18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Prof. Dr. Mahir AYDIN İstanbul Üniversitesi İngiliz gazetesi The Guardi- an, geçen hafta bir söylemde bulundu: “Mustafa Kemal Ata- türk’ün aşınan ultra milliyetçi mirasına en büyük darbe vu- rulabilir.” Söyler. Ne de olsa Anadolu’ya uzak, bir o kadar yabancı. Aynı yabancı söy- lem, içimizde de duyuluyor: “Ülkemize her açıdan kaybet- tiren ve milletçe çok ağır be- deller ödememize neden olan bu sorunun artık çözülmesi gerekiyor.” Bir çözümün başarısı için, sorunu doğru tanımak gerek. Sahi sorun ne? Türkiye’deki Kürtler mi? Yüzyıllar boyu Er- meni, Rum ya da Yahudi için bile olmayan sorun, Kürtler için mi? Hep birlikte istesek de bu olamaz. Efendim, Türki- ye’de Kürt sorunu yok ama Kürtçülük sorunu var. Bu söz- leri anlamak kolay değil. Çün- kü şuna benziyor: Türkiye’de su sorunu yok ama susuzluk sorunu var. Çok önemli somut iki ger- çeği, Şeyh Sait’in torunu Ab- dülmelik Fırat dile getirdi: “Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk- lerle birlikte kurmuşken, 5 mil- yon Kürt ve Türk evlenmişken niye ayrılalım?” Bin yıldır, yan yana değil iç içe yaşayan iki halk, çoktan hısım-akraba, enişte-yenge olmuştur. Ya- bancı bir istek yüzünden, sa- hi nasıl ayrılır et tırnaktan? Ki o yabancılık, Şeyh Sait Ayaklanması’nı da çarpıtır. Cumhuriyet’in kurulması, Hi- lafet’in kaldırılmasına tepki- dir, sanki. Tarih bilimi, zaman yolculu- ğunda “deneyimli danış- man”dır. Bu bilinçle bakan bi- lir ki, gerçek neden: Musul. Milletler Cemiyeti dönem baş- kanı İngiltere, para ve silah ile entrika çevirir. Musul’u ver- memek için, Türkiye Cumhu- riyeti’ni küçük düşürmek ister. Türk-Kürt dayanışması, yal- nız Kurtuluş Savaşı’nda ya- şanmadı. Bu örnek, daha dün gibi kalır. Bu omuz omuza veriş, 800 yıl önceden başlar. Batıdan Haçlılara, doğudan Moğollara karşı. Acaba par- mak katlayarak saysak. Bugün aramıza girip de yabancılaş- tırmaya çalışan kaç devlet vardı, 800 yıl öncesinde… The Guardian, 1821’de ya- yına başlar. Bu yılda, Yunan Ayaklanması da başlar. Ve de Osmanlı’dan, iri parçaların ko- parılış süreci. Nüfus çoğunlu- ğu olan herkes, önce yaban- cılaştırıldı, sonra bağımsız. İlerleyen süreçte bu “yaban- cılaştır-kopar” formülü, din- daşımız Araplar için bile uy- gulandı. En son sıra, Batılıların 700 yıldır “Türkiye” dediği toprak- lara geldi. Elde var, iki unsur. Ermeni ve Rum da dünya sa- vaşı sonunda kaçıp gitti. Ama Osmanlı’dan kopartılan her parçadan, yüz binlerce göç- men geldi. Yerleşim, uyum ya da başka bir sorun yaşanma- dı. Karıştı, kaynaştı, can-ciğer oldu. Onları, sömürge halkın- dan daha aşağı görenlere nis- pet, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. İngiliz gazetesi, bu onurlu başkaldırının tanığı de- ğil mi? Günlük politikadan uzak olarak, “deneyimli danışman” şunu fısıldıyor: Anadolu’yu; Rumluk-Ermenilik, Alevilik- Sünnilik ile bölemeyenler, şimdi Kürt kozunu oynuyor. Bu, iki taraf için de çok tehli- keli. Birbirinize girersiniz ki, za- ten istenen bu. Bu kavganın galibi, dövüşenler olmaya- caktır. Bugün Anadolu’da, Ermeni ve Rum’u mumla arı- yorsanız, aynı yabancılaştırma yüzünden değil mi? Kutadgu Bilig, “Yabancının kusurunu bağışla” der. Ama “yabancılaşan yerliler” için, suskun kalır. İzin verirseniz, he- pimizin bildiği şu anekdot ile bitirelim: Delikanlı, şirin bir Anadolu köyünden, eğitim için kente gitmiştir. Dönüşte babasını, tarlada ekin biçerken bulur. Bi- raz hoş beşten sonra, kü- çümseyen tavırlarla o ne bu ne diye sorar. En son da yerde yatan tırmığın adını sorar. O ana kadar kızgınlığını gizleyen babanın sabır taşı çatlamıştır: “Üstüne bas öğrenirsin, oğ- lum!” Tırmığın sapı alnına çar- pan delikanlının dudakların- dan, “Vay anasının elini öptü- ğümün tırmığı” sözleri dökülür. CMYB C M Y B DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ Ölüm ve Keder... Teşvikiye Camii’nin devasa kapısı önünde öy- lece durdum... Boğazımda kocaman bir yumru; sevgili De- mirtaş Ceyhun’u son yolculuğuna, Aşiyan’a gö- türen cenaze arabasının ardından uzun uzun baktım... Sonra, ömrünü, hiç sakınmadan, gözü- nü bile kırpmadan bu ülkenin insanlarına adamış, bu uğurda yalnızlıkları, en büyük kavgaları göze al- mış bir yurtseveri, bir devrimciyi sonsuzluğa uğurlamanın derin kederiyle Nişantaşı’na doğru yü- rüdüm. Bir akşamüstü barında, bir kadeh buz gibi ra- kıyı Demirtaş ağabey şerefine (ve de perşembe toplantılarımızın anısına) kaldırdım, “Ömrüm ol- dukça şerefine daha çok kadehler kalkacak” sö- zünü de vererek... Sonra, çantamdaki iki kitabı çı- kardım; son zamanların tüm çirkinlikleri, tüm al- çaklıkları, tüm sahtelikleri, tüm vahşeti arasında, vicdanlı olmanın, erdemli olmanın, yani kısacası insan olmanın o müthiş tadını veren o iki güzelim kitabı... Fazıl Say’ın, “Yalnızlık Kederi” ile gaze- teci arkadaşım Ümran Avcı’nın, “Kum Saati-Sui- kast Öncesi Son Günler”i... - İşte baraj o an taştı... Bana sevgili Fazıl’ı babası Ahmet Say tanıştır- dı... Onun başarılarından, kazandığı ödüllerden söz ederken gözleri ışıldardı... Ve o gencecik çocuk, akıl almaz bir yükselişle dünyanın en önemli, en saygın piyanistlerinden ve bestecilerinden biri ol- du. Ama ben elimdeki kitapta onun bir başka ya- nını keşfettim; o müthiş müzik adamının, insan ru- hunu okşar gibi, sözcüklerle de oynayabildiğini, tıp- kı bir piyano dersi verir gibi insan olmanın erde- mini, güzelliğini anlatabildiğini... Beethoven’in in- sanı ağlatan trajedisini anlatırken, Âşık Veysel’in sesinin ne denli güleç olduğundan söz ederken ya da Leyla Gencer’e, “La Diva Turca”ya yapılan müt- hiş haksızlıklara isyan ederken, o yalnızca bir bü- yük piyanist-besteci ya da duygularını sözcükle- re dökmeyi başaran bir yazar değil... - Bir insan.. Ve “Kum Saati”... Bu ülkenin, en güzel ve de en yürekli, en yiğit ve de yurtsever evlatlarının, bir bir yok edilmeden, toprağa düşmeden önce yaşadıkları son günleri anlatan o kitap, aslında bu karanlık günlere nasıl geldiğimizi, nasıl eksilerek, nasıl yok olarak gel- diğimizi anlatıyor... Uğur Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un, Ab- di İpekçi’nin, Bahriye Üçok’un, Turan Dur- sun’un, Onat Kutlar’ın, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Necip Hablemitoğlu’nun, Eşref Bitlis’in, Çetin Emeç’in, o alçakça suikastlar öncesi yaşadıkla- rı son günleri, son saatleri okurken, sanki dursa- nız, okumaya devam etmeseniz, o güzel insanla- rı kaybetmeyecekmişsiniz duygusuna kapılıyor- sunuz. Ama her biri kendilerine ayrılan bölümün son sayfasında ölüyor ne yazık ki... Ümran Avcı’yı aradım ve şu sözcüklerle kutladım: - Bir daha ne olur böyle bir kitap olmasın... Bir Yurtsevere Mektup (XX) Sevgili kardeşim Balbay, bu sana yirminci mektubum ve sen nedenini bulamadığım 15 gün- lük bir aradan sonra ikinci duruşmana çıkıyorsun!.. Nedense sana yazarken aklımda hep koca şairin “Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler” dizeleri... Çok ama çok komik (ve trajik) bir ülkede yaşı- yoruz; içeriğini hiç kimsenin bilmediği “tarihi Kürt açılımı”nı masaya yatırmak için, Polis Akademi- si’nde, İçişleri Bakanı’nın başkanlık ettiği, “liberal gazetecilerin” saf tuttuğu bir “Kürt Çalıştayı” dü- zenlendi, iyi mi!.. Yani polis gözetiminde demokratik açılım, yakışır tabii!.. Çalıştayın sonunda hâlâ hiç kimse “tarihi fırsatın” ne olduğunu bilmiyordu ama katılımcılar pek mutlu, gülücükler dağıtıyorlardı... Bilirsin işte, Fehmi Koru, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu vs.. Aynı gün Cumhu- riyet’in birinci sayfasında, “sahibinden az kullanılmış böbrek” haberi vardı!.. Şu yaman çelişkiye bak... Sevgili kardeşim, seni ve tüm yurtseverleri, dı- şarıdaki milyonlar adına, bir yurtseverin tüm ka- rarlılığı, sıcaklığı, gücü ve direnciyle kucaklıyorum... e-posta: [email protected] ‘Yabancı’ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 6 Ağustos HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 6 AĞUSTOS 2009 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 15 Son açılım: Recep eski mahkûm sıfatıyla, Apo ile görüşebilir! Tercih Engin Balım: “Recep, gençlere döner ısmarlayıp dertlerini dinlemek yerine dayak ısmarlamayı tercih ediyor!” Slogan Hamza Saykan: “Recep’e slogan atan gençlere kamuda çalışma cezası verilmiş. İş arayanlara duyurulur!” Adalet Necati Cebe: “Anamızla oynaşan kadı olalı, kimi kime şikâyet edeceğimizi şaşırdık!” YağmurDeniz Kara kutunun Meclis Başkanlığı DANIŞTAY saldırısı üzerine sıcağı sıcağına açıklama yaparak türbancı yobazları aklamak üzere “Birtakım sürprizlere hazır olun” diyen Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü kimdi? Başbakan, okyanus ötesinden gelen Ergenekon dalgasında görevlendirilecek “iyi bir savcı” ararken Adalet Bakanı kimdi? Ergenekon dalgasının savcı ve yargıçları hakkındaki yoğun şikâyetler Adalet Bakanlığı’ndan geri dönerken bakanlık koltuğunda kim oturuyordu? Yerel seçimde “Bizim partiye oy vermezseniz, projelerinizi Ankara’dan onaylatamazsınız” diyen partizan kimdi? İçinden ampul geçen Deniz Feneri soygununun soruşturmasını elinden geldiğince sumenin en altına iten bakan kimdi? Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu şahıs eski bir köy imamı olan Mehmet Ali Şahin, Fatih Sultan Recep tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı yapıldı. İmamlıktan Meclis Başkanlığı’na işte demokrasi budur! Yaşasın liberal faşist ve kara yobaz koalisyonunun demokrasisi! Dikkat ederseniz bu şahıs, sultan tarafından oturtulduğu her koltuktan yine sultan tarafından indirildi. Çünkü başarısızdı. Son örnek, Antalya’da belediyeyi kaybettiler bakanlıktan oldu. Ama altına hep yeni bir koltuk sürülüyor. Neden? Çünkü o, hem Deniz Feneri’nde hem de Ergenekon’da sultanın kara kutusu! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” SON günlerin en gözde modası “açılım”ı Kaya Çetin, tarihi süreç içinde anlatıyor: “Tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkeleriyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı ilk açılım Adnan Menderes tarafından başlatılmıştı. Araya 27 Mayıs Devrimi girdi, açılım yarım kaldı. Daha sonra askeri darbe oldu ve bu kez darbecilerin güvencesinde Turgut Özal bir şey yapmaya çalıştı. Yine istedikleri gibi olmadı. En sonunda Amerika ‘kazan-kazan’ yöntemiyle AKP’yi iktidara getirerek yeni bir açılım sayfasını açtı. Bu arada AB açılımı ise ‘çok seçenekli açılım’a dönüştü. Ancak Gümrük Birliği, Davos gibi ikincil açılımlardan anlaşıldı ki AB de, ABD gibi ‘vermeden alma’ siyasası izlemektedir. Bunun üzerine biz de dedik ki dişimize göre olsun, şu Ermenistan’a bir açılım yapalım, hatta ‘kapıları açarız’ diye el altından tüyo bile verdik. İlginçtir; görgüsüz adamlar bizi açıldığımıza da açılacağımıza da pişman ettiler. İnsan açılım yapmaya bir başladı mı, artık açılımsız duramıyor; kahvaltıda açılım yapsan akşam yemeğinde de yine canın çekiyor. Dedik ki kimseyi karıştırmayalım, bu kez kendi içimizde bir açılım yapalım; hem de demokratik olsun. Lazlar mı olsun, Aleviler mi olsun derken, Kürtler üzerinde karar kıldık. Hazırlıklarımızı yaptık, tam açılımı başlatacağız, bir de ne görelim; onlar erken davranıp bize açılım yapmamışlar mı? Her neyse. İtiraf etmek gerekir ki özellikle ekonomik açılımların çok yararını gördük. Örneğin Telekom açılımının tadı hala damağımızdadır. Gerçi yakın çevremizin hızla varsıllaşması ve işimizin doğası gereği zaman zaman ortaya çıkan Ali Dibo, Deniz Feneri gibi acemiliklerle münafık taifesine malzeme veriliyor ama demokrasilerde çare tükenmiyor. Türban ve içki yasağı gibi açılımların yeterli olmadığını görünce Matruşkadan esinlenerek düzenli aralıklarla açılan yeni bir açılım geliştirdik. Halkımız artık hangi açılımın nereye açıldığına bakmıyor; Ergenekon’a bakıyor, emeği geçenlerden Allah razı olsun. Gerçi çevreden ‘fazla açılmayalım, geri dönemeyiz’ gibi uyarılar da alıyoruz ama kabul etmek gerekir ki Ergenekon açılımı bize yeni açılımlar için fırsatı veriyor. Durmak yok, açılıma devam!” Açılıma devam SESSİZ SEDASIZ (!) HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Ayrõ aileler- den iki erkeğin, birbirlerinin kõz kardeşini ala- rak yaptõklarõ evlilik... Bir nota. 2/ Tavõr, d a v r a n õ ş . . . Akarsu debisi- nin yõl boyunca gösterdiği deği- şikliklerin tü- mü. 3/ Anlam- sõz, boş, saçma sapan söz. 4/ Mekanizma. 5/ Acõnma, yerinme... Nesne, şey. 6/ Anado- lu halklarõnõn en eski ana tanrõçasõ... Eski- den uzay boşluğunu doldurduğu varsayõ- lan esnek madde. 7/ Süpürgeotu... Ulus- lararasõ Para Fo- nu’nun simgesi. 8/ Kaliteli bir kahve cinsi. 9/ İtici neden, güdü... Beste- lenmiş her tür şiire Batõ’da verilen ad... Boru sesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Evlatlõk olarak alõnan ve ev işlerinde çalõştõrõlan kõz. 2/ Büyük erkek kardeş... Büyük delikli kalbur. 3/ Derece, kerte... Oylumlu. 4/ “Arkadaşlar” anla- mõnda eski sözcük. 5/ “Delice” de denilen, tanele- ri zehirli olan ve ekin tarlalarõnõ saran bir ot... Bir- çok Avrupa ülkesinde giyilen tahta ayakkabõ. 6/ Diyarbakõr yöresine özgü yoğurt çorbasõ... İlkel benlik. 7/ Bir filmin yapõmõnda emeği geçenlerin adlarõnõ içeren, filmin başõnda ya da sonunda gös- terilen liste. 8/ Kaşõndõrõcõ bir deri hastalõğõ... Do- nuk renkli. 9/ Hatay ilinde bir ova... Bağõşlama. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K O R T İ Z O N A R A L T I A F R U H İ H A L E A N L A K T E R M E R A T O E B U A T A L E T O F İ S M N İ L U T F İ R E K K A L A M A Z O 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle