25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
T7 îtaplar Adası 1 ^ M.SADIKASLANKARA ! Mayıs'ta "Kitap- larAda- sı "nda yayımlanan "Taşrada öykü" üzerine arayan, ile- ti gönderen epey- ce okur-yazar ol- du. Tam da o gün- lerde, 30-31 Ma- yıs'ta Eskişehir'de çağrılı olduğum bır öykü günleri dü- zenlenecekti. Nice- dir üzerinde dü- şündüğüm "taşra- da öykü" konusu- nu yazmaya o sıra kararverdim. Ama yazıyı gazeteye gön- dermiştim ki etkinli- ğin düzenleyicilerin- den öykücü ilkay Noylan'dan bir mek- tup gelmesin mi... Meğer, etkinlik bu yıla özgü iptal edil- miş sessiz sedasız. Taşrada bir ö Üzerinde durulacak bir yan yoktu bana gö- re. Taşrada bu tür etkinlikleri gerçekleştirmek kolay mı? Geçmişte buna benzer "şenlik" et- kinliği deneylemiş biri olarak bunun ne mene iş olduğunu iyi biliyorum. Derken Eskişehir Sanat Derneği Başkanı Şehabettin Tosuner'den de bir mektup... Böyle olunca iş değişti, bu mektupları taşra- da sanat üretmeye, öykü verimlemeye çalışan insanlarla da paylaşmanın zorunlu olduğunu düşündüm... SANAT ETKİNLİKLERİNDE TAŞRA SIKINTISI... İlkay Noylan, 20 Mayıs tarihli mektubunda etkinliğin iptalini şu satırlarla özetlemişti: "Eskişehir Sanat Derneğindeki bir iç sorun yüzünden öykü Günlerimizi iptal etmek duru- munda kaldığımızı üzülerek size bildiriyorum. Bu olumsuzluktan dolayı sizden şahsım adına özür diliyorum./.../ Eskişehir'de edebiyat et- kinliklerinin daha sağlam bir zeminde yapıla- bilmesi için yeni bir oluşuma gidilecektir. Dili- yorum ki sizinle gerçekleştirmeyi arzu ettiğimiz etkinliği ilerleyen zaman diliminde mümkün kı- labiliriz. /Derin üzüntü ve saygılarımla." Eskişehir Sanat Derneği Başkanı Şehabettin Tosuner ise 15 Haziran tarihli mektubunda şunları söylemişti: "Eskişehir'e ulusal edebiyatımızı taşımak amacıyla düzenlediğimiz ve 30 -31 Mayıs ta- rihlerinde beşincisini gerçekleştirdiğimiz Eski- şehir öykü Günleri etkinliklerimize programda yer alan konuğumuz olmanıza hatta Cumhuri- yet Kitap ekinde yazmanıza karşın katılmama- nıza başta sponsorumuz Tepebaşı Belediye Başkanımız Ahmet Ataç olmak üzere bizleri üzdü. Dahası sayın Ataç özel hazırlık yaparak sizlerle bir akşam yemeğinde bir arada olmak istemişti. Bunlan bilgilerinize sunmak istedim. Saygılarımı sunarım." Şaşırmamak elde değildi, telefonla İlkay Noylan'ı arayıp Şehabettin Tosuner'in mektu- bundan söz ederek, bunun nasıl açıklanabile- ceğini sordum kendisine... Noylan, 23 Haziran'da bir mektup daha gönderdi: "Eskişehir Sanat Derneği Başkanı Şehabed- din Tosuner tarafından size yollanan iletide belirtildiği şekilde 30 - 31 Mayıs tarihlerinde öykü Günleri gerçekleştirilmemiştir. Davetli ulusal yazarlarımızdan ve Eskişehir'de görevli katılımcı yazarlanmızdan hiçbiri yapıldığı söy- lenen etkinliğe katılmamıştır./ Dernek Başkanı yalnızca 30 Mayıs tarihinde birkaç saatlik programsız bir etkinlik gerçekleştirmeye çalış- mıştır. Bunun 5. Eskişehir Öykü Günleri şeklin- de yansıtılması hoş değildir. Izleyici bazında da katılım olrhadığı tespit edilmiştir. / Or- ganizasyonda ve etkinlikte görevli arkadaşla- rı(n), konuklan(n) zan altında bırak(ıl)maya ça- lış(ıl)masını kabul etmemiz mümkün değildir. "Etkinliğimizi, 30 - 31 Mayıs tarihlerinde an- cak Sanat Demeğinden bağımsız şekilde ger- çekleştirme düşüncesini de aramızda değer- lendirmediğimiz düşünülmesin. Bir kurum adı- na davet edilip de o kurumdan ayn etkinlik yapmanın etiği karşısında konuklarımızın tek tek düşüncelerini alma olanağımız yoktu." Ertesi günü bir mektup daha Noylan'dan: "Hasan özkılıç ile Akyaka Edebiyat Günle- rinde birlikteydik. Kendisiyle Eskişehir'deki so- runlu süreci, Öykü Günlerimizin iptal ediliş se- beplerini, dernekteki sıkıntıları uzun uzun ko- nuştuk./ Ne var ki diğer üç konuğumuz (Feyza Hepçilingirler, Faruk Duman ve Feridun An- daç) buradaki sorunlarla ilgili çok fazla ayrıntı bilmemekten kaynaklanan soru işaretleri taşı- yor olabilirier zihinlerinde. Eskişehir'deki ede- biyat ortamını kaoslarla zihinlerine kaydetme- lerini istemem. (...)/ Nasıl olsa sorunlar bite- cek, düze çıkacağız. EGEV'de (Eskişehir Geli- şim Vakfı) gittiğimiz yeni yapılanmada güzel sonuçlar alıyoruz. Eylül ayından itibaren Eski- şehir başanlı edebiyat etkinliklerine ev sahipli- ği yapacak. Yazmak, üretmek, paylaşmak ve gelişmek adına çıktığımız yolumuza devam ediyoruz." TASRA ÖYKÜCÜLÜĞÜNÜN DAYANILMAZ BUNALTISI... Oysa tam da o günlerde 30 Mayıs'ta, Bur- sa'da yaşayan öykücü Serap Gökalp'ten de bir mektup almıştım... öykünün taşrada direnen kalelerinden biri de Serap Gökalp kuşkusuz. Bugüne dek ya- yımladığı iki öykü kitabı, bu alandaki veriminin yanı sıra deneyimini de gösteriyor bize. Gö- kalp'in Astak Kum Saatinde Akarken (Sis- tem, 2002), Kulak Misafiri (Pupa, 2009) adlı öykü kitapları üzerinde bir başka yazımda du- racağım ileride. Üstelik yalnız öykü türünde direnmiyor, yanı sıra başka türlerde de verimini sürdürüyor o. Ömeğin bir oyun dosyasını okumuştum, tatlar alarak... Ama öykülerine, oyunlarına değinmek yeri- ne, bu hafta konuk yazar olarak almak eğili- mindeyim onu "Kitaplar Adası"na. Serap Gö- kalp, mektubuna taşranın dokunaklı hüznüyle giriyor: "Bu haftaki yazınızı yine keyifle bu kere bi- razcık da kendime sevinç payı çıkararak oku- dum. Sizin anımsattığınız, Nasrettin Hocanın sözüyle durduğum yerden bir bakışı sizinle paylaşmak ben de sizi bir mektupla selamla- mak istedim. "Taşra, görevliye; 'Dayımla geldik' diyen sı- kılgan delikanlının, 'Dayın kim' sorusuna 'An- nemin erkek kardeşi' diye cevap verdiği yer- dir. "Bursa, bizim çocukluğumuzda Türkiye ha- ritası üzerinde dumanı tüten, çatısı kırtıklı dik- dörtgenler çizip böbürlenerek 'burada sanayi gelişmiştir 1 denilen yerdir. Deri üretiminde önemsenecek payı olan, tabakhanelerin da- yanılmaz kokulan, sıçanian arasında emekçi- lerin alın teri döktüğü, havalandırması olma- yan kamu taşıtlarıyla insanlann taşındığı bir kenttir. "Kışın yağmur getiren güney rüzgân Notos, mitolojiden sıkılıp sanayi bölgesinin üstüne çöreklenir bazen. Fabrikalann 'sireneleri', işçi- leri çağırırken, 'yağmurdan ağırlaşmış sakalıy- la uçan, alnında bulutlar yığılmış' Notos'la se- lamlaşırlar. Fabrikalar hiçbir zaman yorulmaz- lar. Onlann sonsuz devinimini sağlayan vardi- yalar, işçilerie yenilenir; işçiler parayla, para yi- ne yeni işçilerle. Çalışanlar daima güçlü olma- lıdır; kamı aç ama gözü tok. Yeni vardiyalara hazır olmalıdır; uykusuz ama güçlü. Bunun için yenir, uyunur, yeni işçiler yetiştirmek için çiftleşilir. Var oluş nedenleri fabrikayı besle- mektir; onlar para kazandıklannı sanırlar. Fab- rikanın var oluş nedeni, birinin düşlerini ger- çekleştirmek içindir; üretim yapıldığı sanılır. Biri düşlerim gerçekleşiyor sanır; yaşamı bu uğurda tükenmektedir. Çekiçler; kumanda düğmeleri, yeni ellerce teslim alınır. Metal ve betondan oluşan dev, bir an yorgun düşse bi- le çabucak toparianır. Işlikler, ter, kimyasal, pres sarsıntılan, kaynak şimşekleri, çeyrek paydoslan, vardiya sesleri, beyaz sabun, ya- mulmuş soyunma dolaplan, kararmış yer ka- roları, çiş kokusu, aynada taranan jöleli saçlar, kıllı erkek bedenleri, kadın kokusu, yemek, metal, telefon, forklift, ısıl işlem, kalite kontrol, baret, boya, tutkal! Fabrika! Fabrika! Fabrika! "Pis kokulu sisler içinde oradan oraya se- ken işbaşı düdükleri, servis arabalanndan dö- külen, göz kapakları inik tırtıllan işçilere dön- üştürür. Işçi yutan kapılarsa her yutkunuşlann- da saat kartlannın sinyalleri çınlar. "Tanm ve beden işçileri iş bekledikleri yerde gün doğmadan öbek öbek toplanıriar. Seçil- meme, o gün aç kalma korkusuyla gündelik işler için taşıtlara saldırdıklan o karmaşayı iz- ler, utanırsınız. Ama Bursa, hâlâ gizemli bir kenttir. Birinci derece deprem bölgesinde olup yatırlann kenti koruduğuna inanılır. SAYFA 20 • • • "Karları katırlarla Istanbul saraylarına şer- betleri soğutmak için taşınan Ulubuzluk, ka- yak cennetine dönüşmüş, Apollon kelebekleri- nin, sokak bozacıları ve yoğurtçularının, küfe yapan ustaların, ipekböceğinin nesli tüken- miştir. Sokak çeşmeleri tümden kurumuş, şişe suyuna tutsak su şehrinin, yeşili de yalnızca broşürleri süsleyen görüntü parçacıklarıdır. "Geçmişimize hâlâ meraklıyız evet. Ama şehrin düşman işgalinden kurtuluşundan çok fethini kutlamayı sever olduk. Dünden günü- müze değişmeyen az ayrıntıdan biri nargile keyfidir. Nargilenin fokurdayan suyuna derin derin bakıp ağır laflar etmeyi severiz; 'Memed- gillerin gelin hâlâ gebe değil, kısır mı ne?'" TAŞRALIUĞA KARŞI ÖYKÜNÜN CÜCÜ... Serap Gökülp, taşrada öykü yazmaya getiri- yor konuyu: "Taşrada neler yazılır? "Cumhuriyetin anıtı olmuş Merinos Fabrika- sı yerle bir olurken kahrolup, kaleme kağıda sığınırsınız. Açık hava tiyatrosunda Kuğu Gölü 'gösteri- sini' (balesini değil çünkü yer dar) izlemek için gelip, gösteri boyunca yanındaki torununa 'bak abla ne yapıyor' 'ağbi nasıl hopluyor' di- ye anlatan, hışırtılı naylon torbalardan kıtırtılı çerezler yediren büyükanneye gülümser, bunu aklımda tutayım dersiniz. "Kaplıcada natırın insafsızlığına mı, kendi akılsızlığınıza mı kızacağınızı bilemeyip deriniz yüzülürken kubbeye yükselen buharlan ve sabrı yazabilirsiniz. "Hafta sonlan sorunlarını, kirliliği tescilli Marmara'ya bırakanlara veya Uludağ piknik yerlerinde mangal dumanında yelpazelemeyi yeğleyenlere katılabilirsiniz. Türlü kımıltılar, açılan bira kapaklan, çocuk ağlamaları, bar- daklarda dönen çay kaşıkları, dondurmacı çanlan... 'Pişmedi mi şu etler hâlâ yahu?' sahnelerini biriktirebilirsiniz. /.../ "Cinayet, yoksulluk, yitirilen işçi haklan, sel- de sürüklenen, lodosta çatılan uçan evler, kı- nmdan, kongodan gelen kenelere rağmen evi- nizden bile çıkmadan, komşu hakkıdır, diye karşı daireye bir tabak yemek götürmek öykü- dür... Üst komşu temiz çamaşııiannızın üstü- ne paspas silkince küsmek, ama bayramda baklava yiyerek banşmak, başka bir öykü. "'86'da gelme göçmenim, tekniker diplo- mam var, temizlikçi arıyormuşsunuz' diyen kadının romanını bir öyküye sığdırmak için günlerinizi gecelerinizi tüketirsiniz. "Burada öykücü olmak, tek başınalık değil görkemli kalabalıkla yaşamak, söz, insan, olay seli içinde akıntıya karşı alabalık olup yüzmek- tir. öykü sizi bulur. Biz büyük kentin yazan gi- bi tek bir göze dönüşüp kıvnlıp içimize yönele- meyiz. öykülerin kanat vuruşlan her zaman alnımızda, çevremizdedir, rahat edemeyiz. "Taşrada yazmak 'biz' labirentinde gezme becerisi, Istanbul'da 'ben' labirentinde gezme becerisidir. "Mudanya'da 'bir bardak rakıda buz oldun mu' enflasyon da neymiş? Hani peynir, hani kavun? Denizde yüzen kâğıt peçeteler, pet şi- şeler mi varmış, aman canım ne gam, varsın olsun... "Ya işte böyle Sayın Aslankara. Bu iletiye başlarken amacım öykülerimize 'kulak misafi- ri' olan, yazılannı her zaman bir fincan orta şe- keıii kahveyle okumayı sevdiğim, yazarianm- dan birine, benden bir fincan kahve niyetine küçük bir söyleşi sunmaktı. Ama bu mektubu sonuna kadar okudunuzsa eğer, ben bu yaz- ma işini sevdiğim kadar, okunmayı da hak ediyorum demektir. Adımıza sıkıntılanmızı ses- lendirdiğiniz için teşekkürter. Ferah kahveleri- miz, gönençli yannlan müjdeleyen fallanmız olsun. Çünkü burası öngörülerin, düşlerin ve tasarılann alt üst olduğu bir yer... Bursa'dan selam olsun..." Evet, benden de selam olsun taşrada dire- nen bu güzel öykücülere! • C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1016
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle