. Kültür aracõlõğõyla daha iyi bir dünyayõ yaratacağõna inanmõş Zweig, politikacõlara karşõ eserleriyle savaş vermiş, kitaplarõ yakõlmõş gerçek bir aydõndõ! İnsan ve yazar olarak özgürlüğüne düşkündü. İnsancõl ve savaş karşõtõydõ. Ölümünden bu yana hiç yitirmedi güncelliğini. Huzursuz başlayan 21. yüzyõlda düşünceleri her zamankinden daha çok geçerli. Zweig üzerine yaptõğõ çalõşmalarla, kitaplarla ve belgesel filmlerle tanõnan Salzburglu Gert Kerschbaumer Café Bazar’õn kapõsõnõ açõyor. Kocaman salonun masalarõ insan dolu. Hõzla yanõmõza gelen yaşlõ garson; “Herr Doktor!” deyip hafifçe eğiliyor, köşedeki küçük masaya götürüyor bizi. Kerschbaumer gülümsüyor: “Her cumartesi hep aynı saatte geldiğimi bildiği için bu masayı bana ayırır.” Bir zamanlar garson Fritz’in yedi numaralõ masayõ hep Stefan Zweig’a ayõrdõğõ gibi. www.ahmet-arpad.de Amerika komünist olsa... Merak kuduzum iki yõlda, iyice kudurmuştu: Amerika, ben orada yokken komünist olduysa? Şikago’nun O’Hare Havalimanõ’na iner inmez kõzõl bayraklarla Enternasyonal Marşõ bizi apronda karşõlarsa... Dur sen, bir hatõrlamalõ, “Yoldaş Lenin” ne diyordu; ya sorarlarsa... Herkes, yeni başkan Obama yüzünden Amerika’nõn kõzõl komünizme yuvarlandõğõnõ söylüyordu ki eyvah mõ eyvah, vay başõma gelenler vaziyetindeydik. İki yõldõr dünyada yer yerinden oynuyordu: Kapitalizmin biriktirip biriktirip nereye harcayacağõnõ bilemediği, piyasalarõn peklik çekip sinâmeki içen hastalar gibi arada bir tuvalete çõkamamasõ anlamõna gelen global kriz yüzünden Marx’õn laflarõ yine revaçtaydõ... Kriz esnasõnda, sanki sadre şifa verecek gibi, yahut acil önlem cinsinden Marx’õn Kapital’i kitapçõ raflarõnda hemen belirmişti! Bense, Mayõs 2007’den beri Türkiye’de, Turist Ömer misali abidik gubidik bir gündemle uğraşõyor, aslõnda büyük komünist devrimi kaçõrõyor olmalõydõm: Obama sosyalizmini... Öyle ya, herkes Obama’nõn Bolşevikliğinden bahsediyordu! Ya, Amerika komünist olduysa? Bu, eğer tanõk olunmazsa kaçmõş sayacağõm tarihi fõrsatõ yitirdiysem, hep eşim Sinem’in yüzündendir: O inat edip, Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim görevini geçen haftanõn perşembe akşam mesaisine, anlayacağõnõz son dakikaya dek tamamlamaya direnmeseydi, Obama usulü “ABD komünistleşmesi”ne ben çoktan tanõk olacaktõm. Cuma sabahõ Yeşilköy’den ayrõlõp Okyanus’u aşarken, deyin ki ben komünizmin dehşetengiz yüzünü görmeye gidiyordum. 1917 Devrimi’ni, kõrk iki yõl farkla kaçõrmõş olan bir şanssõz olarak bu tarihi fõrsat olmalõydõ. Şikago’ya ayak basana kadar ben, eskiden Sovyetler’e “Gidin de bir bakın bakalım, Ruslar n’apıyorlar” diye gönderilmiş Batõlõ gazeteci hayalleriyle oyalandõm. Şikago, oradan İstanbul’a döndüğüm 2007’den beri hiç değişmemişti, aynõydõ: THY uçağõ Michigan Gölü üzerinde tur atarken yine musallat olan vertigo duygum dahi aynõydõ. Kent akşam saatlerinin hareketli trafiğiyle havadan cõvõl cõvõl bir çocuk bahçesi gibi görünüyor, her yer õşõl õşõl parlõyordu... Ne havalimanõnda ne de kentin herhangi bir yerinde, kõsacasõ Şikago’da kõzõl bayrak göremedim. Bununla beraber, havalimanõ çõkõşõnda futbol sahasõ büyüklüğünde bir Amerikan bayrağõ dalgalanõyor, altõnda Sih başlõklõ adamlar, Meksikalõ ve Çinli, Polonez ve Arap, Sicilyalõ ve Kenyalõ, Rus ve Filipinli dolaşõyordu; bir de ben... Fazla kilolarõ olan obez Amerikalõlar da henüz zayõflamamõş bulunuyorlar, hatta görmeyeli biraz kilo almõş olmalõydõlar. Sanõrõm komünizm henüz diyet meselesine el atmamõş, fast food zincirlerine dokunmamõştõ. Hamburger ve patates cipsi satõcõlarõ dolup boşalõyordu. Park yerinde kiralõk arabaya yerleşirken, çevremizde fink atan limuzinler de aynõydõ. Geceyi geçirmek üzere konakladõğõmõz oteldeki odamõz, hizmet hep aynõydõ. Ertesi gün, kiralanan pikapla Şikago İKEA’sõna mobilya almaya giderken, kendimi Ümraniye kavşağõndaki İstanbul İKEA’sõndayõz sandõm. Eşim, daha İstanbul’dayken mobilya siparişlerini bilgisiyardan vermiş, benim avuçlarõmõ patlatarak o geceden itibaren evimizde kuracağõm sunta malzemelerin ödemesini çoktan yapmõştõ. Kapitalizmin global ödeme sistemi “tıkır tıkır” çalõşõyordu, maşallah! Demek, komünizm bu cihetle de ABD’ye henüz gelmemişti. Şikago’ya 150 km. uzaklõktaki Purdue Üniversitesi kampusunun içinde bulunduğu W. Lafayette kentine giden yollar boyunca her şey, benim orayõ kapitalist Başkan Bush zamanõnda bõraktõğõm gibi aynõydõ. Yol boyu içtiğim kahvelerin faltaşõna çevirdiğim gözlerle çevreye bakõnõrken, I- 65 numaralõ karayolu çabucak bitti; oradaki tüm görüntüleri bõraktõğõm gibi buldum. Anlaşõlan, buralara da komünizm gelmemişti. Pekâlâ, komünizm ABD’de nerelere saklanmõştõ, nerede nifak yuvasõnõ yapmõştõ; ah bu komünistler! Sonunda, bir süredir kapalõ duran evimizin kapõsõnõ açtõğõmõzda, komünizmin k’sine rast gelememek hüsranõyla artõk şu kõzõl martavalõnõ bir yana bõrakõp işe güce koyuldum. Sizlere, uzunca bir aradan sonra, tekrar Amerikan toplumu ve yaşamõ üzerine pazar yazõlarõ göndereceğimden bu görevimi önceliğe alõp ilk yazõmõ, işte haber değeri taşõyan bu yazõyõ alelacele yazmak ilk “işim gücüm” olacaktõ. Yazõdaki haber değeri ise Amerikan toplumunun solculaştõğõ üzerine koparõlan velveleye aittir; size olmadõğõnõ anlatõyorum. Yazõmõ bitirdikten sonra, durumdan emin olmak için bir de yoldaş Leon Troçki’nin ABD’de bir zamanlar ses getirmiş bir kitabõna göz attõm. Troçki’nin “Amerika Komünist Olsa” başlõklõ kitabõnõ, valizimin içinden çõkarõp ayaküstü karõştõrdõm; bir cümlesi ilgimi çekti: “Amerikan komünist devrimi, sahip olduğunuz ulusal servet ve nüfus bakımından Rusya’daki Bolşevik Devrimi’ne kıyasla daha zahmetsiz olacaktır.” (Troçki, 1934) Eğer öyleyse, korkmaya gerek yok!. Komünizm, onlar bunu hissetmeden oraya zahmetsizce girecektir. Asõl zahmet beni garaj odasõnda bekliyordu, Sinem’in elime tutuşturduğu pense, çekiç, tornavidayla İKEA’nõn yapboz mobilyalarõnõ gece boyu sõkõştõrdõm durdum... [email protected] ZÜRİH REMZİ GÖKDAĞ SALZBURG AHMET ARPAD ŞİKAGO MAHMUT ŞENOL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle