21 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası [email protected] Bölge ‘şiddet içerikli bir sirke’ dönüşmüş durumda… C S TRATEJİ 5 kulaklarınızla duyun. En açık ifade ile bir mücadelenin, işgale karşı yıllardır sürdürülen bir direnişin küresel hakimiyet projeleri karşısında düştüğü yenilginin hazin bir resmidir Filistin. Başka bir deyişle yukarıda bahsettiğimiz "vahşi" siyasetin, bir davayı nasıl erittiğinin, içini nasıl boşalttığının, nasıl onursuzlaştırdığının açık bir örneğidir Filistin. Ulusalcılığın, küreselcilik karşısında, küreselciliğin oluşturduğu, büyütüp beslediği radikalizmin karşısında anlamsızlaştırıldığının yanık bir türküsüdür… Y unan düşünür Aristo’ya göre insan politik/siyasi bir varlıktır (zoon politikon). Başka bir deyişle siyaset "zehri" insanoğlunun doğasında vardır; genetik şifrelerine kodlanmış en güçlü özelliklerinden biridir. İnsan, hayatının her alanında, doğumdan ölüme kadar her konuda siyasete bulaşmıştır. Öyle ki farkında olmadan bile hayatının her safhasında küçükbüyük stratejiler belirler, politikalar izleri yani siyaset yapar… İnsan siyaset ile bu kadar iç içeyken, hayat siyaset ile bu kadar örtüşürken kısacası insan, gerçekten de Aristo’nun dediği gibi siyasi bir varlıkken önermeyi bir de tersten düşünmeyi deneyelim. İnsan siyasidir evet, peki ya siyaset ne kadar insanidir? Bunu hiç düşündünüz mü? İnsanoğlu yaşamını siyaset üzerine kurgulamışken, dünya siyaset çarkı ile dönerken siyaset, insani ya da insancıl olmanın ne kadar yakınında, ne kadar uzağında duruyor sizce? Cevap hiç de sandığınız kadar zor ya da karmaşık değil aslında. Sadece tarihe bakmak yeterli. Ama bakmak ile görmek arasındaki ince çizgiyi özenle gözeterek elbette. Tarihin satır aralarında çıplak gözle bile görülebilen cevabımız tahmin de edeceğiniz gibi "hayır". Yani insan siyasi bir varlıktır ama siyaset hiç de insani değildir. Dahası siyaset güce dönüştüğü anda ya da tam tersi güç siyasete dönüştüğü anda insaniyetten bahsetmek imkansız hale gelir. Bu formülasyonu görmek için tarihin en önemli mekânlarından biri olan Ortadoğu’ya dünbugünyarın düzleminde bakmak yeterlidir. Öyle çok da gerilere gitmeye gerek yok. Siyasetin nasıl olup da acımasız, kural tanımayan bir güce dönüştüğünü ve gücün derecesi arttıkça siyasetin ne kadar vahşileşebildiğini Ortadoğu’nun hemen hemen her zerresinde görebilmek mümkün. Afganistan’da, Irak’ta, Lübnan’da ve Filistin’de yaşananlar ve dahası yaşanacak olanlar her şeyi gözler önüne sermeye yetiyor da artıyor bile… Ortadoğu yine bölünüyor RADİKALLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ? Filistin örneğinden devam ederek Ortadoğu’nun şekillendirilmeye çalışılan yeni çehresini görmeye çalışalım şimdi de. Filistin’de ne oldu? ABD ve İsrail önderliğinde Batı bir blok halinde "ılımlı" olarak nitelendirdikleri Mahmut Abbas’ı ve El Fetih’i yani görmek istedikleri Filistin’i "öteki" yani radikal Filistin’den, Hamas’tan ötekileştirme yöntemi ile çekip aldı. Yani şimdi ortada fiilen iki Filistin var. Biri Batı’ya dost, diğer düşman. Tam da ABD’nin Ortadoğu’da her ülkede oluşmasını istediği gibi. Çünkü böylece kendisine dost bir yönetim ve karşısında düşman bir muhalefet oluşturabileceği bir zemin kazanmış oldu. Yani ABD Ortadoğu’da yeni "Karzailer, Malikiler" ve tam karşısına konumlandırılacak "Talibanlar" yaratmanın peşinde. Farkında mısınız, Ortadoğu yeni bir kamplaş(tır)ma ile karşı karşıya. ŞiiSünni’den sonra şimdi de Radikal ve Ilımlı olarak iki yeni kampımız oldu. Ortadoğu büyük bir hızla Ilımlılar ve Radikaller olarak ikiye ayrılıyor. Bir tarafta küreselleşme ile barışık, uluslararası sermayeye göz kırpan, Batı ile ilişkileri iyi, her türlü diyaloga açık, Batı’dan gelecek her türlü yardıma, desteğe aç ve açık bir "ılımlı kanat", diğer tarafta ise küreselleşme ile Batı ile hiçbir diyaloga yanaşmayan, diyalog şöyle dursun alenen Batı’yı düşman kabul eden, genel itibari ile şiddeti (farklı boyutlarda) bir yöntem olarak kullanan, milliyetçiliği ya da siyasal İslamcılığı benimseyen bir "radikal kanat". Fark ettiniz mi, ABD’nin şu meşhur Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki "ılımlıradikal" ayrıştırmasına ne kadar da benziyor. Bu ayrıştırma projesinin ilk ayağı Afganistan’da Karzai yönetiminde oluşturulan "Afgan hükümeti" ile Taliban arasında başlatılmıştı. Daha sonra Irak’ta, daha sonra Lübnan’da ve şimdi de Filistin’de. Dinamikler, aktörler ve faktörler farklı ama sonuçlar hep aynı. Bir yanda söz dinlemeyen radikaller, bir yanda söz dinleyen ılımlılar. Politika bu, peki ya strateji: Ilımlılarla birlik olup radikalleri tecrit etmek ya da daha da radikalleştirmek. Sonuç mu? Ne derler bundan iyisi Şam’da kayısı. Yani bu yeni kamplaşma ile Ortadoğu’da Batı’nın özellikle de ABD’nin istediği bir Ortadoğu kompozisyonu çıkıyor karşımıza. Her ülkede politikalarını uygulayacak ılımlılar ve izlenecek politikalara meşruiyet zemini oluşturacak radikaller. Ayrıca bu kamplaşma ile oluşacak ve yine ABD’ye davetiye çıkaracak, önüne kırmızı halılar serecek bir iç çatışma, bir iç savaş… İşte Afganistan, işte Irak, işte Lübnan, işte Filistin... Sıra kimde dersiniz? Bu sözler size bir şeyler anımsatıyor mu? "Radikalleştiremediklerimizden misiniz o zaman sizi ılımlılaştıralım." Ya da ılımlı demişken " Tehlikenin farkında mısınız?"... Hiçbir gelişmenin şaşırtıcı olmadığı Ortadoğu, laboratuar olarak kullanılmaya devam ediliyor. Batı’nın özellikle de ABD’nin bölgede zaman zaman düşük, zaman zaman yüksek dozda politikalar izlediği görülüyor. Son dönemde doz Filistin’de artırılmış durumda. başka hangi tohum filizlenebilir ki? Arap siyasi düşüncesine hakim olan işte bu "düstur" yüzünden de bugün karşımızda fikir birliği içerisinde bir Arap dünyası ve özgün bir Ortadoğu yok. Bundan sonra görmek de çok zor olsa gerek. Öyle ki, yüz binlerce kilometre öteden, okyanus ötesinden kalkıp gelen birilerinin bölgeyi bir "sirke" dönüştürmesine seyirci kalmak hatta sırtındaki kırbaca aldırmadan, ateş çemberlerinden atlatılan "aslan" olmayı kabullenmek bağımsızlığı en baştan reddetmek; dışarıya bağlı ve bağımlı iktidarı tam bağımsızlığa tercih etmek anlamına gelir. İşte Ortadoğu’da siyaset "bu" demektir… Örneğin Filistin’e bakın ve bağımsızlık davasının birden bire yerle bir olup da nasıl içerde bir kan davasına dönüştüğünü gözlerinizle görün, ANLAŞMAMAYA ANLAŞMAK... Güç demişken, siyaset demişken siyasetin olmazsa olmazı hizipten bahsetmemek de olmaz öyle değil mi? Hele ki Ortadoğu’dan dem Filistinli gruplar birbiriyle çatışıyor vuruyorsak hiziplerden hizip beğenmek durumunda bile kalabiliriz. Öyle ki kimse kimseyle anlaşamıyor Ortadoğu’da. Hatta anlaşamamakla kalmıyor, kavga ediyor, çatışıyor, savaşıyor… Irak’ta Şiiler ve Sünniler; Lübnan’da Batı karşıtları ve Batı yanlıları; Filistin’de ise radikaller ve ılımlılar birbirlerini ötekileştirip, düşmanlaştırıyorlar. Sonuç, siyasetin ve gücün ne kadar gayri insani olduğunun kanıtı olarak, oluk oluk akan kardeş kanı… Nitekim Irak’ta, Lübnan’da ve son olarak Filistin’de yaşanalar akıllara Arap birliğini savunan "ulu" Arap Milliyetçiliği çoktan son nefesini vermiş olduğunu ama cenazeyi kaldıran kimsenin olmadığını getiriyor. Ama bunda şaşılacak da pek bir şey yok aslında. Öyle ya Arapların ataları değil miydi zaten "Araplar anlaşmamaya anlaştılar" diyen. Uzlaşmanın, anlaşmanın olmadığı yerde hizipten
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle