02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 8 AĞUSTOS 2008 CUMA Küçük’ün evinde bulunan belgede “Talabani’ye gönderilen silahları araştırırken öldürüldü” deniliyor Mumcu ile ilgili yeni iddia İstanbul Haber Servisi Emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün evinde bulunan bir belgede gazetemiz yazarı Uğur Mumcu suikastı ile ilgili çok çarpıcı iddialar ortaya atıldı. “Şirketler ve Köstebekler” başlıklı belgede, Mumcu’nun devlet tarafından Talabani’ye gönderilen 100 bin adet silahı araştırdığı sırada öldürüldüğü öne sürüldü. Ergenekon İddianamesi’nin “Deliller” bölümünde yer alan Veli Küçük’ün evinde ele geçirilen belgeye göre 1991 yılının Ocak ayında Makine Kimya Enstitüsü’ne (MKE) mesaj gönderilerek “çok gizli” yürütülecek bir işlemle 100 bin silahın seri numaralarının silinmesi istendi. 4 gece süren işlemden sonra silahları üst rütbeli bir subayın “Ben JİTEM komutanıyım” diyerek aldığı iddia edilen belgede şöyle denildi: “Silahlar, Irak sınırına getirilmeden bir gün önce 15 Ocak 1991’de, jandarma albay Durmuş Coşkun Kıvrak komutasındaki kuvvetler, 700 kadar PKK’lıyı kıskaca aldı. Ancak bu anda Ankara’dan gelen emirle geri çekilme Fethi Naci’nin Ardından... Başka sorunlara başka kalemler yanıt verirler. Edebi eleştiride, kendi kaleminden şu eserler, çığır açtılar: “Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme” (1981), “Eleştiride 40 Yıl” (1994), “Reşat Nuri’nin Romancılığı” (1995), “Şiir Yazıları” (1997), “Sait Faik’in Hikâyeciliği” (1998), “Yaşar Kemal’in Romancılığı” (1998), “Yüzyılın 100 Türk Romanı” (1999), “Dönüp Baktığımda” (1999). Yaşar Kemal’in şu sözleri yerinde bir tanıklıktır: “Fethi Naci gelmiş geçmiş en büyük eleştirmenimizdi”. Cemal Süreya’nın da “99 Yüz”de onun için söylediği şöyle: “Naci’yi Türk edebiyatından bir an çıkarsak, o edebiyatın dengesi bozuluverir”. Anısının önünde derin saygılarla eğiliyorum... ? Geçen pazar gecesi Güngören’de patlayan bombaların sonucunu biliyorsunuz: 17 yurttaşımız öldü; 7’si ağır olarak, 150 kişi de yaralandı. “Vahşet”ten başka ne diyebilirsiniz? Yurttaşlarımızın acılarını yürekten paylaşıyoruz... Öte yandan, yazımızı noktaladığımız bir anda, Anayasa Mahkemesi’nin beklenen kararı açıklandı. Ayrıntılı bir yazı kaleme almak vaktimiz olmadığından, sonuca bakarak ilk düşüncelerimizi kaydedeceğiz. Yüksek Mahkeme’nin kararına göre, kapatma yok, bir ağır ihtar var: Anayasa Mahkemesi’nin 6 üyesi kapatma, 4 üyesi Hazine yardımını kesme, bir üyesi de ret istemiş. Kapatma için 7 oy gerekiyordu. Sonuçta, AKP’nin kapatılmaması, ancak Hazine yardımının yarıya indirilmesi kararlaştırılmış. Anayasa Mahkemesi yine de, 10’a karşı 1 oyla, AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna karar vermiş bulunuyor. Önemlidir bu tespit ve Yargıtay Başsavcısı’nın iddianamesini büyük ölçüde onaylıyor. Geleceğe dönük olarak, AKP bu ihtarı almış olacak mı? Hayır! Çünkü, ana felsefesi laiklik düşmanlığı. Bu sürecek. Bu arada, Türkiye’nin satışı da devam edecek, toplum biraz daha çekecek, biraz daha takatten düşecek. Yazık, yazık ki yazık! Ergenekon iddianamesinin “Deliller” bölümünde yer alan Veli Küçük’ün evinde ele geçirilen belgeye göre Mumcu’nun devlet tarafından Talabani’ye gönderilen 100 bin adet silahı araştırdığı sırada öldürüldüğü öne sürüldü. Belgede, Mumcu’nun kendine gelen belgeyi onaylatmak için bazı yerlere telefon açarak “hayatının en büyük hatası”nı yaptığı belirtiliyor. si istendi. Bu emrin nedeni, sınırda çıkabilecek bir çatışmanın dikkati silah sevkıyatına çekmesi olasılığıydı. MKE yetkililerine de giden yazılı emir dosyasını, albay Kıvrak ve birkaç asker inceleyince şoke oldu. İlerleyen dönemde askerlerden biri dosyanın fotokopisini çekip gazeteci Mumcu’ya gönderdi.” Belgenin “Uğur Mumcu’nun hatası” başlıklı bölümünde Mumcu’nun kendine gelen belgeyi onaylatmak için bazı yerlere telefonlar açarak “hayatının en büyük hatası”nı yaptığı belirtiliyor. Mumcu’ya belgeyi ulaştıran kişinin Mumcu’nun açtığı telefonlardan haberdar olması üzerine kendisini arayıp “Bu işin ucu pis... Ölümüne mi susadın?” diyerek işin peşini bırakmasını istediği öne sürüldü. ALBAY’DAN MUMCU’YA NOT 23 Ocak 1993 günü ise albay Durmuş Coşkun Kıvrak’ın ısrarla Mumcu’yu aradığı, ancak ulaşamadığı ve sekreterine “Hayati bir konu, mutlaka benimle görüştürmelisiniz” diye not bıraktığı kaydedildi. Kıvrak ile görüşemeyen Mumcu’nun ertesi gün, MKE’ye gelen gizli mesajdan da 2 yıl sonra bombalı suikast sonucu ha yatını kaybettiği ifade edildi. Talabani’ye giden 100 bin silahla ilgili belgeler ise Mumcu’nun ne evinde ne de bilgisayarında bulundu. Belgede, Mumcu suikastından sonra gündeme gelen “Talabani’ye PKK’yı vurması için 100 bin silah gönderildi” söylentilerine Eşref Bitlis’in “Konuşulacak şeyler zamanı geldiğinde konuşulur” dediği anımsatılarak Bitlis’in Mumcu’dan 25 gün sonra uçak kazasında şehit düştüğüne dikkat çekildi. Belgede ayrıca Uğur Mumcu’nun birlikte çalıştığı genç gazetecilerin, onun her gün ne yaptığını, kimlerle görüştüğünü ve hangi konuları araştırdığını birilerine rapor ettiği savunuldu. Belgede, “O günlerde oldukça genç sayılabilecek bu çalışma arkadaşlarının, Uğur Mumcu’nun vefatından çok kısa bir süre sonra, TV kuruluşlarından birinde yönetim kadrosuna, yine birilerinin aracılığı ile getirilerek mükâfatlandırıldıklarına, aklı başında ve vicdan sahibi tüm gazeteciler tanık oldu” denildi. ‘Yeterli din eğitimi bile yok’ ATATÜRK’E AİT KİTAP BİLE OKUNMUYOR Şüpheli Adnan Akfarıat’ta bulunan 2000 tarihli raporda cemaatin 1992 yılından sonra hızla gelişmeye başladığı, eğitim kurumlarında çok güçlü olduğu vurgulanıyor. Siyasette henüz sempatizan bazında bir örgütlenmenin olduğu, basın yayın alanlarında da güçlü oldukları, “Zaman, Sızıntı, Yeni Ümit, Ekoloji, Aksiyon, STV, Burç FM” gibi örgütlenmelerin olduğu ifade ediliyor. Başkanlığını Gülen’in yaptığı “İstişare Grubu”nun ardından, “Dünya İmamı”, sonra da “Coğrafi Bölge İmamı” geliyor. Evlerde Atatürk’e dair hiçbir kitabın okunmadığı ifade edilerek Gülen’e “mehdi” nazarında bakıldığı, Atatürk hakkında hakaret içerikli lakapların kullanıldığı kaydediliyor. İstanbul Haber Servisi Ergenekon iddianamesinde şüpheli Adnan Akfırat’a ait belgeler arasında, Fethullah Gülen ve “ışık evleri” hakkında emniyet raporu da bulunuyor. Ankara İl Emniyeti’nin hazırladığı 2000 yılına ait “gizli” ibareli yazıda, Gülen’in örgütlenme biçimi anlatılarak, nihai amacının teokratik devlet kurulması olduğu belirtiliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Daire Başkanlığı’nın soruşturma açtığı, konuyla ilgili belge istenmesi üzerine il emniyetinin de çalışma başlattığı kaydediliyor. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen “Işık tarikatı illegal örgütlenmesi” ile ilgili raporda, Gülen hareketinin örgütsel yapı taşıyıp taşımadığını anlamak için taraftarlarını etkilemede kullandığı yöntemin ideolojik tahlilinin yapılmasına gerek duyulduğu belirtiliyor. Gülen’in yeterli din eğitimine sahip olduğunun kuşkulu olduğu ifade edilerek âlim olmayı gerektirmeyen dini hikâyeleri, ıstıraplı ses tonu eşliğinde, sohbetlerindeki gözyaşı suyu ile aktardığı, böylece kişilerin manevi alanlarına nüfuz ettiği belirtiliyor. “Kişileri istediği yöne sevk etmeyi başarması birçok entelektüel kesimin kendisinden etkilenmesini sağlamıştır” denilerek, bu gibi organize suç ya aporda, Gülen’in yeterli din eğitimine sahip olduğunun kuşkulu olduğu ifade edilerek âlim olmayı gerektirmeyen dini hikâyeleri, ıstıraplı ses tonu eşliğinde, sohbetlerindeki gözyaşı suyu ile aktardığı, böylece kişilerin manevi alanlarına nüfuz ettiği belirtiliyor. Raporda, “Gülen cemaatinin devlet içindeki yapılanması, alışılmış örgütlenme modelinin dışındadır. Tarikata göre makamlar öncelikli, kişiler ikinci plandadır” deniliyor.§ R Gülen, Recep Tayyip Erdoğan’la. IŞIK KIŞLALARI... pılanmalarının, kullanmada ön planda tuttuğu hedef kitlenin başında, gençlerin gelmesinin düşündürücü olduğu ifade ediliyor.İddianamede, “Devletin bazı önemli mevkileri ile teşkilatımız bünyesinde bulunan başta Polis Koleji, Akademisi olmak üzere, birçok eğitim kurumumuz adı geçen tarikatın ilgi alanına girmiş, teşkilatlanmaları adeta bir sistematiğe bağlanmış gibi devam etmektedir. Gülen cemaatinin devlet içindeki yapılanması, alışılmış örgütlenme modelinin dışındadır. Tarikata göre makamlar öncelikli, kişiler ikinci plandadır” deniliyor. Gülen’in âlim olmayı gerektirmeyen dini hikâyeleri, ıstıraplı ses tonu eşliğinde, sohbetlerindeki gözyaşı suyu ile aktardığı, böylece kişilerin manevi alanlarına nüfuz ettiği raporda belirtiliyor. Belgede, şeriat yerine İslam, Cumhuriyet dönemi yerine talihsiz karanlık ya da upuzun hicranlı dönem dediği, militan yerine hizmet erleri, ışık süvarileri, laik kesimler yerine karşı cephe, hasım cephe, Cumhuriyet dönemi yöneticileri yerine o kafalar, Atatürk ya da İsmet İnönü dönemi için ise “mabede giden yolların kapatıldığı zaman dilimi” dediği iddia ediliyor. eden örgütsel yapısının ortaya çıkacağı ifade ediliyor. “Işık kışlaları” da denilen evlerde telkin ve inandırma yönteminin kullanıldığı ifade edilerek şöyle devam ediliyor: “Gülen’in kitaplarındaki gerçek niyetini gizlemek için kullandığı kelimelerin yerine niyetini gösteren sözcükleri koyduğunuzda çok kullandığı ancak ne olduğunu bir türlü izah etmediği hedefinin, gelecekte zümre hâkimiyetini hedefleyen teokratik bir rejim olduğu hemen anlaşılmaktadır.” Belgede, şeriat yerine İslam, Cumhuriyet dönemi yerine talihsiz karanlık ya da upuzun hicranlı dönem dediği, militan ye Aynı raporda mevcut bürokratlara hoş görünerek, “kullanabileceğin sürece faydalan” mantığı ile yönetim kademelerini kontrol altında tutmaya çalıştıkları ileri sürülüyor. “Işık tarikatı” olarak adlandırdıkları, Gülen örgütlenmesinin, “yol göstericilik” ve “irşad edicilik” şeklinde tanımlanan yapısının dışında, Gülen’in kendi deyimi ile “İbni Erkânı (ışık) evlerinde yetiştirmeden, sabırla pişirip olgunlaştırmadan yapılacak her şey ham hayaldir” diye mensuplarına ihtiyat telkin rine hizmet erleri, ışık süvarileri, laik kesimler yerine karşı cephe, hasım cephe, Cumhuriyet dönemi yöneticileri yerine o kafalar, Atatürk ya da İsmet İnönü dönemi için ise “mabede giden yolların kapatıldığı zaman dilimi” dediği iddia ediliyor. Şeriat hedef, Atatürk yerine “deccal” şeklinde kullandığı deyimlerinin hedefinin ne olduğunu açıkladığına dikkat çekiliyor. Kitaplarında askeri terminolojideki, kışla, süvari, ordu, cephe gibi kelimeleri sık kullanmasının dikkat çektiği ifade edilerek, devleti en üst düzeyde ele geçirmeyi, emniyet ve istihbarat birimlerini ele geçirme teşebbüsü olduğu kaydediliyor. Gülen’in bu niyetini gösteren açıklamalarının da bulunduğu raporda, Gülen’in kitaplarında geçen ışık evlerinin “bir örgütsel yapılanma” içerisinde olduğunu gösterdiğini, örgütsel yapının genel hatları itibarıyla da bizzat Gülen tarafından çizildiği belirtiliyor. Işık evlerinden ayrılan bir kişinin anlatımlarına da dikkat çekilen raporda, “Işık evlerinin hücre evi” olduğu, Gülen’e göre kapılarına kilit vurulan tekkelerinin görevini yapan evler olduğu kaydediliyor. Evlere girişlerin gizli olduğu, evlerden sorumlu bir ev imamının olduğu anlatılarak, imamların 6 ay ya da bir yılda değiştiği, maddiyatla ilgilendikleri, evlerde Gülen’in kasetlerinin izlendiği ifade ediliyor. Evlerde 45 kişinin yaşadığı, cemaatin, ışık evleri, ağabeyler ve talebeler üzerine kurulu olduğu, bu evlerde kalan öğrenciler de belli zaman sonra adam kazandırmalarının istendiği dile getirilerek, “Yeni ilişki kurulan öğrenciler ders çalışmak bahanesiyle evlere davet edilir. Ders konusunda yardımcı olunur. Sesli ve görüntülü kasetler ve Gülen’in kitapları okutulur” deniliyor. Raporda, “Şer’i esaslara dayalı devlet kurmayı hedeflediği değerlendirilen Gülen ve yandaşları, 28 Şubat kararlarının alınmasının ardından, özellikle soruşturma ile ilgili yazışmaların başlamasıyla, birçok örgüt evini boşaltmış, faaliyetlerini mevzi koruma kurallarına uyarlamıştır. Şu anda birçok örgüt mensubu, aile evlerinde örgütsel faaliyetlerini sürdürmektedir. Gülen’in örgütlenmesinin ekonomik boyutu da göz önüne alındığında, gelecekte ülkemizi bekleyen tehlikenin büyüklüğü endişe verici boyuttadır” deniliyor. debiyata büyük ilgi duyduğum gençlik yıllarımdan biliyorum, 1950’lerde, Nurullah Ataç, edebiyat eleştirisinde bir tür tanrı gibiydi. Yazılarında ölçütü “sevdim”, “sevmedim”, “beğendim”, “beğenmedim” olsa da, engin bir kültür açısından baktığından, pek öğretici idi ve yönlendiriyordu. Ve edebiyatta, gençleri arkasından sürüklerdi. 1957’de öldüğünde dünyamız yıkılmıştı... Eleştirinin büyük ustası, genç yazarları da yüreklendirirdi. 50’li yıllarda, Fethi Naci adını da ondan duymuştuk; onun iyi yazdığını her fırsatta söylüyordu usta. Nitekim, dergilerden bildiğimiz genç yazarın 1956’da yayımladığı “İnsan Tükenmez” adlı ilk kitabı büyük ilgi görmüştü. Yazarın, kendi deyimiyle, “Fransız Marksistlerinden öğrendiklerini edebiyatımıza uygulamaya çalıştığı” eser, edebiyatta yeni ufuklardan bakıyordu. Kısacası, “sol açıdan” bir esintiydi. Farkına varıldığı için, kitap, Ceza Yasası’nın 142. maddesine aykırılık suçlamasıyla yargılanmıştı. Fethi Naci, yayımladığı yazılardan oluşan bir başka eserinde, “Gerçek Saygısı”nda (1959) bu soluk sürüyordu. 1960’a gelindiğinde, Dost dergisinin düzenlediği bir soruşturmanın sonucuna göre, Fethi Naci en beğenilen eleştirmendi. 60’lı yıllar, Türkiye için olduğu kadar, onun için de atılım yılları oldu: 1962’de Türkiye İşçi Partisi üyeliği kısa sürdü. Öyle olsa da dergilerde, Sosyal Adalet’te, Yön’de ve Ant’ta, sol ve sosyalizmin izinde yazdıkları pek önemlidir. 1965’te kurduğu Gerçek Yayınevi’nde geçireceği yıllar toplumcu sanatın ilkelerini koymakta olduğu kadar, yeni bir kültürün kitaplığını kurmakta da çığır açıcıdır: “100 Soruda” adlı seri, çağımızın ve Türkiye’nin karşılaştığı sorulara, en yetkin kalemlerden yanıtlar arar. “Azgelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm” (1965), “Emperyalizm Nedir?” (1965), “Azgelişmiş Ülkelerde Askeri Darbeler ve Demokrasi” (1966), “Kompradorsuz Türkiye” (1967), ”Atatürk’ün Temel Görüşleri”(1968), o seride kendi kalemindendir. E Yoksullaşma ‘çürütüyor’ İstihdam alanını genişletemeyen hükümet, kömür ve yiyecek yardımlarıyla yurttaşı ‘dilenci’ yaptı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yoksullaşma, Türkiye’de temel ahlaki değerleri çökertti. İstihdam alanını genişletemeyen AKP iktidarı, “kömür, yiyecek” yardımlarıyla yurttaşı, “dilenci” konumuna düşürürken, insanlar özel yaşamlarının en gizli ayrıntılarını, “para kazanmak” uğruna, televizyonlardaki yarışma programlarında “pazarlar” hale geldiler. Toplumsal çürümenin son örnekleri ise Konya’da çoğu yoksul ailelerin çocuklarını gönderdikleri kaçak Kuran kursu olarak faaliyet gösteren öğrenci yurdunun çökmesi ve geçen günlerde bir kamyon kasasında havasızlıktan boğulan 13 kaçak göçmenin cesedinin boş araziye atılmasıydı. Ekonominin 2001 kriziyle dibe vurduğu Türkiye’de, AKP iktidarının “yoksullukla mücadele” politikaları “aspirin” çözümlerden öteye geçemedi. Son dönemde yaşanan bazı sosyal çöküntü örnekleri şöyle: Konya’daki Kuran kursu faciası: Konya’nın Balcılar beldesinde, “kaçak Kuran kursu” binası olarak kullanılan bir vakfa ait yurtta, yatılı kalan yaşları 1216 arasındaki kız çocuklarından 17’si, LPG tankının patlaması nedeniyle çöken binanın altında can verdi. Yurtta kalan öğrencilerin çoğu yoksuldu. Çöken binanın enkazından ağır yaralı olarak kurtarılan Meryem ve Fatma Özbağrıaçık’ın babası Ahmet Bağrıaçık, Taşkent ilçesinin bir köyünde yaşıyor. Bulabilirse mevsimlik işçilik ya da hamallık yaparak yaşamını kazanıyor. “Yemekiçmek bedava” diyerek, kızlarını 2 yıldır bu yatılı Kuran kursuna gönderdiğini söylüyor. Büyükçekmece’deki ‘ceset tarlaları’: Türkiye, bir başka “çürüme” şokunu, İstanbul Büyükçekmece’de boş araziye bırakılan “kaçak göçmen cesetleri”nin bulunmasıyla yaşadı. Gözü dönmüş “umut tacirleri”, Avrupa ülkelerine giderek “refah içinde yaşam” hayalleri kuran kaçak göçmenlerden, kamyon kasasında boğularak öldükleri anlaşılan 13’ünün cesedini, boş alana bıraktılar. Çocuk tacizcisi İslamcı yazar: Bağnaz dinci Vakit gazetesinin 76 yaşındaki yazarı Hüseyin Üzmez’in, yanında çalışan ailenin 14 yaşındaki kızına cinsel tacizde bulunduğu, genç kızın ihbarıyla ve “utandıran” telefon kayıtlarıyla ortaya çıktı. Kız çocuğuna Mudanya’daki evinde defalarca cinsel saldırıda bulunduğu ortaya çıkan Üzmez, tutuklanarak cezaevine konuldu. 70 milyon yatak odasında: Türkiye’deki yozlaşmaya, özel televizyon kanalları, fazlasıyla katkı yaptı. “Gelinim olur musun”, “Benimle evlenir misin”, “Size anne diyebilir miyim?”, “Bir prens aranıyor” gibi adlar altında sunulan yarışma programlarında, insanlar para uğruna, özel yaşamlarını “genelleştirmeyi” göze aldılar. Programlar aile facialarına yol açtı. Bir genç, annesini öldürdü. İstanbul Haber Servisi Ergenekon dava dosyasında dini inancı, etnik kimliği, özgeçmişi, üyesi olduğu dernek ya da siyasi parti bazında, herhangi bir fişleme belgesinde adı bulunmayan neredeyse kalmadı. TSK mensupları mezhep, siyasi eğilim gibi başlıklar altında fişlenirken Sabetaycıların nasıl ayırt edileceğine ilişkin isim, tip gibi özellikler sıralanmış. Dosyada, “Sabetayist İsimlerin Menşei” başlıklı bir belge bulunuyor. Belgede, Türkiye’de “Sabetaycılar” ve “Museviler”in, isimlerini gayet sistemli olarak toplam sekiz türlü seçtikleri ileri sürülüyor. Tevrat’ta geçen ismin Türkçe ya Sabetayist fişleme da Arapça karşılığı, İbranice ve Türkçe arasındaki ses benzerliği vasıtasıyla en yakın ismin alındığı iddia ediliyor. Tevrat’ta geçen ve tüm dünyada kullanılan Yahudi isim ve soy isimleri başlığı altında, uzun bir liste oluşturan birçok isim sıralanıyor. Sabetaycıların yalnızca Selanikli olmadıkları; ABD, Türkiye, İsrail, Almanya, Fransa’da yaşadıkları ifade edilerek Türkiye’de hangi ilde, İstanbul’da hangi semtte bulundukları belirtiliyor. Mevlevi cemaatinin çok kilit noktalarında da bulundukları iddia edilerek “Bu cemaatte, Orta Asya’dan göç etmiş kanısı uyandıracak şekilde aldatıcı bir çekik gözlülüğe rastlanır” deniliyor. Yavuz, Cengiz, Atilla, Timur gibi isimleri alan Sabetaycıların olduğu ifade edilerek “Ergene, Ergeneman, Ergenetürk, Ergenekon, Ergenekan, Er genemen soyisimli Sabetaycıları da vardır” deniliyor. Belgede, soy isimleri, yer ve renk isimleri bile ayrıntılı incelemeye tabi tutulmuş. Belgenin sonunda da “Sabetaylist” başlıklı fişleme metni yer alıyor. Birçok siyasetçi, işadamı, sanatçı, gazeteci, yazar, akademisyen, ünlü ve üst düzey asker, Sabetaycı olarak kimliklerini gizlemekle itham edilirken listenin bir “kara liste” olmadığı vurgusu yapılıyor. En sonda, “Tipik Sabetayist isimler taşıyan ve dönme olmaları kuvvetle muhtemel bazı şahıslardan örnekler” başlığında da birçok isim zikrediliyor. Listelerin fotoğraflı hazırlandığı görülüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle