02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 C P E R V A S I Z P kitap E R T A V S I Z 8 AĞUSTOS 2008 CUMA Enis BATUR Orhan Veli “Mucizesi” KULE CANBAZI SUNAY AKIN Onlara Çok İhtiyacımız Var var!” Amerika, telsiz konuşmalarındaki şifrelerin Japonlar tarafından çözülmesini engellemek için bir yol bulur: Anlaşılması son derece güç bir dil konuşan Navahoları askere alıp, telsizlerin başına oturtmak!.. Toplama kamplarından apar topar getirtilen 400 Kızılderiliye, üstlerine “Navaho Şifre Konuşucuları” yazan bereler giydirilir. Ivocima adasına çıkarma yapıldığında, Navaholar taşıdıkları telsiz sayesinde ağır hareket ettiklerinden kolay hedef olmaktaydılar. Üstelik, bir Kızılderilinin Japonların eline esir düşmesi, tüm konuşmaların anlaşılabilme tehlikesi de vardır. Bu yüzden, 1492 yılından beri sayısız katliam yapan beyaz adam, tarih sayfalarında ilk kez, bir savaşta Kızılderilileri koruma görevini üstlenir!.. B ir şairin kendi dilinin edebiyatında taşıdığı önemi, yabancı bir dile çevrildiğinde, o dilin okurlarına nakletmek oldukça güç bir iştir. Başta Octavio Paz, pek çok şairin ve eleştirmenin gözünde, Ruben Dario modernist Latin Amerika edebiyatının başlangıç noktasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir örneğin; gelgelelim, kıta kültürünün yabancısı okurların bu değerlendirmeyi onaylayacak ya da yadsıyacak donanımları olmaz genellikle, önlerine çevrilerek koyulan şiirleri bağlamlarından soyutlayarak okumak durumundadırlar. Bağlamdan söz ediyorum, çünkü Orhan Veli’nin Türk şiirinde yol açtığı devrimin boyutunu yalnızca şiirlerini okuyarak kavramak bana olanaksız görünüyor. Batı dillerinin okurları, Orhan Veli’yi kendi kültürel parametreleriyle ele aldıklarında, şüphesiz kimi doğrulara ulaşabilirler: Şair, bir yanıyla, Charles Cros’dan Gerçeküstücülere uzanan bir poetik güzergâhtan da beslenmiştir. Bu saptama yetersiz bir tanımlama denemesi getirir buna karşılık: Orhan Veli, bir başka yanıyla, Türk şiirinde kendisinden önce yazılmış şiire, ortaya koyulmuş ve uzun süre egemenliğini dayatmış yazın değerlerine köktenci bir üslupla karşı çıkmış, çarçabuk sahnenin ölçütlerini altüst etmeyi başarmış bir soy şairdir. Söz konusu devrimin niteliğini çerçevelemek üzere, Orhan Veli öncesi Türk şiirinin yol haritasındaki bir başka noktaya dönüp bakılması gerekir. Ruben Dario örneğine bir kez daha eğilelim: Onun, Latin Amerika edebiyatında modernizme geçişi sağlayan çıkışının Türk edebiyatındaki karşılığı, şiiriyle 1910’lu yıllardan başlayarak modern perspektife asıl geçişi doğuran Yahya Kemal’dir. Bir bireşim yapıtıdır bu: Baudelaire’le Divan edebiyatının şah örneklerini mayasına katmış, “göksel” özelliğini yitirmemiş bir ölçü ve ahenk pınarı. Orhan Veli’nin “Garip” hareketinin öncülüğünü üstlendiği yıllarda, Türkiye’de geniş okur kitlesinin şiirsel alışkanlığını Yahya Kemal’in merkezinde durduğu bir anlayış belirlemekteydi. Nâzım Hikmet bir kırılma yaratmıştı kuşkusuz, ama sınırlı bir çevre etkilenmişti ondan, kalıcı etkisi çok sonra ortaya çıkacaktı. “Garip” hareketi, buna karşılık, ani ve yaygın biçimde topluma nüfuz etmiştir. Çağdaş Türk şiirinin serüveninde, bir o kadar da Dünya şiiri ölçeğinde, genç bir şairin (Orhan Veli, “Garip” kitabını yayımladığında 27, öldüğünde 36 yaşındaydı) içinde yaşadığı ülkenin insanlarını böylesine hızla etkilediği sık görülmüş olay değildir – vurgulamak gerekir. Nasıl kuşatılabilir, bugünden bakarak, Orhan Veli şiirinin yol açtığı sonuçlar? “Garip” ortaya çıkasıya, Türk şiirseverinin beğenisini biçimlendiren anlayışta, yukarıda “göksel” sıfatıyla tanımladığım bir eda başı çekmekteydi. Ölçü ve ahenk tasası tabii, ama bunu pekiştiren süslü, süsçü, deyim yerindeyse okkalı söz sanatlarının aslan payını tuttuğu bir poetik zihniyet. Orhan Veli, öncelikle gökten yere inişi simgeler: Hayatın içine, ortasına inen, yerleşen bir şiir. Oktay Rifat’ın deyişiyle kinci Dünya Savaşı yıllarında, Kızılderililerin dillerini, dinlerini, kıyafetlerini değiştirmek isteyen beyaz adama karşı verdiği direniş çoktan kırılmıştı. Amerika’daki okullarda Kızılderili dillerinin konuşulması yasaktı. Kızılderili öğrenciler, anadillerini konuşurken yakalandıklarında ağır cezalara çarptırılmaktaydılar. Kızılderililer, kravat bağlayarak kiliseye gitmek ve beyaz adamın diliyle ilahi okumak zorundaydılar. Böylesi bir dönemde, Japonlar Pearl Harbor baskınıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin Pasifik donanmasının belini kırmış olsalar da, yandaşları Almanya ve İtalya’nın yenilgiye uğramasıyla köşeye sıkışırlar. Ama Amerika, bir türlü güçlü bir hava saldırısı düzenleyememektedir Japonya’ya. Çünkü Japonlar, telsiz konuşmalarındaki tüm şifreleri çözmekte ve önlemini önceden alabilmektedir. Küçük bir adada yaşayan Japonların, kendilerine kafa tutmalarından iyice rahatsız olan Amerika, atom bombası atmakta kararlıdır. Ne var ki, Pasifik Okyanusu’ndaki radar ağının kırılması için, kendi küçük ama konumu çok büyük olan Ivocima adasının alınması gerekmektedir. İ ‘Arizona için mesaj var’ ‘ avahoları korumanızı istiyorum’ Ivocima küçük olmasına küçük bir adadır ama bir köstebek yuvası gibi kazınmış olan toprak altındaki tünellerde 22 bin Japon askeri mevzilenmiştir. Volkanik özelliğe sahip adada tünel kazmakta zorlanmayan Japonlar, Amerika’nın Ivocima’yı almadan ülkelerine saldıramayacağını bildiklerinden adayı çok iyi savunmaktadırlar. 1945 yılının 19 Şubat günü, adanın açıklarında boy gösteren Amerikan donanmasındaki askerler, karşılarındaki toprak parçasının küçüklüğüne bakarak, savaşın en fazla bir gün süreceğini düşünürler. Adaya çıkarma yapma emri verilmeden önce, komutanın şu sözleri duyulur: “Sizlerden bu Allahın belası Navahoları korumanızı istiyorum. Onlara çok ihtiyacımız N Orhan Veli, kısa ömrüne birçok şeyi sığdırmıştı. Denemeleri, ne denli donanımlı bir kültüre, olgun bir bakışa sahip olduğunu kanıtlar. üstünde başında olanları silkeleyen, yükünden arınmış bir ifade sanatı. Bilen bilir: Yalın, duru bir şiir sanatının iyi örneklerini vermek, haiku sanatındaki gibi (Orhan Veli yakından tanıyordu Uzak Doğu’nun bilge şiirini), söylemesi kolay, gerçekleştirmesi gücün gücü işlerdendir ve “Garip”in bunu başardığını teslim etmeliyiz. Türk edebiyatının özgün perspektifli, zor beğenir ve ödün vermez özelliği bilinen eleştirmeni Ataç, 1940’ların başında, dördörtlük bir yazısında bu benzersiz duruma dikkat çekmişti: Orhan Veli’nin yarattığı “mucize”, bir başkası kalkıştığında hemen bayağılaşabilecek, düzeysizleşebilecek duygudüşünce birlikteliklerinden onun birer katıksız inci çıkarmış olmasından kaynaklanıyordu. Yabancı dildeki okurun merak duyabileceği bir başka konu da, Orhan Veli’nin erken ölümünün ardından, şiirinin doğurduğu etkinin gücü olabilir. Öncelikle, Orhan Veli şiirinin eskimediğini, Türkiye’de yaygın okunurluğunu koruduğunu anımsatmak isterim. “Garip” hareketi, edebiyat tarihinde “I. Yeni” olarak da anılır. 1955’te patlak veren “II. Yeni”nin yol açıcıları arasında Orhan Veli’nin mirasına kayıtsız kalmış şair olduğunu sanmıyorum. Bu da doğurgan bir etkiden söz etmemizi kolaylaştırıyor. Orhan Veli, kısa ömrüne birçok şeyi sığdırmıştı. Denemeleri, ne denli donanımlı bir kültüre, olgun bir bakışa sahip olduğunu kanıtlar. Başta La Fontaine çevirileri, Nasreddin Hoca uyarlamaları, el attığı her projeden güçlü izler bıraktı arkasında. “Seçme Şiirleri”yle, yabancı şairleri ağırlamakta oldukça eli açık davranan Fransa’da, hak ettiği ilgiyi ve yeri, has şairlere ayrılan kalıcı köşesinde bulacağını umuyorum Orhan Veli’nin. Navaholar, İngilizce hazırlanan mesajları kendi dillerine çevirip, telsizle karşı tarafa iletmeye başladığında, Ivocima adası kelimenin tam anlamıyla cehenneme dönüşür. Gönderilen mesaj önemli ise “Arizona için mesaj var” şifresi kullanılır. Bu şifre, konuşmanın Navaho dilinde yapılacağını gösterir. Mesajın içinde ayrıca, ancak bir Navaho’nun anlayabileceği dil oyunları da vardır. Örneğin, el bombasına “patates”, roketlere “yer kaynatan”, savaş uçaklarına da “öten kuş” denilir. Bir aydan fazla süren savaş sonrasında 6 bin Amerikan askeri ölürken, Japonlardan ancak 1000 kişi sağ kalmayı başarır. Kızılderililer, aşağılanan, yasaklanan dilleriyle Amerika’nın kurtarıcısı olurlar! Peki ama, anadillerini konuştuklarında işkence gören Kızılderilliler, nasıl bir duygu içindeydiler savaşırlarken? Bu sorunun yanıtını bir Navaholu, Pearl Harbor’a yapılan saldırıya gönderme yaparak şöyle verir: “Tek bildiğim şey, Amerika’nın bizim topraklarımız olduğu ve birileri tarafından bombalandığıdır. Bu hiç de hoşumuza gitmedi!..” Gençlik stresli Savaş KÜRKLÜ ADANA Türkiye’de gençlerin yüzde 67’sinin stresle iç içe yaşadığı, stresten kurtulmak için aile büyükleri ya da yakın çevresinden çok arkadaşlarıyla birlikte olmayı, onlarla konuşmayı tercih ettiği belirlendi. Gençler arasında yapılan bir araştırma, stresle bağlantılı sigara içme oranının kızlarda yüzde 25, erkeklerde ise 32’ye çıktığını ortaya koyarken stresin 18 yaş üzerinde olanlarda kendini daha belirgin gösterdiği, bunun dışavurumununsa çeşitli şekillerde görüldüğü saptandı. Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı’nın, “Gençlerde Cinsel Sağlık Eğitimi” başlıklı araştırması, sosyoekonomik koşulların her geçen gün kötüye gittiği ülkemizde, gençlerin de yetişkinler kadar stresle boğuşmak zorunda kaldığını ortaya çıkardı. Her 10 gençten 7’sinin adeta stresli bir yaşam geçirmek zorunda kaldığına vurgu yapılan araştırmada, bu konuda şu görüşlere yer verildi: “Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemiz insanı da küresel ısınma, çevre kirliliği, ekonomik koşulların elverişsizliği, eğitimdeki zorluklar ve sınav maratonu gibi sorunlardan yakınmakta, etkilenmektedir. Tüm bu olumsuzlukların getirdiği stresten büyük ölçüde pay almaktan kurtulamayan gençlerimizi yaş ilerledikçe daha büyük sorunların beklediği de bir gerçektir.” Çocuktaki Bahçe/ Feyyaz Kayacan/ Yapı Kredi Yayınları/ 168 s. “Anıların direngen dehlizlerinde kötümser, kocamış bir köstebek gibi dolaşmaktan, didinmekten, us sürtmekten bıktım. Karanlığın yanımda her gün yaver ya da yoldaş kılığına girmesi, kurtlanmış kabak tadı vermeye başladı. Köstebeğin karanlıkla içli dışlı olduğu bilinir ya, o başka. Yani ne demek istiyorsunuz? Köstebekliği bile beceremiyorsun mu diyecek birisi birazdan?” İlk kez 1982’de yayımlanan “Çocuktaki Bahçe”, ‘İkinci Yeni’nin öyküdeki temsilcisi Feyyaz Kayacan’ın tek romanı. Kayacan’a göre: “Çocuktaki Bahçe, iki yanlı bir roman. Bir yanı meddah, bir yanı Kafka. Bu iki öğe, durmadan yer değiştirmekte, birbirini etkilemekte.” Bay Lear/ Oktay Rifat/ Yapı Kredi Yayınları/ 212 s. “Rastlantıdan kaçma. Rastlantının kucağına düş, o senden akıllı” diyen Oktay Rifat, 1982 yılında yayımlanan üçüncü romanı “Bay Lear”ı, Shakespeare’in, krallığını kızları arasından bölüştürmek isteyen ve sahip olduğu gücü paylaştırmaya kalkışınca kendisini trajik olayların kucağında bulan yaşlı kralı Lear gibi yaşlı bir adamın çevresinde kuruyor. Seçme Masallar/ E.T.A. Hoffmann/ Çeviren: İris Kantemir/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 336s. Alman romantik edebiyatçıları arasında geniş okur kitlesine ulaşan yazar Ernst Theodor Amadeus Hoffmann’ın belirgin özelliği, düş gücü ve fantezilerinin gerçek dünya ve günlük yaşamla sıkı sıkıya bağlı olması. Hoffmann’ın bu kitabında ise doğadan kopan insanoğlunun anlatıldığı ‘Altın Saksı’; psikolojik bağlamda ilgi gören ‘Kum Adam’; toplumsal konumların bir süre için askıya alındığı Roma karnavalı sırasında geçen ‘Prenses Brambilla’ ve ‘Doge ve Dogaressa’ adlı masalları yer alıyor. Kubilay Han’ın Seyyahı/ Morris Rossabi/ Çeviren: Ekin Uşşaklı/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 204 s. 1220’li yılların ortalarında Kubilay Hanlığı’nın bugün Pekin adıyla bilinen, döneminin yeni başkenti Hanbalık yakınlarında, Öngüt boyundan bir aileye erkek bir bebek katılır. Nasturi inancına sahip ailesi, bebeğe Bar Savma adını verir. Bar Savma yetişkinlik çağında, daha önce yöresinden kimsenin cesaret edemediği biçimde, Kudüs’e ziyarette bulunmaya karar verir. Kuzey Çin’den Ortadoğu’ya uzanan bu zorlu güzergâhı aşmak için Kubilay Han’ın da desteğini alır. 1270’lerin sonlarına doğru, Marco Polo’dan 15 yıl kadar önce ve onun izlediği yönün tersine, Ortadoğu’ya doğru yola çıkar ve yol boyunca bu kitabın temelini oluşturan seyahat notlarını tutmaya başlar. Mondros’tan Mudanya’ya Osmanlı’da Son Tartışmalar/ Orhan Koloğlu/ Doğan Kitap/ 196 s. “Yıllarca “Mütareke Basını” yaftası yiyecek bir zümre, sancılı bir süreçte yaşananları yazılarına taşır. İşgal altındaki topraklarda büyüyen korkular, önyargı ve saplantılar ileri görüşlü aydınların bile yakasına yapışır. Dönemin İstanbul aydınları, yazarçizer kadrosu; dünyaya, fiilen çöken imparatorluğa ve Anadolu’ya İstanbul’dan bakar. Tanımların günden güne değiştiği, kimin vatansever, kimin hain, kimin mücadeleci, kimin teslimiyetçi olduğunun bilinmediği yıllarda herkes bir yön bulma arayışındadır.” Orhan Koloğlu, Mondros’tan Mudanya’ya aydınlar arasındaki tartışmaları ve fikir çatışmalarını aktarıyor. “Mondros’tan Mudanya’ya Osmanlı’da Son Tartışmalar” gibi ‘Yakın Tarih Dizisi’nden çıkan Pelin Böke’nin “Son Osmanlı Meclisi’nin Son Günleri” adlı kitabı da yine Doğan Kitap aracılığıyla okurla buluşuyor. Babasının Kızı/ Lisa Scottoline/ Çeviren: Çiğdem Öztekin/ Doğan Kitap/ 308 s. Üniversitede hukuk dersleri veren Natalie Greco yani ‘Nat’, her ne kadar öğrencilerinin ders sırasında zararlı sitelere girmelerini engelleyemese ve kendisini fakültenin ucubesi gibi hissetse de, işini severek yapar. Ancak, zekâsına, mizah anlayışına ve görünümüne hayran olduğu meslektaşı Angus Holt’un, bir cezaevinde ders vermesini teklif etmesiyle hayatı altüst olur. Cezaevinde bulunduğu sırada çıkan isyanda ölmek üzere olan bir infaz koruma memuru, ondan karısına bir mesaj iletmesini ister. Adamın bu vasiyeti Nat’in kâbusu olur ve hayatı yasalara uymakla geçmiş olan genç kadın kendini birden vahşi bir cinayetin zanlısı olarak bulur. Nat için tek kurtuluş, kaynaklarına, zekâsına ve cesaretine güvenmektir. Hayatta kalabilmek için, ölen infaz koruma memurunun son sözlerinin ardındaki sırrı açığa çıkarmak zorunda kalır ve kendisinin de hayatını değiştirecek büyük sırrı öğrenir... ‘Allah’ın Kızları’na takipsizlik Kültür Servisi Şişli Savcılığı’nın Nedim Gürsel’in ‘Allah’ın Kızları’ (Mart 2008, Doğan Kitap) adlı romanı hakkında “Din ve İslamın peygamberi Hazreti Muhammed’in rencide edildiği” iddiası ile Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinin 3. fıkrası gereğince başlattığı soruşturmada takipsizlik kararı çıktı. 15 Temmuz’da başlatılan soruşturmada Gürsel’in, romanı “kulaktan dolma bilgilerle kaleme aldığı” ve “dine hakaret ettiği” iddiaları yer alıyordu. Gürsel’in avukatı Şehnaz Yüzer kendisiyle görüştüğümüzde, kitabın piyasaya sürüldüğünde zaten Bakırköy Savcılığı’na verildiğini ve herhangi bir suç unsurunun bulunmadığını hatırlatıp kararın ifade özgürlüğü için sevindirici olduğunu söyledi. Gizli olması gereken soruşturma evraklarının soruşturma sürecinde bazı basın organlarında yer aldığını ve Gürsel’in de bir kısım medya tarafından hedef gösterildiğini söyleyen Yüzer; bu konuda herhangi bir şikâyet girişimlerinin olmayacağını, bu tarz basın yasası ihlallerinin zaten basın savcılarının sorumluluk alanına girdiğini de sözlerine ekledi. Yasaya göre, soruşturmayı başlatan şikâyetçi inşaat mühendisi Ali Emre Bukağılı’nın kararın taraflara tebliğinden itibaren 15 gün içinde en yakın Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz hakkı var.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle