22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Y K imi kitaplar tuğla gibi- dir. Ürkütür adamı. Gü- nümüzün, insanları ki- tap okumaktan gitgide uzaklaştıran ortamında, böylesi kitapları çevirmek de, yayımla- mak da yüreklilik ister. Hele o ya- zarın çok bilinen, ününden kuşku duymadığımız yapıtlarından biri değilse. Mayıs ayının sonlarına doğru, adı Ho- meros'un Odysseia'smı çağrıştıran îtha- ki Yayınlan'ndan gelen bir kitap da, tuğlamsı boyutlarıyla ilk ağızda ürküttü beni. Baktun: Charles Dickens'ın Müşterek Dostumuz adlı romanı. Çeviren: Ash Bi- çen. Sunum: Tuncay Birkan. Sunumla birlikte 854 sayfa. llkin, Birkan'ın Sunum'una şöyle bir göz atıp çevirinin ilk satırlarına daldım ve kapdıp gittiğimin farkına bile varma- dan, ilk oturuşta uzunca bir bölümü okuyuverdim. Birkan'ın baştaki incele- mesine dönmeyi neden sonra akıl ettim. Burada, çeviri uğraşının bugüne ka- dar belki kırk kez sözünü ettiğim zor- luklarına, karşılıksızhğına, yüklü bir bil- gi, birikim, emek işi olduğuna bir kez daha değinecek değilim. Ama çevirinin, çevirmeni her yeni kitapta yeniden sına- yan güçlükleri kırk yıldan fazla bir za- mandır yaşayan biri olarak, Biçen'in, Dickens'ın üslubunu ölçüp biçen, ya- man çevirisi karşısında kapıldığım heye- canı okuyucuyla paylaşmak isterim. Dickens'ı, öncelikle Antikacı Dükkâ- m, Oliver Twist, David Copperfield, tki Şebrin Hikâyesi, Büyük Vmutlar gibi ro- manlarıyla tanırız. Müşterek Dostumuz ise, Sanayi Devrimi döneminde halk yı- ğınlannın çektiği acılan ve yoksulluğu derin bir gözlem gücüyle dile getiren Dickens'ın 1864-65 yıllarında tefrika edilmiş ve doğrusu bugüne kadar "atla- dığımız" bir yapıtıdır. O yüzden, zama- nının sınıfsal ve salt paraya dayalı de- ğerlerini kıyasıya eleştiren, dönemin "saygın ve seçkin" toplumunun yüzey- selliğini, yozlaşmışlığını, kendini beğen- mişliğini "karakter okuyan" bir incelik- le gözler önüne seren Müşterek Dostu- muz'u dilimize kazandırmak da, kanım- ca, övülesi bir seçimdir. TUNCAY BİRKANIN SUNUMUNDAN Dll ve üslup çeşitllllğl Bazı okurlar, kitapların başındaki ön- söz ya da sunumlardan hoşlanmazlar. "Ne gereği var ki," derler, "okuyucuyu yapıtın kendisiyle baş başa bırakın; bı- rakın, bağımsızca okusun kitabı, alacağı tadı önceden belirlemeye kalkışmayın." Kuşkusuz, her kitaba bir ünsöz, bir su- num yazmak diye bir zorunluluk yok- tur. Ne ki, bir yapıtı ve yazarını döne- minin ortam ve koşullarında inceleyen, SAYFA t eryüzü Kitaplığı CELALÛSTCT cclaiustei@cumhuriyet.com.tr Charles Dlckens'ın Müşterek Dostumuz' romanı Aslı Biçen'in Türkçesiyle dilimizde Yaman bir üslup çevirisi bununla da kalmayıp o yapıt ve yazara çağımızın gözüyle yepyeni yaklaşımlar getiren bir inceleme, bizi, okuyacağımız kitaba daha bir hazırlıklı kılar, rastgele bir okumanın sınırlılıklanndan sıyırır, dahası o yazar ya da yapıtla ilgili yerle- şik düşüncelerimizi sarsar, önyargılan- mızı kırar. Tuncay Birkan'ın, Dickens'ın Müşte- rek Dostumuz adlı romanı için kaleme aldığı "Dickens: lmajın Ötesi" başlıklı sunum da böyle bir nitelik taşıyor. Vic- toria döneminin bu büyük romancısı- nın dilimize ilk kez çevrilen bu yapıtını öteki kitaplarından ayrılan özellikleriy- le inceleyerek, ya- zara değişik açılar- dan bambaşka ba- kışlar gctirerek, Türkiyeli okurun zihnindeki yerleşik Dickens inıajını silkeleyecek gö- rüşler sunuyor Birkan. Işte, Sunum'dan kısa bir bö- liim: "Müşterek Dostumuz AA Dickens, dönemin kapitalizminin başkenti Londra'daki hayata da- ir, belki dc başka hiçbir roma- nında göremeyeceğimiz ölçüde geniş bir panorama sunar, çün- kü, malum, para yokluğuyla bile her yerdedir. "En alt tabakalardan en yük- sek tabakalara mekik dokuyaca- ğını zaten en baştan sezdirir Dic- kens: Roman Thames Nehri'ne düşen cesetleri toplama işi yapan aile- nin rutin turlanndan birinin tekinsiz betimlenişiyle açılır ve hemen ardından yeni zengin Veneering'lerin evindeki ye- meğin ve davetlilerin alaycı ve olağanüs- tü komik bir biçimde anlatıldığı bölüm gelir. "Romandaki müthiş dil ve üslup çe- şidiliğinin de habercisidir bu iki bölüm. Dilbilimcilerin tabiriyle, 'sosyolekt'lere (ve tabii 'idiolekt'lere de) olağanüstü bir kulağı olan Dickens, bu romanda bir yandan bütün toplumsal tabakaları gezerken, bir yandan da her birini an- latmaya cn uygun dili ve üslubu da ya- kalar. Yakaladıktan sonra da uzun uzun keyfini çıkarır ve ukuru da kendinden geçirir. "Romanın zenginlikleri bu eleştirel ve çok geniş kapsamlı toplumsal içcriğiyle ve dilinin olağanüstülügüyle de sınırlı değildir; bütün Dickens romanlarında olduğu gibi insani anlamda müthiş de- rinlikli sahneler bu romanda da fazlasıy- la vardır..." BORCESECÖRE DİCKENS Deha sahibi bir insan Jorge Luis Borges'in tngiliz Edcbiyatı- na Giriş adını taşıyan küçücük kitabı, bu uçsuz bucaksız edebiyata özlü oldu- ğu kadar öznel yaklaşımlar getirir. Ba- baannesinin kökeninden yola çıkarak, tngilizcenin ikinci "anadili" olduğunu söyleyebileceğimiz Borges, bu kitabın- da, Charles Dickens'ı da, birkaç tüm- ceyle betimleyiverir: "Charles Dickens ile ilgili olarak... söylencbilecek tck şey, deha sahibi bir insan olduğudur. Fransız çağdaşı Victor Hugo gibi Dickens da büyük bir ro- mantik romancıydı... Byron, Scott ve Wordsworth denizin ve dağların güzel- liğini keşfetmi^lcrdi; Dickens kenar ma- : co-s^ularını keşfetti. ] başka keşfi de, ço- AJsüydü. Suç izleği (ens'a; Dickens'ın vki'yi de etkilemiş hallelerin duygu ve Daha da önemli 1 cukluğun yalniz bl de çekici geldi Di<J anlattığı ve Dostı olan cinayetler unutulmazdır..." ı MÜREKKEBİ KURUMADAN Çevirmenin özeni A slı Biçen'in Müşterek Dostumuz çevirisinin çarpı- cılığı, kuşku yok ki, bu denli zorlu ve oylumlu bir yapıtı çeyirme kararlılığı ve sabrını gösterme- siyle sınırlı değil. Öyle olsaydı, saygı duyulası bir yürek- liliğin ötesinc geçmezdi. Sanırım, asıl başan, Dickens'ın romamnda görülen, Tuncay Birkan'ın da vurguladığı dil ve üslup zenginliği ve çeşitliliğini, kılı kırk yaran bir çevirmen özeniyle dilimize yansıtabilmiş olmasında. Dev bir romandan tadımlık bir bölüm seçmek kolay değil. Dilerseniz, baştan alalım, sonra siz kaldığı yerden okumayı sürdürün: "Şimdiki zamanlarda, tam senesi hususunda fazla hassasiyete lüzum yok, pis ve görünümü şaibeli bir tekne, içinde iki kişiyle, Thames Nehri'nde süzül- mekteydi, demirden yapılmış Southwark Köprüsü'yle, taş- tan yapılmış Londra Köprüsü arasında, bir sonbahar akşamı nihayete ermekteyken. "Bu teknedeki iki kişiden birisi, çitişmiş kır saçlı, güçlü kuvvetli, yüzü güneşten kararmış bir adamla, kızı olduğu hemen anlaşılacak kadar ona benzeyen, on dokuz yirmi yaş- larında esmer bir kızdl. Kürekleri hiç zorlanma- dan çekiyordu kız; dü- menin iplerini gevşekçe tutan ellerini pantolonunun beline sokmuş olan adam dikkatle et- rafı gözlüyordu. Ne ağı, ne kancası ne oltası vardı, balıkçı olmadığı çok belliydi; tekne- sinde de, ne oturan müşteriler için yastık, ne boya, ne yazı ne de paslı bir çapayla bir ip kan- galından başka bir aksesuar vardı, kayıkçı da olamazdı; teknesi yük taşıyamayacak ka- dar küçük ve dingildekti, mavnacı ya da nakliyeci de olamazdı; ne aradığına dair en ufak bir ipucu yoktu ama muazzam dikkatli bir bakışla her yeri tarıyordu. Gelgitin dönmesiyle birlikte bir saat önce çekilmeye başlamış suyun geniş sathındaki en ufak akıntıyı, en ufak girdabı yakalıyor- du gözleri ve kızına verdiği talimatlarla, ya akıntıya tekne- nin burnunu veriyor ya da kıçını döndüriip akıntının önü sıra gidiyordu. O nehri nasıl dikkatle inceliyorsa, kızı da onun yüzünü öyle dikkatle inceliyordu. Ama kızın bakışlan- nın kesafetinde bir nebze korku ya da dehşet vardı..." • C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1061
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear