02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 8 AĞUSTOS 2008 CUMA Kadınlar, evde değil işte çalışsın Türkiye’de her dört yetişkin kadından yalnızca biri işgücüne katılabiliyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’ne göre Türkiye, 2007 itibarıyla kadın istihdamında 128 ülke arasında 123. sırada. İpek İlkkaracan, kadınların işgücüne katılımındaki bu rekor düzeydeki düşüklüğün, Türkiye’nin sosyoekonomik kalkınma yolundaki en büyük engellerinden biri olduğunu söylüyor... Türkiye en alttan 10. sırada. Hemen altında Ceyazir, Fas, Bangladeş, Pakistan gibi ekonomik gelişmişlik düzeyi Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırTürkiye’den çok daha düşük olan ülkeleri ladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Engörüyoruz. Tek benzerliğimiz Müslüdeksi’ne göre Türkiye, 2007 itibarıyla man ülkeler olmamız. Sıralamada en kadın istihdamında 128 ülke arasında, altta yer alan ülkelerden biri hariç hepsi 123. sırada. Resmi istatistiklere göre Müslüman ülkeler... Türkiye’de, bir kadın günde ortalama 5 Yani Müslümanlık, kadınların saatten uzun bir süreyi hane halkı ve işgücüne katılımını olumsuz mu etkiliyçocuk bakımına ayırıyor, bu süre erkekor? ler için ise bir saatin altında. Yani Bu çok tartışmalı bir konu. Avrupa’da Türkiye’de çocuk ve yaşlıların bakım Müslümanlığın kültürel etkileri ırkçılığı hizmeti, aile içinde kadınların ücretsiz körükleyen bir şey haline geldi. Ben emeği üzerinden çözümleniyor, kadınların bunu sadece bir gözlem olarak sizinle payüzerindeki bu yük ise onların ücretli laşıyorum. Ancak bu konuda özel bir çalışanlar olarak işgücüne katılmalarını araştırma yapmadık, yani böyle olduğunu engelliyor. Geçen hafta İstanbul’da düzensöyleyemeyiz. lenen uluslararası “Toplumsal Cinsiyet Kadınların işgücüne katılımlarının Eşitliği için İş ve Aile düşük olması, ekonomi Yaşamını Uyumluüzerinde nasıl bir etki laştırma Politikaları” yaratıyor? başlıklı toplantı ile Bu Türkiye’nin Kadının İnsan Hakekonomik kalkınma yollarıYeni Çözümler undaki en büyük engellerDerneği, Kadın den biri... Bu konuda Emeği ve İstihdamı birkaç mekanizma var. Platformu ortaklığıyİşgücü piyasasına katılımla Türkiye’de kadın da bir grup insan iş arave istihdam sorununa maya gidiyor. Kadınlar çözüm üretmeye evde otursun erkek dışarı yönelik bir araştırma çıksın iş arasın diye cinve savunuculuk prosiyet bazında bir ayrıştırjesi başlattı. Bu ulusma yaparsanız, kimin lararası proje; emeğini arz edeceğine Türkiye’de kadınların karar vermiş olursunuz. işgücüne katılımının Ancak bu verimlilik bazınönündeki en önemli da değil, cinsiyet bazında engellerden biri olan bir ayırım olur. Oysaki çocuk ve yaşlı bakımı belki o kadınlar arasında yükümlülüğünün, İpek İlkkaracan. çok başarılı verimli olacak Fotoğraf: Uğur Demir kadın, erkek, aile, deinsanlar var, ama bu kişivlet ve işveren arasınleri eliyorsunuz. da paylaştırılması için yasal ve kurumsal Türkiye’nin 45 milyon çalışan nüfusu var. mekanizmalar ve politikalar geliştirmeyi 22 milyon erkeğin dörtte üçü, 15 milyonu, hedefliyor. Konuyu, Kadının İnsan Hak22 milyon kadının ise sadece 5 milyonu larıYeni Çözümler Derneği’nden Yrd. piyasaya giriyor. Piyasayı veri olarak kabDoç. Dr. İpek İlkkaracan’la konuştuk... ul edersek, ki madem devrim yapamıy Türkiye’de kadınların işgücüne oruz(!) böyle kabul etmek zorundayız, bu katılımları artıyor mu, düşüyor mu? noktada verimliliği düşürmüş oluyoruz. Türkiye’de 50’lerden beri bu konuda Bu da piyasa mantığına uymuyor. belirgin bir düşüş var. Zaten düşük olan Çözüm önerileriniz neler? kadınların işgücüne katılım oranı gitgide Çocuk ve yaşlı bakımını ev dışına daha da düşüyor. 2007’de de Dünya taşırsak, kısmen ailelerin ceplerinden Ekonomik Forumu’nun hazırladığı para verdiği, kısmen devletin finanse etToplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’ne tiği, kısmen işverenin katkıda bulungöre 128 ülkeden 123. sırada yer aldık. duğu kreşler ve yaşlı bakım evleri açılır130 ülkeyi içeren BM sıralamasında da Deniz YAVAŞOĞULLARI Küreselleşme, Ulusal Devlet ve Sol kanlığı sırasında sanayi bakanlığı yapmış olan Björn Rosengren çok yakında bir TV kanalında itiraf etti: ”Başarının sırrı, sosyalistçe konuşup, burjuva politikası izlemektir”, dedi. ??? Siyasetin çirkin yüzünü, küresel ekonominin nasıl işlediğini, hükümetlerin rolünü solcu falan olmayan Columbia Üniversitesi ve London School of Economics hocalarından Prof. Saskia Sassen, açık seçik anlatıyor. İsveç gazetesi dagens Nyheter’e konuşan Prof. Sassen, küreselleşme yerine ’’istikrarsızlık dönemi’’ tanımını kullanmayı tercih ediyor. Uluslarüstü şirketlerin dünyayı denetim altına aldığına işaret eden Prof. Sassen, küreselleşme sürecinin ulus devletlerin hükümetleri sayesinde ivme kazandığına dikkat çekiyor. Liberallerin ve yeni sağcıların, küreselleşmeden tıpkı trafik canavarı gibi elle tutulmaz, gözle görülmez bir varlık gibi söz etmelerine yanıt teşkil eden bu sözlerini şöyle açıyor Prof. Sassen: Hükümetler, çokuluslu şirketlerin memurları gibi çalışıyor ve onların istedikleri yasaları çıkarıp, ülkelerinde geniş olanaklar sağlıyor. ??? Zengin kapitalist ülkelerde sağduyulu, aydın liberaller bile hastalığı görüyor ve dürüstçe açıklayabiliyor. Türkiye’de ise liberal cenahta da, sol cenahta da durum hüzün verici. Liberaller, özgürlük idealini, türban ve iman üzerinden yürütmekteler. Birincisi, liberallerin özgürlük idealine tümden ters kadını tutsak eden yaklaşım, ikincisi de çağdaş insanı hurafenin esiri yapan bir inanış. Bugünlerde sol hareketin dağınıklığı üzerine çok yazılıyor. Sol hareketin sol perspektifi ne acaba? Solcuların bir bölümü, demokrasi havariliğine soyunup, liberallerin kuyruğuna takıldı. Bir bölümü de etnik meselerle uğraşmanın demokratlık olduğunu sandı. Prof. Sassen’in gördüğünü kendisini solcu olarak tanımlayan biri göremiyorsa, söylenenleri anlamıyorsa onun nesi solcudur Allah aşkına. Bütün dünyada birden bire piyasaya sürülen Ermeni soykırımı kararlarının, İslamcılığın, türbancılığın, Kürtçülüğün, masa başlarında hazırlanmış senaryolar olduğunu göremiyorsa, ona solcu denebilir mi? Türban özgürlüğünü savunurken, Türkiye’nin başına türban, çuval geçirildiğini görmüyorlar. Eski komünist liderlerin neoliberal olmaları acaba bu topraklarda sol mayanın tutmadığını mı gösteriyor? Yoksa çalınan mayanın yanlış olduğunu mu? osman.ikiz?tele2.se Haziran’ında Ber2000 lin’de biraraya gelen iktidardaki 14 sosyal demokrat hükümet başkanı merkez sol siyasetçileri yeni bir platformda toplayacak bir deklerasyona imza attı. Dünya liderleri BM’in düzenlediği ’’Milenyum Zirvesi’’ için 68 Eylül’de New York’ta toplanırken, Avrupa’nın önde gelen sosyal demokrat liderleri, Almanya, Britanya, İsveç ve Hollanda başbakanları Gerhard Schröder, Tony Blair, Göran Persson ve Wim Kok’un, The Washington Post’da ortak bir makaleleri yayımlandı. Makale merkez sol hareketin yeni politik yaklaşımını anlatıyordu. Küreselleşmenin yeni olanaklarlarla birlikte sorunlara da yol açtığı belirtilen makalede, sorunlarla başa çıkmaya kararlı olduklarını ifade eden dört başbakan değerlerinin değişmediğini ama yaklaşımlarının kökten değiştiğini belirtiyorlardı. O dönemde iktidarda olan, Avrupa’nın geleneksel olarak güçlü sosyal demokrat partilerinin liderleri, küresel ilerlemeyi şu üç temel koşula bağlıyorlardı: 1Yeni dünya ekonomisinden kazançlı çıkanların halkası genişletilmelidir. Hükümet işadamlarının görevini yüklenemez ama yurttaşlara iş piyasasına katılmak, becerilerini geliştirmek ve kendi işlerini kurmak için gerekli donanım kazandırılmalı. Bunun için eğitim öncelikli yatırımdır. Refah politikaları sosyal güvenliğin ötesine gitmelidir. Sosyal güvenliğin yanısıra çalışma ve girişim özgürlüğü teşvik edilmelidir. 2Sivil toplum güçlendirilmeli. Sivil toplum fazlasıyla güçlü hükümete ve sınırsız piyasa gücüne karşı denge unsurudur. 3Yeni bir uluslararası bütünlüğe bağlıyız. Karşılıklı bağımlılığın giderek arttığı bir dünyada refahın yayılması ve sivil toplumun güçlenmesi amaçlarına yalnızca ulus devletlerin sınırları içinde harcanacak çabalarla ulaşılamayacağını biliyoruz. ??? Avrupa’nın en güçlü sosyal demokrat liderleri, özüne sadık kalarak özetlediğimiz makalede, bundan 8 yıl önce ne dedilerse bugün ülkelerinde tersi yapılıyor. Daha önce gelir dağılımında belirli bir adaleti sağlamış olan bu ülkelerde denge bozulduğu gibi artık yoksullardan söz ediliyor. Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin çatı örgütü Avrupa Sosyalist Partisi (PES) Başkanı Poul Nyrup Rasmussen, Avrupa Günü’ndeki konuşmasında çalışan sınıfın, işinden, yarınından, emekliliğinden, çocuklarının geleceğinden duyduğu endişe içinde yaşadığını söyledi. Ama Rasmussen’in reçetesi de farklı değil. Göran Persson’un başba Evden uzaklaşmadan çalışan kadınlar... sa ve bunu bir piyasa hizmeti haline getirip, yeni bir hizmet sektörü yaratmış olacağız. Türkiye’de milyonlarca 6 yaş altı çocuk var. Bu çocukların çok küçük bir oranı kreşe gidiyor, kreşleşme açısından OECD ülkeleri arasında en düşük ülkeyiz, bunu AB standartlarıyla uyumlu hale getirdiğimizde, (ki AB 3 yaş altındaki çocuklar için yüzde 30, 46 yaş arasındakiler içinse yüzde 80 gibi bir oran öngörüyor) milyonlarca aile kreş hizmeti satın alacak. Bu da istihdam yaratıcı büyük bir sektör olacak. Bu sefer kadınların ev içinde yaptığı ücretsiz hizmeti piyasaya taşımış olacağız. Bu durum hem ekonomiyi canlandıracak hem de kadınların çalışmasına imkân sağlayacak. A TAERKİL ANLAYIŞ DEĞİŞMELİ... Türkiye de çok olumlu ekonomik koşullara sahip bir ülke değil. Ailede, bir kişinin çalışması geçim sağlamaya yetebiliyor mu? Bu biraz çelişkili bir durum değil mi? Veriler bazında baktığımızda bunu görüyoruz zaten. Üniversite mezunlarının ve alt gelir seviyesindekilerin diğerlerine, örneğin ortaokul lise mezunu kadınlara göre işgücüne katılım oranları nispeten daha yüksek. Ekonomik krizlerin kadınlar üzerinde iki etkisi oluyor. Erkek işini kaybettiği için kadın çalışmaya başlıyor. Örneğin temizliğe gidiyor. Ekonomide biz buna yedek işçi etkisi diyoruz. Bir de ümidi kırık işçi etkisi dediğimiz bir şey var. Krizlerde genellikle ilk olarak, çoğu sigortasız çalıştırılan kadınlar çıkarılıyor. Kadın işgücünün dışına itiliyor ve ev kadını rolüne devam ediyor. İşgücüne katılım oranı bölgelere göre, kırsal veya büyük şehirlerde farklılık gösteriyor mu? Kırsal bölgelerde kadının işgücüne Kırsal bölgelerde kadınlar daha çok tarlalarda çalışıyorlar. Bu bölgelerde kadınların işgücüne katılım oranları, göçle büyük şehre gelmiş kadınlara göre çok daha yüksek. Bunda, tarlalara çocuklarını da götürmelerinin etkisi büyük. katılım oranı daha yüksek, çünkü orada kadın tarlaya çocuğuyla da gidebiliyor. Evdeki sorumluluklarını işe taşıyabiliyor, ama büyük şehirde böyle bir imkân yok. Göçle büyük şehre gelmiş kadınlar daha çok eve kapanıyor... Toplantıya Kore, İsveç, Hollanda, Fransa, İspanya ve Meksika’dan katılımlar oldu, oralarda durum nasıl? Meksika’da anayasada böyle bir kanunları var. Kreşler var, ama sayılarının az olmasından yakınıyorlar. İsveç ve Fransa ise zaten sosyal devletler ve bu konuda çok ilerideler. Artık onlarda bu kadın erkek eşitliği durumundan çıkmış, anayasal bir hak halini almış. Örneğin Fransa’da mahalle anneleri diye bir sistem var. Her sokakta biri ücretli olarak bu işi yapıyor. Evde oturup işe gidenlerin çocuklarına bakıyor ve geçimini bundan kazanıyor. Fransa’da kreş sistemi de çok düzgün işliyor. Farklı saatlerde çalışan ebeveynlere bile çözüm sunan bir sistemleri var... AB ülkelerinde kadınların işgücüne katılım oranları ne? Yüzde 60... Lizbon Stratejisi ile belirlenen Avrupa Birliği hedefleri doğrultusunda 2010 yılı itibarıyla Türkiye’de de kadın istihdamı oranının yüzde 60 olması gerekiyor, ama Türkiye bu hedefin 40 puan arkasında.. 2008 itibarıyla kadın istihdamı oranı yüzde 22 ... Siz bu projeyi gerçekleştirmek için nasıl bir yol izleyeceksiniz? Aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma deyince insanlar anlamıyor, “o ne?” diyorlar. Önce bunun anlatılması lazım. Türkiye’deki ataerkil yapı devlet anlayışına da yansıyor. Çocuk ve yaşlı bakımı kadının görevi olarak sayılıyor. Devlet de bu yükün kadının üstünden kalkmasına yönelik hiçbir çözüm sunmuyor. Böyle bir durumdayken, Başbakan da kalkıp “Herkes üç çocuk yapsın” diyor. Eleştirildiği halde de sözünün arkasında durduğunu vurguluyor. Değiştirilmesi gereken çok şey var, örneğin Türkiye’de bir fabrikada 150 kadın işçi çalıştırıldığı takdirde kreş açılması zorunluluğu var, ancak fabrikalar sırf bu yüzden 149 kadın işçi alıyorlar. Bu 150 kadın değil, 150 kişi olmalı. Yani önce mantalite değişmeli. Ortaya atacağımız çözümler AB uyum politikaları çerçevesinde Türkiye’nin önüne sunulacak şeyler zaten. Bu yüzden biz devlete kolaylık sağlamış olacağız. Malta’dan ülkemize büyük ödül... Kültür Servisi Malta’da bu yıl beşincisi düzenlenen ‘The Golden Cross Uluslararası Şarkı Festivali’nde; bestesi Fani Hodara’ya, sözleri Figen Çakmak’a ve düzenlemesi Eser Taşkıran’a ait ‘Alone’(Yalnız) adlı şarkı, solist Nilay Tezsay’ın yorumu ile yarışmanın en büyük ödülü ‘Grand Prix’ye değer görüldü. İtalya, Romanya, Estonya, Beyaz Rusya ve Malta gibi birçok ülkeden 34 yarışmacının, 6 yaş ile 35 yaş arası belirlenen çeşitli kategorilerde yarıştıkları etkinlikte, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu son kategoride birinciliği Beyaz Rusya, ikinciliği Estonya, üçüncülüğü Malta kazandı. lk bakışta belki sözcük oyunu gibi de görülebilecek iki soruyu bir arada irdeleyip yanıtlamaya çalışalım… Anayasa Mahkemesi’nin AKP için kapatma kararı vermemesi bu partinin kurtulduğu anlamına gelir mi? Hukuk diliyle söylenecek olursa, AKP aklandı mı? Kuşkusuz ki hayır. 11 yargıçtan 10’u bu partinin laiklik karşıtı girişimlerin ve eylemlerin odağında yer aldığına hükmetmiştir. Bundan böyle AKP, yine hukuk diliyle söylenecek olursa, sabıkalı bir siyasal örgüttür… Demek ki “kurtuldu” dememiz mümkün değil… Fakat ilk soru yine de tam olarak yanıtlanmış olmuyor… Kapatılmaktan kurtulan AKP, sabıkasına yol açan girişimlerini sürdürecek mi, sürdürmeyecek mi? Bu soruyla birlikte de “AKP’den kurtulduk mu?” sorusu gündeme gelmekte ve yazının başlığını oluşturan iki soru birleşip bütünleşmektedir… Anayasa Mahkemesi kararını, kararın arka planlarını ve her türden spekülasyona açık etkenlerini tartışmanın fazla bir anlamı yok. Sonuçta 11 yargıçtan 10’unun mahkumiyete hükmetmesi, 7 yargıcının kapatma kararı vermesinden daha az önemli değildir. Ama anlayana… Kapatılmaktan kurtulan AKP, siyasal yaşamını bundan böyle sabıkalı, şaibeli, İ CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU hüküm giymiş bir parti olarak sürdürmek durumunda olduğunun bilincinde midir? Bundan çok kuşkuluyum… Başbakan ve AKP başkanı olan siyasetçinin mahkeme kararı sonrasındaki konuşmasında geçen “Atatürk”, “laiklik” gibi sözcükler, bu kişinin bütün siyasal kariyeri boyunca yaptığı konuşmalarda sarf ettiği sözcüklerle birlikte düşünüldüğünde, yapay, iğreti, zoraki, içtenliksiz kalmaktadır… Başka türlü olmasını beklemek, safdillik, onun da ötesinde aymazlık olur… Böyle bakıldığında, AKP’nin kurtulduğunu söylemek de pek yanlış sayılmayabilir… Hazine’den birkaç trilyon eksik destek almak, “Yel kayadan ne alır” deyiminde dile getirildiği gibi, bu partinin dişindeki kıymık bile sayılamaz. Saygı duymadıkları, önce saldırıp son birkaç zamanda “kerhen” saygı duyar göründükleri bir mahkeme tarafından mahkum edilmeyi umursadıklarını düşünmek ise, yine en hafif deyimiyle safdilliktir. AKP’nin ilk uygun zamanda Anayasa AKP Kurtuldu mu? AKP’den Kurtulduk mu? Mahkemesi üyeliklerine kendisine yakın kimseleri getireceğinden ya da bu yargı kurumunu büsbütün ortadan kaldırmak için elinden geleni yapacağından kendi payıma kuşku duymuyorum. Bana kalırsa özet şudur: AKP kurtulamamıştır… Fakat kapatılmaktan kurtulmuş olmak bu partinin bugününe yeterlidir… Bir süre temkinli davrandıktan sonra bildikleri yolda ilerlemeyi sürdüreceklerdir… Başka türlü olması eşyanın doğasına aykırıdır. AKP’nin gerçek anlamda kurtulamaması, başka bir deyişle de AKP’den kurtulmak, mahkeme kararlarıyla olmaz… Daha da ileri giderek diyeceğim ki, Anayasa Mahkemesi’nin kararı kapatma da olsaydı, sadece bu karar bu partiden kurtulmaya yetmeyecekti… AKP kısa sürede derlenip toparlanacak, belki daha da güçlenmiş olarak siyaset sahnesinde boy gösterecekti… Öyleyse bu kısır döngüden kurtulmak için ne yapılabilir? Tam bu noktada cumhuriyetçi güçlerin, gerçek demokratların, gerçek yurtse verlerin uyanıklığı, bilinçliliği, birlikteliği bir kez daha önem kazanmaktadır… Her ne kadar kendini kurtulmuş gibi görüp göstermeye çalışsa da, yara almış, sabıkalanmış bu partinin eylemlerinden, söylemlerinden, girişimlerinden, gözler bir an bile ayrılmamalıdır… Demagojilerine, yalanlarına, safsatalarına, tehditlerine pabuç bırakılmamalıdır… Önümüzdeki yerel seçimlerde bu parti mutlaka, ama mutlaka geriletilmelidir… Yaşamsal önemde bir hedeftir bu… Yazımın başlığını oluşturan sorulara bir kez daha dönecek olursam, özetin özeti şu olabilir: AKP kurtulmuş sayılamaz… Ama AKP’den kurtulmuş değiliz… Anayasa Mahkemesi kararı hiç kuşku yok ki demokrasi yönünde önemli bir kazanımdır… Fakat bu demokratik kazanım, AKP’lilerin ve yandaşlarının zoraki yorumlarının tersine, partinin kapatılmasına hükmedilmediği için değil, suçluluğuna hükmedildiği içindir… Şimdi ilk aşamada yapılması gereken ise, bu sabıkalı partinin önümüzdeki yerel seçimlerde yenilgiye uğratılması için verilmesi gereken mücadeleyi, Anayasa Mahkemesi’nin tarihsel önemdeki kararıyla hukuksal ve moral bakımdan şimdi daha güçlenmiş olarak, en büyük kararlılıkla ve mümkün olan en geniş birliktelik ve dayanışmayla sürdürmektir… ataolb?cumhuriyet.com.tr Meksika’daki konferansa 22 bin bilim insanı katılıyor AIDS için büyük buluşma Çeviri Servisi Meksika’nın başkenti Meksiko’da önceki gün açılışı yapılan altı günlük 17’nci Küresel AIDS Konferansı, “Küresel müdahale şimdi” temasıyla ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı Margaret Chan’ın “AIDS insanlığın karşı karşıya olduğu en bulaşıcı, en tehlikeli hastalık” sözleriyle başladı. İlk ölümlü vakanın yaşandığı 1981’den beri 25 milyon insanın canına mal olan hastalıkla ilgili iki yılda bir düzenlenen konferansa bu yıl 22 bin bilim insanı ve dünya ülkelerinin hastalıkla ilgili sağlık politikası üreten yetkililer katılıyor. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban KiMoon, 33 milyon HIV pozitif insanın yaşadığı dünyamızda hastalıkla mücadelenin uzun bir süreç olduğunu, gerekli ilaç ve tedavi için daha çok maddi kaynağa ihtiyaç olduğunu vurgulayarak 2010 hedefleri için varsıl ülkelere destek çağrısı yaptı. BM’nin konuya ilişkin ajansı UNAIDS’in direktörü Peter Piot da geçen yıl HIV pozitiflerin yüzde 90’ının yaşadığı yoksul ülkelerde 10 milyar dolar harcandığına ancak en az 8 milyar daha gerektiğine dikkat çekerek Genel Sekreter’in söylediklerine vurgu yaptı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle