02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

tutarlı ve istikrarlı bir politika izlemeye çalışılmış ve önce Kıbrıs Türk Federe Devleti, sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adını olan statü her şeye rağmen bugüne kadar korunmuştur. Bu statünün adil ve kalıcı bir çözüm oluşuncaya kadar devam ettirileceği, devlet politikası olarak belirtilmiştir. Çözümün BM çatısı altında oluşabileceği belirlenmiştir. Çözümün önce konfederasyon esasına göre olabileceği, sonra da iki kesimli, iki toplumlu, egemen iki devlet esasına göre olacağı ilan edilmiştir. Ancak 2002 sonuna kadar devam ettirilen bu politikadan, bu tarihten itibaren sapmalar meydana gelmeye başlamıştır. Bu sapmaların sebebi Türkiye’nin AB’ye her şeye rağmen girmedeki ısrarı, AB’nin bu aşırı hevesi bir koz olarak kullanması, Türkiye’nin de bugüne kadar muhafaza ettiği Kıbrıs Devlet Politikası’ndan AB’ye girmek için tavizler verebileceğini ima etmesidir. Geçici iktidarların verdiği ödünler, sorunu ağırlaştırabilir. Türkiye’nin ve adadaki Türklerin hakları korunmadan, adil ve kalıcı bir çözüm olmayacağı ise devlet politikasıdır… olmuştur. Seçimlerden sonra AB ile ilişkilerde yeni bir sürece girileceği, Kıbrıs politikasının da gerek AB, gerekse Türkiye açısından buna paralel olarak yeni bir durum alacağı beklenmektedir. Türkiye’nin son 4 yıl içindeki politikası, KKTC iç politikasına da yansımış ve burada da bir iktidar değişikliğine ve buna paralel olarak da politik yaklaşımlarda değişikliğe sebep olmuştur. KKTC’de Rumlarla bir arada yaşamayı çağrıştıran Birleşik Kıbrıs’tan dahi bahsedilmeye başlamıştır. Bu son derece tehlikeli bir yaklaşım olarak görülmektedir. Türkiye’deki seçimlerden sonra olası bir iktidar değişikliğine paralel olarak KKTC’de de bir iktidar değişikliği olabileceği ve dolayısı ile daha tutarlı bir politikanın yolunun tekrar açılabileceği değerlendirilmektedir. Çünkü Kıbrıs’taki iktidar ve politikanın, Türkiye’nin aynası gibi benzerlik taşıdığı düşünülmektedir. Şurası bilinmelidir ki, Kıbrıs konusu esas itibariyle Türkiye’nin meselesidir ve güvenlik konusudur. C S TRATEJİ 21 Türkiye’ye hareket serbestisi kazandıracağı kıymetlendirilmektedir. Kıbrıs konusunda da, GKRY’nin kendi sınırları içinde Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmasının, mevcut bölünmüşlüğün kabullenilmesi sonucunu getireceği ve KKTC’nin diğer ülkeler tarafından tanınmasına ortam yaratacağı düşünülmektedir. Türkiye’nin iki kesimli, iki toplumlu, egemen iki devlet anlayışına dayalı politikasını ısrarla devam ettirmesi, çözümün mutlaka kendi menfaatlerine uygun olacağı zamana kadar bunu sürdürmesi, eleştirilse de çözümsüzlüğün geçici bir çözüm olarak kabul edilmesi, bunun mümkün olmayacağı da göz önünde tutularak KKTC’nin bağımsızlığının tanınması konusunda uluslararası girişimlerini arttırması uygun olacağı açıktır. Yukarıda incelenen ve tespit ve değerlendirmeler yapılan durumlar da göz önüne tutularak Kıbrıs sorununun Türkiye Cumhuriyeti için ne ifade ettiği konusuna baktığımızda, her şeyden önce bir tarihi miras konusu olduğunu görmekteyiz. Kıbrıs bize, Osmanlı Devleti’nin Lozan’la tasfiye edilip tarih sahnesinden silinmesine rağmen onun mirasçısı olduğumuzu hatırlatmıştır. Türk milletinin siyasetçisi, sivilasker bürokratı ve sokaktaki vatandaşının, etrafındaki olayları daha objektif bir biçimde görmeye başlamasına imkân sağlamıştır. Kıbrıs Türkiye’ye, Lozan’a sahip çıkmakla beraber, milli hudutlar dışındaki soydaşları ile ilgilenmesi mecburiyetini hatırlatmıştır. Bugün Türkiye’nin Balkanlar’la, Kuzey Irak’la, Kafkaslarla, Orta Asya ile Doğu Türkistan’la ilgilenmesi bu mecburiyetin gereğidir. Medeni Kanun’da mirasın reddi veya kabulü ile ilgili bazı maddeleri vardır. Ancak, tarihi mirastan ve onun yükümlülüklerinden kaçınmak, tutarlı bir devlet için mümkün değildir. Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren bir konudur. Kıbrıs’ın başka bir güç elinde bulunması, Türkiye’nin güneyden kuşatılması anlamına geleceğinden, adanın hâkimiyetinin ya Türkiye’nin elinde olması, ya da başka bir güç tarafından tehdit teşkiline imkân vermeyecek bir statüde olması gerekmektedir. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hareket serbestliği Kıbrıs’ın güvenilir ellerde olmasına bağlıdır. Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin güvenirliğini ilgilendiren bir konudur. 50 yıldır süren bir meseleyi kendisi ve Kıbrıs’taki Türk toplumunun menfaatleri istikametinde halledemeyen bir Türkiye’nin, kendisine güven duyan veya duymak isteyenlere güven vermesi mümkün değildir. Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin bir iç siyaset konusudur. Hiçbir siyasi partinin ve siyasetçinin Türk kamuoyunu tatmin etmeyen bir çözümü kabullenmesi mümkün değildir. Böyle bir durum, o parti ve siyasetçinin, Türk siyasi hayatından silinmesi demektir. Aynı zamanda Kıbrıs meselesi duygusal bir konudur. 50 yıldır Kıbrıs denilince Türkiye heyecanlanır. Bazen duygular, akıl ve mantığın da önüne geçebilir. Her fedakârlık göze alınabilir. Sonuç olarak Kıbrıs meselesi; Ada’da yaşayan 200 bin Türk için, eşit siyasi haklara sahip, güven içerisinde, hür ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri bir vatana sahip olunması, Türkiye için de yabancı güçler tarafından Anadolu’nun güneyden kuşatılmasına, ulusal güvenliğinin tehdit edilmesine ve Doğu Akdeniz’deki etki alanının kısıtlanmasına engel olunması meselesidir. Bu nedenle Kıbrıs konusunun dar bir çerçeveye sıkıştırılmaması, bugüne kadar adada barışın hâkim olduğunun göz ardı edilmemesi, mutlaka çözeceğim diye bugüne kadar sürdürülen politikaların bir tarafa bırakılarak, katlanılan fedakârlıklar görmezlikten gelinerek taviz verilecek bir konu olarak algılanmaması gerekmektedir. TÜRKİYE, AB, KIBRIS Türkiye’nin AB süreci ile Kıbrıs konusundaki çözümün birbiri ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen AB bu konuyu, Türkiye’nin adaylık statüsü kazandığı 1999 Helsinki Zirvesi de dahil olmak üzere, o zamandan beri birbiri ile ilintili politika haline getirmiştir. Türkiye’yi AB sürecinin içinde tutabilmek için Kıbrıs konusunu hep AB sürecinin bir Erdoğan parçası ve Türkiye’ye yaptırım aracı olarak kullanmıştır. Bunda Yunanistan’ın ve AB’nin büyük bir sorumsuzlukla birliğe üye olarak kabul ettiği GKRY’nin de rolü büyüktür. Ayrıca bu konu, Türkiye’yi birliğe üye olarak almak istemeyen ülkeler ile Türkiye’den bir nevi intikam almak isteyen üyeler için de bir koz olarak kullanılmaktadır. AB tarafından, Türkiye’nin sırf müzakere tarihi alabilmek amacı ile imzalayarak taahhüt ettiği Gümrük Birliğinin Genişletilmesi Ek Protokolü’nün yürürlüğe konması talep edilmektedir. Türkiye’nin bu protokole attığı imzadan sonra, atılan imzanın GKRY’nin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınması anlamına gelmediğini ifade eden deklarasyonuna AB, karşı deklarasyonla bu deklarasyonun kabul edilemeyeceğini duyurmuştur. GKRY’yi Kıbrıs’ın bütünü adına temsil ettiğinin bir ifadesi olan, Türkiye’deki liman ve hava alanlarının Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında GKRY’e açılmasını da kapsayan bu protokolün uygulanması hususu tam bir çıkmazın içine girmiştir. Türkiye bu uygulamayı, KKTC üzerinde uygulanan izolasyonların kaldırılması ile eşdeğer tutarak, liman ve hava alanlarının açılmasının izolasyonların kaldırılması ile mümkün olabileceğini beyan etmiştir. Bu iki konunun birbirini dengelemesi mümkün değildir. İzolasyonların kaldırılması Kıbrıs Türkü için bir hak ve aynı zamanda AB’nin, Türk tarafının Annan planını kabul etmesinden sonra KKTC’ye verdiği bir sözdür. Türkiye’deki iktidar, Kıbrıs Politikası’nda, yaklaşan seçimlerden dolayı daha milliyetçi bir tavır takınmaya başlamıştır. Protokolün uygulanması konusu bir yıla yakın bir süredir askıya alınmış gibi görünmekte, Avrupa Birliği de bu durumu göz önünde tutarak Türkiye’ye bu konuda bir zorlama yapmamaktadır. Aslında bu duruma, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin son zamanlarda durgunlaşması, müzakere dosyalarının açılması konusunda isteksizlik ve yavaşlama, AB üyesi ülkelerdeki yeni seçimlerde Fransa’da başta olmak üzere Türkiye’nin AB üyelik sürecine devamı ile ilgili pürüzler çıkması da sebep SORUNUN BOYUTLARI Kıbrıs’taki uyuşmazlık siyasidir. Bu nedenle, GKRY, AB tarafından desteklenmeye devam ettikçe ve çözüm için zorlanmadıkça, kazanımlarından vazgeçmeyecek, Türk tarafını bir azınlık olarak görmeye devam edecektir. Bu durum, Gül Ada’da kurucu halklardan biri olan Kıbrıslı Türkler için kabul edilemez. AB, Kıbrıs sorunu çözülmeden GKRY’yi tüm adayı temsilen üye olarak kabul etmekle, uluslararası hukuka aykırı davranmış olmanın yanı sıra, çözümü zaten çok zor olan bir sorunu çıkmaza sokmuştur. Yapmış olduğu bu hatayı kapatmak için Türkiye’nin AB giriş sürecini istismar ederek Türkiye’yi zorlamakta ve bu konuda ısrarlı davranmaktadır. Türkiye, AB ile üyelik müzakereleri sürecinde her aşamada GKRY’nin ve belki de Yunanistan’ın veto tehdidi ile karşı karşıya kalacak ve ödünler vermeye zorlanacaktır. Bu noktada Türkiye’nin AB üyeliğini, devletin bekası ve çıkarları ile KKTC halkının geleceğini düşünerek iyi değerlendirmesi gerekmektedir. AB giriş sürecinde öne çıkan Kıbrıs sorununun çözüm bulma şekli, çözüm bekleyen Ege sorunları ve diğerlerine örnek olabilecektir. Bu nedenle, diğer konulardaki siyasi baskı ve istekleri de dikkate alarak Türkiye’nin AB tam üyeliği konusunda ısrarlı olmamasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. Bunun yerine şartları Türkiye tarafından oluşturulacak bir ortaklık ve ilişkinin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle