02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 AĞUSTOS 2008 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM iliyorsunuz, Afrikalıların gururu, yoksulların umudu, gizli “Müslüman” ve kayıtlı vaftizli “Hıristiyan”, dünya banliyölerinin gözdesi, Amerikan Rüyası’nın yeni “Mesih”i, Demokrat Parti’nin ABD devlet başkanı adayı, karizmatik Illinois senatörü Barack Obama geçenlerde bir “uluslararası tanışma turu, tanıtım turnesi” yaptı. Orta Doğu ve Batı Avrupa’ya bir göz kırptı. Siyaset adamı yeteneği, devlet adamı cevherine sahip olduğunu, kendisini yalnızca televizyon ekranları veya gazete başlıkları aracılığıyla tanıyanlara boy göstermek istiyordu. Haklıydı da. Medyatik bir dünyada, medyanın gözünde, kamuoyunun nezdinde dört dörtlük “olmak” zorunluluğu mevcuttu. Ayrıca, neme lazım, hoş bir adamdı! İnce uzun silueti, sürekli insani kıvrımlarla kameralara yansıyan samimiyet izlenimini güçlendiren gülümsemesi, cazibesini katmerleştiriyordu. Üstelik hep “daha ve en”i bulmakta üstüne olmayan Türk magazin basınının keşiflerine bakılırsa müstakbel “First Lady”, eşi Michelle Obama, örneğin günümüz Jacqueline KennedyOnassis adayı Carla BruniSarkozy’den bile daha şıkmış...! ??? Obama Afganistan, Irak, Kuveyt, Ürdün, İsrail, Filistin, Almanya ve İngiltere’yi ziyaret etti. Bu arada Nicolas Sarkozy ve “Baş Madam” ile (ancak maalesef sayın BruniSarkozy ile görüşememişler ve Obama ve de özellikle çevresi büyük bir düşkırıklığına uğramış, New York Times dedikodularına bakılırsa gerçek amaç da onu görmekmiş) fotoğraf çektirmek üzere Paris’e de uğradı. Çok alındık, çok!.. İnsan Berlin’de John Kennedy edalarıyla “tarihi” konuşma yapar, sayıları 200 ila 500 bin arası değişen bir kalabalığı çoşturur, onurlandırır da, Fransız hayranlarını bu şereften nasıl mahrum bırakabilirdi? Ayıp ayıp... Halbuki kalıbımızı basarız, sevgili “arkadaşı” Nikılas onun için Concorde veya Charles de Gaulle meydanına yerleştireceği bir kürsüyle iki meydan arasındaki Champs Elysées bulvarına en azından 1 milyon “Obamafil” hatta “Obamanyak” toplayabilirdi. Uzmanları bilmiyordu ki, Obama yeryüzünde Chicago, New York, Washington gettolarından sonra en fazla Lyon ve Paris varoşları, banliyölerinde popülerdi. Danışmanlar biliyordu, biliyordu bilmesine de, 46 yaşındaki KenyaHawaii kırması Obama’nın oylarını bizim buralı Kuzey veya Kara Afrikalı bebeler vermeyecekti ki! ??? Seçim kampanyasını “Değişim/Değiştirmek” üzerine kuran Obama acaba ne denli ABD’yi değiştirmeye hazır, kadir ve kararlıydı? Amerikalılar değişmeye ne denli istekliydi? Son kamuoyu araştırmaları 3. ve 4. Dünya’nın (gelişmiş ülkelerin yoksulları için bir zamanlar Fransa’da kullandığımız deyim) gönlündeki çok “parlak” adayla, “Irak’ta 100 yıl bile kalırız” diyebilen çok “karanlık” cumhuriyetçi aday John McCain arasında topu topu 3 puan (yüzde 47’ye yüzde 44) fark vardı. Seçimlerse taaaa Kasım ayında yapılacaktı. Danışmanlar çok iyi biliyorlardı ki, verilen şerbetin içeriği değil, önemli olan nabızdı, nabız. Ve nabzı belirleyen etkenler... Paris ve Fransız olsa olsa bu nabzı düşürürdü. Ba C 9 İki yıl sonrasını görememek, tonu 136 dolardan satılan buğdayın 400 dolardan satın alınmasıyla sonuçlandı AKP tarımda da öngörüsüz  2006’da ekmeklik buğdayın yeni üretim sezonundaki üretim miktarı görülmeden stoktaki ürünün tonu 136 dolardan satıldı. 2007’de tonuna 390400 dolar verip buğday satın alındı. Olcay BÜYÜKTAŞ AKÇA Bir yandan hükümetin dışa bağımlı ve öngörüsüz politikaları, bir yandan küresel iklim değişiklikleri Türkiye’de tarımı tam bir çıkmaza sürüklüyor. Tarımda geri gidişatın önünün bir an önce alınmasını isteyen tarım sendikaları, yaptıkları çalışmalarla başta AKP Hükümeti olmak üzere tüm yetkilileri göreve çağırıyor. “Türkiye’nin hep büyüdüğü anlatılıyor. Büyüyen Türkiye’de tarım hep küçülüyor, çiftçiler yoksullaşıyor ve çiftçiler mesleklerini terk etmek zorunda kalıyor” diyen Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanı Abdullah Aysu’nun Cumhuriyet için yaptığı çalışmaya göre pek çok alanda olduğu gibi tarımda da orta ve uzun vadeli politikalar üretilmiyor ve uygulanmıyor. Bu uygulamanın pahalı sonuçlarını ise her zaman yurttaş ödüyor. Bir yıl çok oldu diye, ikinci yıl üretim sonuçları hesaplanmaksızın hemen satış izni verilen ürünlere yurttaş ikiüç misli fiyat ödemek zorunda kalıyor. Örneğin, Tarım Bakanlığı 2006’da ekmeklik buğdayın yeni üretim sezonundaki üretim miktarını görmeden stoktaki buğdayın tonunu 136 dolardan dışarıya sattı. Oysa “Bu yıl buğday üretimimiz fazla, o zaman fazlamızı hemen satalım” doğru bir politika değil. 2007’de kuraklık yaşanınca da bu kez, IMF’nin buyruğu ile ülke stoklarını eritmiş olan hükümet, kasımaralıkta tonuna 390400 dolar verip buğday satın almak zorunda kaldı. Aysu’ya göre hükümet, bütün bu yanlışlardan ders almıyor. Buğday alım fiyatını açıklamıyor. Yurttaşları için sigorta görevi görecek oranda stok da yapmıyor. Temel gıda ihtiyacı buğdayı stoklamak yerine ihtiyaç temin işini şirketlere bırakarak kuzuyu kurda teslim ediyor. Buğday fiyatının belirlenmesinde etken olan süne tahlilleri, geçmişte, “Çiftçinin Karagün Dostu” denilen ve halen silolarının üzerinde bu yazı bulunan TMO elemanları tarafından yapılabiliyordu; TMO şimdi bu işi de yapmıyor. Tahliller buğdayı alacak olan Ticaret Borsasındaki tüccar tarafından tek taraflı yapılıyor ve fiyatı da yine tek taraflı belirleniyor. Buğday alımının ve fiyatının belirlenmesinde olmayan Tarım Bakanlığı, süne tahlilinde de yok. Çiftçiyi yalnız bırakıyor, yani burada da kuzuyu kurda korumasız teslim ediyor. Bu üretim sezonunda gübreye, mazota, enerjiye ve ilaca yüzde 100’e yakın zam geldi. Buğdayın fiyatı da bu yaşanılan zam göz önüne alınarak belirlenmesi gerekirken hükümet fiyat açıklamayacağını açıklıyor. Yaşanılan zamlar göz önüne alındığında buğdayın fiyatı, yani maliyetine yüzde 25 kâr ve insanca yaşam payı eklendiğinde 1 kilo buğdayın en az 99.5 Yeni Kuruş olması gerekiyor. “Fiyat düşer” diye hububat alım fiyatlarını açıklamayan hükümet, iç piyasada buğdayın tonu 550600 YTL’den satılmaktayken ithal buğdayın tonunu 500 YTL’den satışa sunarak fiyatı düşürüyor. Aysu, AKP’nin buğdaya kilo başına 4 YKr pirim vereceğini açıkladığını, oysa bu miktarın, hükümetin buğdayda uyguladığı bu yanlış politikaların çiftçiler üzerinde yarattığı tahribat ve neden olduğu zararın, kilo başına vereceği söz konusu olan primle karşılanamayacağını da vurguluyor. Obama Paris’ten Geçti mi? rack Obama’nın Paris’te uçaktan inişiyle, uçağa binişi arasındaki süre 2 saat. “Arkadaş”ı Nikılas’la görüşme süresi de 20 dakika. Doğal dekor Elysée Sarayı olursa daha hoş, fakat sonuçta nerede görüştükleri pek de sorun değil. Obama’nın son yüzyılın en Amerikancı Fransız devlet başkanıyla boy boy görüntülerinin birkaç aylığına da olsa kolektif belleklerde yer etmesi gerek. Ama dikkat dikkat, Fransızlarla değil!.. Berlin’deki yüz binlerce Almanla afişe edilecek fotoğrafı ortalama Amerikalıyı olumlu etkilerken, Obama’nın değil yüz binler, birkaç banliyölü Fransız genciyle veya Paris sokaklarında çekilmiş resmi “demokrat” adaya seçim kaybettirebilirmiş! 2004’ün demokrat adayı John Kerry ’nin Frankofilliği, Frans(ızc)aseverliği Demokratların yumuşak karnı Middle West’te vurmuş ve talihsiz aday bu “zaaf”ını pahalı ödemişti. Danışmanlar işlerini biliyorlar... ??? Dünya egemenliğine, Irak savaşına, İran nükleerine, Dünya Ticaret Örgütü, Çevre Kirlenmesi, vs, her fırsatta Amerika’nın tekerine çomak sokan şu Fransızlar değil mi? Sadece ‘Derin Amerika mı bozuk atan? Angela Merkel, Gordon Brown hatta Silvio Berlusconi onurlu (özür dilerim iki uyumsuz sözcük yanyana geldi ama) bir tavırla Pekin Olimpiyatları’nın açılışına gitmeyeceklerini açıkladılar. Tüm insan hakçıların protestuna rağmen AB Dönem Başkanı Sarkozy gidiyor, ama gel gör ki Çinlilere bir türlü yaranamıyor. Kontratları, siparişleri Almanya, İngiltere götürüyor. Yetmiyormuş gibi Fransız ürünlerine boykot sürüyor. Sarkozy’nin tavizleri Fransız sivil toplumunun, insan hakları kuruluşlarının vurduğu, getirdiği sesi silmeye yetişmiyor. Başka örnek mi istiyorsunuz? Kolombiya, Türkiye... Açalım mı? ??? Bir de bazı fitneciler “kara” çalıp Obama’nın pek de netleşmemiş iktidar programı için “Fransız Modeli”nden esinlenmiş, demiyorlar mı! Olacak iş değil... Geçtik Fransız’dan, genelde Amerikan demokratlarının zaman zaman Avrupa’ya, Avrupalı sosyal modellere yakın oldukları söylenir. İyimserler bu doğrultuda ipucu, kanıt bile bulabilir. ABD, hani kamu adına utangaçça da olsa, toplumsal eşitsizliği pek kurcalamadan az biraz vicdan borcu ödediği tek tük demokrat başkanlar da tanımıştır. Fakat Obama’nın programına göz attığınız zaman, örneğin ne idam cezasına, ne ateşli silah kullanımına karşı bir tavır görebilirsiniz. Değişim vektörü, varsa yoksa dini (dinci) derneklerin toplumdaki sosyal işlevinin arttırılması... Bu arada Vietnam savaşı ve Küba çıkartması gibi dönemleri de büyük oranda efsanevi (!) demokrat başkan John Kennedy’e borçlu olduğumuzu unutmayalım. Obama yine de dünya yoksulunun ekmeği bir “umut”; Fransız banliyöleri, toplumu içinde devletin, meclisin, ekonomik karar mercilerinde kendi ötekilerinden, azınlıklarından insan görebilmek için yanıp tutuşanlara bir “idol”, bir “model”... Ancak Washington Brookings Merkezi araştırmacılarından, tarihçi Justin Vaïsse’nin vurguladığı gibi, “Obama’nın kozu mu dediniz? Bush olmamak...” ugur.hukum?gmail.com  AKP, yurttaşın temel gıdası olan ürünler yerine başka ürünleri destekliyor. Ayçiçeği fiyatları yüzde 100 artarken yalnız 4 kuruş pirim veren hükümet kanolaya 22 yeni kuruş veriyor.  Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, ortaya koyduğu gerçekler ve çözüm önerileriyle başta AKP hükümeti olmak üzere yetkili tüm kesimleri bir an önce harekete geçmeleri için uyardı. B Bankaların ilgisi arttı Son iki yılda özel sektör bankaları çiftçiye yoğun ilgi gösteriyor. Ziraat Bankası 2007’de 4.8 milyar YTL kredi dağıttı. Özel sektör bankaları ise 4 milyar YTL verdi. Tarımsal kredi faizleri yüzde 17.5 civarında. Özel bankalarınsa yüzde 2225 arasında. Köylü niye özel sektörün bu yüksek faizli kredisine muhtaç oluyor acaba? Ziraat Bankası neden 100 milyon YTL’nin üzerinde kredi kullanan işletmeler için orta ve büyük işletme bankacılık şubesi (TOBİ) açmaya yöneldi. Türkiye IMF’nin isteğiyle tüm destekleri kaldırıp yerine doğrudan gelir desteklerine geçtiği ilk yıllarda dekara 15 bin TL veriyordu. Geçen yıl çiftçiye verilen doğrudan gelir desteğinin miktarı dekara 10 YTL’ye düşürüldü. 2008’de de 7 YTL’ye düşürülüyor. Yani doğrudan gelir destekleri sürekli hem düşürülüyor hem de zamanında ödenmiyor. Çiftçi, Tarım Kredi Kooperatifleri ile Ziraat Bankası’na borcu olan çiftçilerin ödemelerine gecikme faizi uygulanıyor da çiftçilerin alacağına neden faiz uygulanmadığını merak ediyor. Ayçiçeği ve pamukta büyük tehlike u yıl 35 il ve 210 ilçede çiftçilerin çoğunluğu yaşanılan kuraklık nedeniyle yüzde 30 civarında zarar gördü. Bu çiftçilere tohumluk desteği için 700 milyon YTL ödeme yapılacağı açıklandı. Bu ödeme ne zaman yapılacak bu konuda hükümet bir takvim açıklamadı. Tarımda yaşanan diğer sıkıntıları ise şöyle özetlemek mümkün:  2007’de ayçiçeği üretimi yüzde 23.6 geriledi. Ayçiçeği yağı fiyatı da yüzde 100’den fazla arttı. Üretimin düşüşündeki en önemli etkenlerden birisi kuraklığın yanında 2006 yılı ayçiçeği fiyatlarının maliyetin altında belirlenmesi nedeniyle çiftçilerin ayçiçeği üretiminden vazgeçmeleri.  Diğer yandan kanola üretimi hızla artıyor. 2006’da B Destek primlerini yurttaşın temel gıda maddelerine yönelik değil de başka kriterlere göre veren hükümet, son yıllarda fındıkta da düzenleyici olmaktan çok fiyat düşürücü bir rol oynamaya başladı. sadece 12 bin 615 bin ton olan kanola üretimi 2007 kuraklığına karşın yüzde 127 arttı, 28 bin 727 tona yükseldi. Kanola üretiminin böylesi artmasının nedeni kanolaya verilen primin 22 YKr olması. Yurttaşların temel gıdası olan yağın hammaddesi olan ayçiçeği üretimindeki düşüşün bir başka önemli nedeni ise ayçiçeğine verilen primin kilo başına 4 YKr olarak belirlenmesi.  Pamukta uygulanan benzer yanlış politikalar sonucunda Türkiye dünya pamuk üretiminde 5. sıradan 7. sıraya geriledi.  Türkiye’nin ilk çaylıkları 1938’de kuruldu. Bir çaylığın ömrü ise en fazla 7080 yıl. Bu çaylıklar yenilenmezse çaylıklar bozulur, çayın kalitesi düşer. Çaylıkların yenilenmesi için gerekli kaynak Tarım Bakanlığı tarafından ayrılmıyor. Böyle bir sorun yok sayılıyor, aldırılmıyor. Ayrıca Türkiye’nin kuru çay üretimi 200220 bin ton civarında. Ülkeye kaçak olarak giren kuru çay miktarı 50 bin ton. Üretici ve tüketici için ciddi tehdit oluşturan kaçak çay önlenmiyor.  Üretiminde dünya birincisi olunan fındıkta iki başlılık devam ediyor. Asli görevi hububat alımı ve satımı olan TMO, buğday stoku yapmıyor, buğday fiyatını bile açıklamıyor, ancak stokunda 300 bin tona yakın fındık bulunduruyor. Bu fındığı ne satıyor, ne yağa dönüştürüyor. TMO fındık alımlarında bulunduğundan bu yana fındık fiyatları hiç maliyetin üzerinde belirlenmedi. TMO artık piyasayı üretici ve tüketici lehine düzenleyici değil de fiyat düşürücü olarak görevlendiriliyor. aldırımların önüne iki sıra halinde park eden otomobillerinjiplerin ederine, uydu kent yığınlarına, duble yollara, metro inşaatlarına, rüzgâr santrallarına bakılırsa Türkiye atılım döneminde. Oysa, enflasyon artıyor; petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artış eylül itibarıyla faturalara yansıdıkça inanmayanı kalmayacak. Türkiye bıyıklı/bıyıksız dış yatırımcı gözünde artık pahalı bir ülke. Çoğu göreli de olsa daha ucuz olan Rusya’yı tercih ediyor. Ekonominin yumuşak karnı cari açık 40 milyar doları geçti ama.. frenleyici önlemler hâlâ gündemde değil! Girdi üreticilerindeki iflaslar artmakta! İflaslar arttıkça işsizlik de artıyor. Anlaşılan, yine Lale Devri zamanlarındayız!. İstanbul’un Mercan Yokuşu böyle zamanlarda barometre gibidir. Çünkü, tencere tava da dahil aklınıza gelen her türlü malın satıcısı oradadır. İnanmayacaksınız ama, hükümetin yandaşı olsun/olmasın hepsi de resmi ekonomik verilerle analiz yapar. Onlara göre yaşanan durgunlukta ne AKP’nin kapatılmasıyla ilgili dava süreci etkili oldu ne de Ergenekon serüveni! Yabancıların Türkiye’yi siyasi etkenlerle terk edeceği söylentilerine de prim vermemek lazım! Borçlanmaya dayalı suni talep artışlarına bakarak büyüme hayalleri kurma günleri de geride kaldı! Hepsinin beklentisi: Hükümetin; cari açık, işsizlik, özel kesimin global piyasalardaki artan borçları gibi ekonominin K GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ temel sorunlarını hangi politikalarla çözeceğini bir an önce ekranlardan açıklaması. Ya da bu işin IMF’siz olmayacağını kabullenmesi! Mercan Yokuşu’ndakilerin tanısı biraz ağır ama.. yabana atılacak gibi de değil! Çünkü, global piyasalardaki gelişmeler, sonbaharla birlikte ekonomideki kırılganlıkların daha da artacağı yönünde!. Zira: Global ekonominin ibresi hâlâ yavaşlama yönünde. Bu da başta ABD ve AB’dekiler olmak üzere gelişmiş ekonomilerin durgunluk tehlikesini atlatamadığını göstermekte. Petrol fiyatlarındaki artışın maliyetler üzerindeki baskısı şirketlerin kâr maksimizasyon sorunlarını ağırlaştırmakta, bu da global ekonominin büyümesiyle ilgili iyimser öngörülerde bulunmayı zorlaştırmakta. Perakende sektöründe satış hacminin düşmesi şirket iflaslarının artacağı beklentisini güçlendirmekte. ABD ekonomisinde büyüme hızının ikinci çeyrekte de düşük çıkması, iyimser bir deyişle ekonominin yavaş büyümesi durgunluk senaryolarını ciddileştirmekte. Lale Devri’nin Sonuna Geldik! Durgunluğun yaygınlaşması, zorunlu olarak ithalatta selektif davranmayı şart koşan korumacı dış ticaret politikalarını gündeme getirmekte. Türkiye’nin bu kırılgan tablodan etkilenmemesi tabii ki mümkün değil. Geçen haftalarda da defalarca vurguladığım gibi, ithalata bağımlı üretim modelinde devam ediliyor olması dış kırılganlıkların etkisini daha da arttırmakta!. Sözün özü: 21. yüzyıla ithalata bağımlı üretim modeliyle ayak basan Türkiye, ihracata dönük sanayileşme stratejilerini ivedilikle gözden geçirmeli! Dış talep değişikliklerine duyarlı, istihdam yaratan üretim politikalarını bir an önce devreye sokmak zorunda! Yeni program beklentilerinin artmasında dış kırılganlıkların belirginleşmesi kadar.. AKP’nin I. Hükümet dönemini IMF denetiminde tamamlamış olmasının da payı büyük!. Unutmayalım, I. Hükümet döneminde ne enerji fiyatları bu denli yüksekti ne de cari açık bu boyuttaydı. İç talep 2001 krizinin etkilerine rağmen canlılığını koruyordu. Türkiye, özelleştirilen kamu kuruluşları kadar hisse senedi piyasası da ucuz ülkelerdendi. Bugünse, enerji fiyatlarındaki artışlar işletmeleri kâr maksimizasyonunda zorlamakta. Kredili ve taksitli satışlara rağmen satış hacmini korumakta zorlanan firmalar sorunu istihdamı daraltmakla çözme çabasındalar!. Ne var ki, bu tür çabalar gelirleri dolayısıyla talebi gerilettiğinden piyasalar daha hızlı bir şekilde durgunluğa sürüklenme riskiyle karşı karşıya. Kredili satışlar, promosyonla ödüllendirme gibi suni yollarla talebin tetiklenmesi ise sadece günü kurtarmaya yaramakta. “Ne yapmalı?” derseniz… Global piyasalardaki kırılganlığın arttığını hesaba katarak cari işlemler açığını kontrol altına alacak politikalar hızla uygulamaya sokulmalı ve.. bunun için de öncelikle: Yerel seçimler nedeniyle bütçe disiplininden sapılmasına izin verilmemeli; kamu harcamalarını disipline edecek politikalara ve.. borçlanan özel kesim modeli yerine tasarruf ağırlıklı özel kesim modeline ve.. dış talep değişikliklerine duyarlı, istihdam yaratan üretim politikalarına geçilmeli. AKP’nin bunları yapabilmesi, Lale Devri zamanlarının yanılsamasından kurtulmasına bağlı. Yok, yerel seçim sonrasına ertelemeye kalkarsa siyasi erke sahip olmanın ekonomik başarıları taçlandırmayacağını AKP de tüm Türkiye de tarihte ödemediği kadar ağır faturayla öğrenir! [email protected] www.turkelminibas.net Türkiye yurttaşını çok çalıştırıyor Ekonomi Servisi Türkİş, OECD verilerini kullanarak yaptığı çalışmayla çeşitli kriterler açısından Türkiye’nin durumunu ortaya koydu. Çalışmada, Türkiye’nin sahip olduğu kaynakların ve olanakların en verimli biçimde değerlendirilerek ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanmasının önem taşıdığı vurgulandı. Türkİş’in çalışmasına kaynaklık eden OECD’nin ‘Factbook 2008’ yayınındaki verilere ilişkin yaptığı değerlendirmeler şöyle:  OECD üyesi ülkelerde çalışma saati yılda ortalama 1777 ve AB üyesi 15 ülke ortalaması 1625 saat iken Türkiye’de bu süre 1918 saate çıkıyor.  Toplam vergi gelirlerinin yurtiçi milli hasılaya oranı OECD ortalaması olarak 2005 itibarıyla yüzde 36.2. Bu oran, Türkiye’de 2006 itibarıyla yüzde 32.5. Toplam vergi gelirlerinin yurtiçi hasıla içindeki payının en yüksek olduğu ülke yüzde 49.0 ile Danimarka.  Dolaylı vergilerin yurtiçi milli hasıla içindeki payı, 2006 itibarıyla Türkiye’de yüzde 15.7 ile OECD üyesi ülkeler içinde Danimarka’dan sonra başı çekiyor.  Türkiye, istihdama katılma oranı bakımından, çalışma çağındaki 1564 yaş itibarıyla OECD üyesi ülkeler içinde son sırada ve yıllar itibarıyla bu oran azalma eğilimi gösteriyor. 2006 itibarıyla istihdam oranı yüzde 45.9 iken OECD ortalamasında bu oran yüzde 66.1.  Türkiye’de erkek istihdam oranı 1993’te yüzde 74.2’den 2006’da yüzde 68’e, kadınlarda ise yüzde 25.8’den yüzde 23.8’e geriledi. OECD ortalaması ise 2006’da istihdam oranı erkeklerde yüzde 75.6 ve kadınlarda yüzde 56.8.  Türkiye, kişi başına düşen milli geliri, 2006 itibarıyla cari fiyatlarla ve satın alma gücü paritesine göre 8 bin 766 dolar ile en düşük olan ülke. OECD ortalaması aynı yıl itibarıyla 31 bin 469 dolar.  OECD içerisinde en kısa yaşam beklentisi olanlar 71.4 yaş ile Türkler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle