Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 C dış haberler ATİNA’DAN 8 AĞUSTOS 2008 CUMA Pentagon’un yeni strateji belgesine göre en büyük tehdit kaynağı Rusya ve Çin değil, köktencilik ABD’nin ‘uzun savaş’ stratejisi Dış Haberler Servisi ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) yeni strateji belgesinde, “köktenciliğe karşı uzun savaş”, Çin ve Rusya gibi küresel askeri güce sahip ülkelerden daha büyük bir tehdit olarak görülüyor. “Görülebilir gelecekte, şiddetli köktenci hareketlere karşı Uzun Savaş’ı kazanmak ABD’nin merkezi hedefi olacaktır” denilen belgeyi savunan ABD Savunma Bakanı Robert Gates, “bunun, Irak ve Afganistan’daki savaşlarında alınan derslerin sonuçlarını birleştirme çabası olduğunu” kaydetti. Gates, konvansiyonel silah programlarına Pentagon bütçesinden aslan payının ayrıldığına dikkat çekerek, “sıradışı ve asimetrik” savaş için gerekli ihtiyaçların yeterince karşılanamadığını belirtti. Gates, ordu içinden gelen, “küresel askeri üs MURAT İLEM Oh Dedik!.. luk portresi çizmiş. Aaa, bakın Silvio’nun sırasını atlamayalım! O da hemen telefonlara sarılıp çok sevgili dostu Erdoğan’ı aramış ve karardan duyduğu rahatlığa dikkat çekerek “oh, inanın çok rahatladık, haydi Recep, Forza, yola devam” demiş. Yine Erdoğan’ın yakın dostları arasında bulunan Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis ise yazılı bir açıklama ile kararın Türkiye’deki siyasi istikrarsızlığı önlediğini belirtmiş. Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plasnik “alınan kararla Türkiye kendini tanımlama sürecinde önemli bir adım attı” derken, Kuzey Iraklı “postal yalayıcılar” bir tek zil takıp oynamamışlar. Barzani, Talabani, Nuri El Maliki, hepsi karardan memnun, ağızları kulaklarında adeta. Arap dünyasını söylemeye gerek yok! İran gizli göbek atanlardan. Geriye ne kaldı peki? Türkiye’deki yüzde elli üç! Bunlar Atatürkçü, laik, demokrat ve vatanlarının birliğinden bütünlüğünden yana olanlar. Üzerlerine giydirilmek istenen “Demokratik İslam” (ne demekse?) elbisesini giymeyi reddedenler. Ülkelerinin, dünyanın ilgi odağı haline neden geldiğini gayet iyi biliyorlar. Kömür, erzak ve çeyrek altın yardımları ile satın alınamıyorlar. Tek dertleri var: Seçimlerde muhalefet anlamında kime oy atacaklarını bilmemeleri. Baykal güven vermiyor. Bahçeli “malumunuz” olur. Diğerlerini saymaya bile gerek yok. Anayasa Mahkemesi’nin kararına tüm dünya “Ohh” derken, bu insanlar sürekli “Off” çekip duruyorlar. Önlerine alternatif bir parti çıkana kadar da bu böyle devam edecek gibi görünüyor. Gelişmeler sonrasını özetlersek, Erdoğan yine bildiğini (laiklik, demokrasi ve Atatürkçülük anlamında) okuyacak. Ergenekon’un sözde belgeleri basına sızdırılacak. Cumhuriyet gazetesinin altını oymak için her türlü tezgah çevrilecek. Başbakan boşuna söylemedi “durmak yok, yola devam” diye. Bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da biz laik kesimlere zaman zaman “Aaa kuşa (Ergenekon’a) bak!” diyeceklerdir. Ancak unutmasınlar ki bizler her türlü yeni oyuna hazırlıklıyız. Bugün “Ohh” çekenler, yarın kesinlikle “Off” çekerek demokratik anlamda bedel ödeyeceklerdir. murilem?otenet.tr ABD Savunma Bakanı Robert Gates, yeni strateji belgesini açıklarken, Irak ve Afganistan’dan öğrendikleri dersler ışığında, konvansiyonel savaş donanımı yerine “sıra dışı ve asimetrik” savaşa yönelik hazırlıklarını arttırmaları gerektiğini söyledi. tünlüğün korunması gerektiği” yönündeki eleştirilere gönderme yaparak “Tehlike, ‘modernizasyonun’ ‘asimetrik yeterliliklere’ kurban edilmesi değil, bizim ileride yine bu ikincisini ihmal etmemizdir” dedi. Pentagon belgesinde, “köktenci ideolojilerin uluslararası devlet sistemini değiştirme arayışında olduğu” uyarısı yapılarak, bu hareketlere karşı mücadelede, “dünyanın yönetimsiz bölgelerini azaltmak ve köktenci düşmanların yataklarını yok etmek için müttefik ülkelerde askeri işbirliğini arttırmak gerektiği” vurgulanıyor. Ayrıca, ABD’nin kitle imha silahlarıyla yapılacak olası saldırıları önlemek için “önceden harekete geçebileceği” dile getiriliyor. ÇİN VE RUSYA Strateji belgesinde, Çin’in konvansiyonel askeri yeterliliklerini hızla ar tırdığına, “açıklık ve demokrasiden uzaklaşan” Rusya’nın ise ABD için ciddi güvenlik sorunları oluşturabileceğine değinilirken, “her iki güç ile de işbirliği ve ortaklık ilişkisi yürütülmesinin” önemine vurgu yapılıyor. Çin’in artan askeri gücüne karşı “tertip ve çevreleme” hamleleri önerilen belgede, Amerikan stratejik avantajlarının korunacağı belirtilirken, “gerektiğinde” Pekin yönetimine karşılık verileceği ifade ediliyor. Rusya’nın petrol zenginliğini arttırdığına ve Rus savaş uçaklarının uzun menzilli devriye uçuşlarına yeniden başladığına da dikkat çekilen strateji belgesinde, Moskova yönetiminin ABD’nin füze savunma sistemi yerleştirmek istediği Çek Cumhuriyeti ve Polonya’yı tehdit ettiği ve nükleer silah gücünü artırdığı da not ediliyor. İsrail ajanlarının, tedavi için Gazze Şeridi’nden gelen hastalara baskı yaptıkları bildirildi Konuşmadığı için kör oluyor İsrail güvenlik servislerinin, tedavi olmak için Filistin’in Gazze Şeridi bölgesinden gelen hastaları sorguya çektiği ve hastalıklarını kullanarak muhbirliğe zorladıkları bildirildi. Dış Haberler Servisi İsrail’deki İnsan Hakları İçin Doktorlar Grubu tarafından hazırlanan raporda, “Filistinli hastaların, istihbarat servislerinin eleman bulma ve bilgi toplamasında, önemli ve kolay bir hedef haline geldiği” uyarısı yapıldı. 11 görgü tanığının ayrıntılı yeminli ifadelerine yer verilen rapora göre, Filistinli hastalar, Gazze Şeridi ile İsrail arasındaki geçiş noktası Erez’de yeraltındaki odalara götürülüyor ve saatlerce aile üyeleri ve komşuları hakkında sorguya çekiliyor. Raporda, adı açıklanmayan yaşlı bir adamın, “İsrailli ajanlar, ‘Sen kansersin ve bize yardım etmezsen kanser hızla beynine ulaşacak’ dediler” sözlerine yer veriliyor. Bu yaşlı kişinin ancak 8 saatlik sorgunun ardından İsrail’e girebildiği ve doktorla randevusunu kaçırdığı, bir sonraki sefer İsrail’de doktora çıkabilmek için 2 ay beklemek zorunda kaldığı belirtildi. Birçok hastanın ise sorgulanma ve hapse atılma korkusuyla tedaviden uzak kaldıkları kaydedildi. Raporda, El Fetih yanlısı gazeteci Bessam el Vahidi ise yaşadıklarını şu ifadelerle dile getiriyor: “Beni yeraltı geçitlerinden götürdüler ve 45 dakika boyunca bir odada beklettiler. Bir adam yaklaştı ve sorgulama için başka bir odaya çağırdı. Oturmamı söyledi ve kendisini Moşe diye tanıttı. Tüm yanıtlarımdan sonra şöyle dedi: İsrail’den döndükten sonra seninle açık konuşmak istiyorum, böylece İsrail tarafında kabul edilebilir olarak görüleceksin. Benimle temas kur ve taleplerimi kabul et, yoksa hiçbir tıbbi tedavi alamayarak kör olacaksın ve ailenle dostlarının sırtına yük haline geleceksin.” 28 yaşındaki Vahidi, muhbirliği reddedince tedavi olmadan Gazze Şeridi’ne geri gönderildiğini, sağ gözünün tamamen kör olduğunu, sol gözününse az gördüğünü anlattı. Her ay bin civarında Filistinli, İsrail’de tedavi olmayı talep ediyor ve bunların yaklaşık 400’ü geri çevriliyor. İnsan Hakları için Doktorlar Örgütü, sivillerden istihbarat için yararlanılmasının uluslararası hukuka ve Cenevre Sözleşmelerine aykırı olduğunu vurguladı. Örgütün sözcülerinden Miri Weingarten, bu kişilerin zaten soruşturmadan geçerek İsrail’e giriş çıkış izni almış kişiler olduğunu hatırlatarak, “İsrail’in kendisini korumak zorunda olduğunu sorgulamıyoruz ve içeri girmek isteyen bir kişi hakkında bir şey öğrenmek istenebilir. Sorunumuz şu ki hastalara, başkaları hakkında sorular soruyorlar” dedi. ‘ HAMAS İLGİLENSİN” İsrail ordu sözcüsü Şlomo Dror ise, “İsrail’e giren herkesin amacının ne olduğu ve bir terör örgütüne üye olup olmadığı konusunda sorgulanmasının zorunlu olduğunu” söyledi. Dror, “Eğer biri terör örgütüne girmeye karar veriyorsa, onu tedavi için İsrail’e sokmamamız gerekir. Hamas iktidara geldi, bu kişilerin tedavisiyle de ilgilenmesi lazım” diye konuştu. 1.5 milyonu aşkın nüfuslu Gazze Şeridi bölgesi, geçen yıl haziran ayından bu yana Hamas’ın kontrolünde bulunuyor. İsrail’in ölümcül vakalarda “genellikle” Filistinlilerin tedavi için sınırdan geçmesine izin vermesine karşın, ambargo sebebiyle bölgedeki sağlık kuruluşlarının hizmet veremez hale geldiği ifade ediliyor. ararı duyduk, derin bir oh çektik.” Kimliğini, benliğini ve hepsinden önemlisi ideolojisini makam ve trilyonluk arabalara satan Köksal Toptan’ın kulakları çınlasın! Sadece o değil, “Haşim yüreğimizi ağzımıza getirdi” diyen; Fethullah efendi de “Oh” çekmiş. Başta AB’nin değerli (!) yetkilileri ve ABD’nin tüm dünyaya barışı (!) getirmekte kararlı olan yöneticileri de “Oh” çekenlerden. Herkes memnun, herkes mutlu mu mutlu. Kararın açıklandığı günden bu yana takip edebildiğim kadarıyla, AB Dönem Başkanı Fransa, “Kararı iyice not ettik. AB, kurumların demokratik işleyişini dikkate alarak, Türkiye’deki durumu izlemeye devam edecektir” şeklinde bir açıklama yaptı. Burada dikkat edilecek nokta, bu açıklamanın Paris’ten değil de, Ankara’daki elçiliğin basın müşavirliğinden yapılması. Yani “ne kadar ekmek, o kadar köfte.” ??? Yine bakıyorum Türkiye çıkışlı başka bir açıklama daha. Ancak bu defa Ankara değil Yalova çıkışlı. Yok, öyle demeyin “kim takar Yalova kaymakamını” diye. Bir kere Yalova artık önemli bir ilimiz. Üstelik bu ilimizin bir de önemli (!) eniştesi var. Joost Lagendijk enişte. Bizim “Odo Boro” kahramanı (!) sözde gazeteci Nevin’in eşi olur kendileri. Kayınpederi ise Yalova Kuyumcular Derneği başkanıdır. İşte o da bir açıklama yapmış. “Ben böyle bir karardan dolayı çok rahatladım. Bu kararın Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok olumlu bir karar olduğunu düşünüyorum. Hem kendi açımdan hem de TürkiyeAB ilişkileri açısından rahatlatıcı bir karar” demiş. Kendileri TürkiyeAB Karma Parlamento Eşbaşkanı sıfatıyla konuşmuşlar. Anlayacağınız bizim Joost enişte de “Ohh” diyenler sınıfından. Belki de o gece eşini alıp Termal oteli kaplıcalarında kutlama (!) yapmıştır. Ya Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Puig’e ne demeli? Puig karara sevinmemiş, üzülmüş! Üzüntüsü kararın kapatılmama yönünde alınmasından değil, ona çok sevinmiş. Üzüntüsü AKP’ye yapılan devlet yardımlarının bir kısmının kesilmesinden dolayı. Yani elinden gelse AKP’ye maddi destek sağlamak için eline tabak alıp AB’nin tüm üye ülkelerinden yardım dilenecek. Merkel, o hiç dayanamamış! Hemen telefona sarılıp sevgili arkadaşı Erdoğan’ı aramış ve “inanın Ohh dedim” diye mutlu “K Filistinli gazeteci El Vahidi (28), muhbirlik yapmayı reddettiği için günden güne görme yetisini kaybediyor. Gazze Şeridi’nden İsrail’e kaçan onlarca Filistinli de zor durumda. Aralarında çocukların da olduğu genç Filistinlilerden bazıları Gazze Şeridi’ne, bazıları da Batı Şeria bölgesine nakledildi. (AP) ‘Karaciç’i CIA korudu’ Dış Haberler Servisi Savaş suçu işlemek ve soykırım yapmakla itham edilen Bosnalı Sırpların eski lideri Rodovan Karaciç’in kaçak hayatı sürdüğü dönemlerde ABD tarafından korunduğu öne sürüldü. Sırp Bliç gazetesinde yer alan haberde, on binlerce kişinin katledildiği 199295 arasındaki Bosna savaşının ardından imzalanan Dayton Barış anlaşması sonrasında ABD ile Karaciç arasında eski Bosnalı Sırp liderin politikadan uzak durması şartıyla gizli bir anlaşma yapıldığı belirtildi. Ancak taraflar arasındaki bu gizli anlaşmanın 2000 yılında Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA), Karaciç’in eskiden liderliğini yaptığı SDS partisinin başkanlığını halen yürüttüğünü açıkça ortaya koyan telefon kayıtlarına ulaşmasıyla sona erdiği kaydedildi. Bliç gazetesine konuşan Amerikan istihbaratından bir kaynak “Karaciç’in kendilerini kandırdığını anlayınca ABD ve CIA deliye döndü ve yasadışı korumayı geri çektiler” dedi. Fransa ve İngiltere’nin de aralarında olduğu bazı ülkelerin gizli servislerinin CIA ile anlaşma çerçevesinde Karaciç’e yönelik “dokunulmazlık” uzlaşısına uydukları da öne sürüldü. 13 yıl kaçak olarak yaşayan, 2 hafta önce kimlik değiştirmiş halde Belgrad’da yakalanan Karaciç, sevk edildiği Lahey’deki BM bünyesindeki Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşmasına çıkmıştı. Karaciç’in ilk açıklamasında Dayton anlaşmasının mimarlarından dönemin ABD’li diplomatı Richard Holbrooke’un 1996’da kendisine kamu hayatından çekilmesi halinde mahkemeye çıkmayacağı ve “kaçarsan seni kovalamayacağız” yönünde güvence verdiğini iddia etmişti. Ancak Holbrooke bu iddiaları yalanlamıştı. Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin eski dışişleri bakanı Aleksa Buha da, Holbrooke ile Karaciç arasında, eski Bosnalı Sırp liderin yargılanmayacağı konusundaki bir anlaşmaya tanık olduğunu iddia etti. Buha, “Holbrooke’un, kendisine, Karaciç’in siyasi hayattan tamamen çekilmesi durumunda BM savaş suçları mahkemesiyle ilgisinin kalmayacağı konusunda açıkça taahhütte bulunduğunu” öne sürdü. 1998’e kadar dışişleri bakanlığı görevini yapan Buha, Holbrooke’un bu sözü “Belgrad’da 1819 Temmuz 1996 gecesi düzenlenen ve dönemin Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç’in de bulunduğu bir toplantıda” verdiğini ifade etti. İngiliz Independent gazetesi Bosna’nın eski dışişleri bakanlarından Muhammed Şakirbey’in gizli anlaşmanın varlığından Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü yetkilisi Amerikalı diplomat Robert Frowick vasıtasıyla 1996 yılında haberdar olduğunu söylediğini yazdı. ıl 1954. Ayını da gününü de anımsamıyorum; o zamanlar Cihangir’de oturuyoruz, “Taksim’e çıkayım” dedim. Ama ne mümkün? Sıraserviler Caddesi tıka basa insan dolu, herkesin elinde bayraklar, pankartlar, dövizler… Bağırış çığırışlar, müthiş bir uğultu. Tek anladığım, Kıbrıs diye bir yer olduğu ve orası neresiyse Türk kalması gerektiği, bir de her türlü kötülüğün başını, hem kızıl hem de kara olan, aynı zamanda da hiç durmadan cinayet işleyen Makarios adında bir papazın çektiği ve mutlaka kahrolması. 11’imi daha doldurmamışım, korkudan Aslanyatağı Sokağı’nın başında kalakaldım. Eve döndüm, anneme gördüklerimi anlattım. Neyse, on dakikalık bir konuşmadan sonra ‘devlet ve milletçe’ Kıbrıs diye bir sorunumuz olduğunu anlar gibi olmuştum. Aradan bir yıl geçti, 67 Eylül günlerinde birtakım azgın kalabalıklar İstanbul’daki Müslüman olmayan azınlıkların evlerine, işyerlerine, ibadethanelerine saldırıp yağmaladılar, alıp götüremediklerini parçaladılar. Resmi verilere göre, İstanbul’da ilk, orta ve lise derecesinde 32 Rum ve 8 Ermeni okulu tahrip edilmişti. İstanbul’da 74 kilise vardı. 70’i aynı zamanda yakılıp yıkılmıştı. Kiliseler dışında bir Havra, 8 Ayazma, 2 Manastır, 3 bin Y PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU “Durum Vahim” den olmuştu. Bombayı atanlar Yunan polisi tarafından tutuklanmıştı. İki kişiydiler, işledikleri suçun sabit olması gerekçesiyle yargılanıp hapse mahkum olmuşlardı. Bunlardan biri Türkiye’ye kaçmıştı, Yüksek Adalet Divanı Başsavcısı Altay Ömer Egesel tarafından davaya dahil edildi, fakat ne olduysa(!) aklandı. Biz, bu ülkenin yurttaşları bu ‘ne olduysa’ durumunu ancak uzun yıllar sonra Gazeteci Fatih Güllapoğlu’nun 1991 yılında Özel Harp Dairesi eski Başkanı Em. Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ile Tempo Dergisi için yaptığı bir röportajdan öğrendik. Em. Orgeneral, 67 Eylül 1955 olaylarının “Özel Harp Dairesi’nin başarıya ulaşmış mükemmel bir işi olduğunu” söylüyordu. Yunan Yargısı tarafından yargılanıp cezaya çarptırılan, fakat Yüksek Adalet Divanı tarafından aklanan kişi ise bu arada devlet tarafından okutulmuş, emniyet örgütüne alınmış, emniyet müdürlüğüne kadar yükselip oradan 584’ü Rumlara, diğeri Ermeni ve Musevilere ait 5 bin 538 gayrimenkul tamamen yakılmıştı. Bu olay karşısında en sık duyduğum, “Durum vahim” sözcükleriydi. ??? Aradan 53 yıl geçti ve geçen yıllarla birlikte bu sözcükler ikiye, beşe, ona katlanarak kullanılır oldu. 67 Eylül 1955 olayları 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra kurulan Yüksek Adalet Divanı’nda dava konusuydu. Mahkeme bu olayların ‘devlet eliyle’ düzenlendiğini saptayarak içlerinde devrik Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun da bulunduğu 11 kişinin yargılanmasına karar verdi. Ne var ki bu vahim durum içinde ondan daha da vahim bir durum vardı. Olayların başlamasına Atatürk’ün evine bomba atılması ve bu ‘menfur hadise’nin, Mithat Perin’in Demokrat Parti yanlısı İstanbul Ekspres gazetesinin özel baskısıyla duyurulması ne da bir kente vali olarak atanmıştı. ??? Belki bu kişinin adını niçin vermediğimi merak etmişsinizdir; 10 yıl önce bir yazımda vermiştim, o kişi hakkımda dava açtı, yargılandım, iş Yargıtay’a kadar gitti, fakat sonunda elimdeki onca belgeye ve Özel Harp Dairesi eski Başkanı Em. Org. Yirmibeşoğlu’nun, “Bizim işimizdi” deyip, ad da vermesine karşın o kişi Yüksek Adalet Divanı’nda aklanmış olduğu için para cezasına mahkum oldum. Bir kez daha mahkum olmaktan korktuğum için adını vermiyorum. O günden beri Yüksek Adalet Divanı’ndan başlayarak, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri gibi ‘özel mahkemelerin’ adil karar verebileceklerine inanmıyorum. Yargıtay’ın bir özel mahkeme kararına dayanarak bir suçluyu aklaması yürürlükteki hukuk düzenine olan inancımı sarsıyor. Sayın Savcı Zekeriya Öz’e de, gerçekten ‘derin devlet’i ortaya çıkarmak gibi bir niyeti varsa Ümraniye bombalarından İlhan Selçuk’un, Mustafa Balbay’ın odalarına değil de 1955 yılında ilk ‘mükemmel’ eylemini yapan odaklara uzanmasını öneriyorum. www.denizkavukcuoglu.blogspot.com www.dkavukcuoglu@superonline.com