02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 Doç. Dr. Birol AKGÜN Selçuk Üniversitesi Ulusalararası İlişkiler Bölümü Hudson Enstitüsü’nün medya üzerinden yaptığı… C S TRATEJİ olmak üzere düşünce kuruluşları tarafsız ve bağımsız değildirler. Temsil ettikleri devletlerin, firmaların veya ideolojik eksenli kuruluşların çıkarlarını temsil ederler. Örneğin ABD’deki en eski ve köklü düşünce kuruluşlarından biri kabul edilen RAND Corporation 1946 yılında Savaş Uçağı üreten Douglas firmasına askeri konularda tavsiyelerde bulunmak üzere kurulmuştur. Küreselleşmeyle birlikte ilgi alanları ülke sınırlarını aşan bu kuruluşlar bazen ülkeleri adına açık istihbarat toplama faaliyetlerini, bazen de askeri ve siyasi konularda devlet adına bazı fikirlerin dünya kamuoyuna pompalanması işlevlerini de üstlenmektedirler. Bu nedenle batılı düşünce kuruluşlarının ürettikleri stratejiler, önerdikleri çözüm önerileri ve hazırladıkları raporlar her zaman masum değildir. Belli çıkarları ve değerleri temsil ederler. Düşünce kuruluşlarından üniversiteden beklenen tarafsızlık ve nesnellik beklenmemelidir. Nitekim bugün ABD başkentinde faaliyet gösteren hangi kuruluşların siyasi ve ideolojik anlamda hangi kesimin ve hatta hangi ülkelerin çıkarlarına hizmet ettiği konuyu yakından izleyenler için pek de bilinmeyen bir sır değildir. İşte Türkiye’de fırtınalar koparan Hudson Enstitüsü de bugünkü Amerikan yönetimi ve İsrail lobisiyle yakın ilişki içinde olduğu iddia edilen muhafazakar bir düşünce kuruluşudur. Neocon askeri ve siyasi elitlerin etkisi altındaki kuruluş, bir diğer İsrail yanlısı kuruluş olan Washington Yakın Doğu Politika Enstitüsü (WINEP) gibi Türkiye’nin iç ve dış siyasetteki gelişmeleriyle yakından ilgilenmektedir. Bu iki kuruluş son zamanlarda daha çok Pentagon’la yakın ilişki içindeyken, Türkiye ile yakından ilgilenen diğer iki kuruluş, Brookings Enstitüsü ve Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin (CSIS), ise daha çok Demokrat Parti’nin çizgisinde olduğu söylenmektedir ve son zamanlarda ABD dışişleri bakanlığının izlediği çizgiye daha yakın durmaktadırlar. A BD başkentinde faaliyet gösteren Hudson Enstitüsü’nde ülkemizden bazı asker ve sivillerin de katılımıyla gerçekleşen ve Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik muhtemel bir sınır ötesi operasyonunun yaratacağı olası siyasi etkilerinin tartışıldığı toplantı Türk medyasında ve iç siyasette derin bir sarsıntı yarattı. Kuşkusuz konunun sansasyonel bir skandal habere dönüştürülmesinde ülkemizin seçim sathı mailine girmiş olmasının ve büyük şehirlere sıçramaya başlayan PKK terörünün yarattığı güvensizliğin önemli payı var. Ancak olay daha derinlemesine analiz edildiğinde, 11 Eylül sonrasında ABD’nin Afganistan ve Irak işgaliyle başlattığı Avrasya ve Ortadoğu bölgesinin siyasi coğrafyasını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme politikasının ve bu nedenle Türk toplumunda ABD’nin Türkiye’ye yönelik niyetlerinin de pek masumca olmadığına ilişkin derin şüphelerin de bir sonucu olarak görmek gerekir. Üstelik tartışmayı düzenleyen kuruluşun İsrail ve Amerikan aşırı sağıyla yakın bağlantılarının olması ve zamanlama olarak Türkiye’nin gerçekten de PKK’ya karşı askeri bir operasyonun sinyallerini verdiği bir döneme tekabül etmesi ve Kerkük’te düzenlenecek referandum takviminin yaklaşması gibi etkenler de olayın Türk medyasına taşınmasına neden olmuştur. Nitekim Genelkurmay Başkanlığı dahi konuyla ilgili bir açıklama yapma gereği duymuştur. Bu yazıda son gelişmeler ışığında, uluslararası ilişkilerde ve dış politika yapım sürecindeki etkileri giderek artan düşünce kuruluşlarının rolleri tartışılacak ve ardından da Hudson Enstitüsünde tartışılan son senaryoların kimin çıkarına hizmet ettiği ve Türkiye’de kimlere mesaj verilmek istendiği sorularına cevap aranacaktır. Türkiye’ye yönelik psikolojik savaş Üniversiteler bir ülkenin, bölgenin etnik, kültürel yapısını inceleyebilir ancak bilimsel etik bunun emperyalizmin emrine verilmesini engeller. Düşünce kuruluşları ise beslendikleri ideolojik kaynak için bu görevleri yerine getirebilir. Son Hudson tartışması da bu yöndedir. oluşturduğu gibi, 19. yüzyıldan itibaren de başka uluslar hakkında elde edilen bilgiler emperyalizmin tüm dünyayı sömürgeleştirme ve yönetme çabalarını kolaylaştıran bir işlev gördü. Nitekim Fransa ve İngiltere gibi bazı ülkelerde 19. yüzyılda üniversitelerin antropoloji, linguistik ve etnoloji gibi bazı bölümlerinin hızla yaygınlaşması ve gençler için popüler meslek dalı haline gelmesi ile geri kalmış toplumların sömürgeleşmesi süreci arasındaki ilişki hayli ilginçtir. Bu anlamda dünya siyasetinde etkin rol oynayan büyük güçlerin bilgi ihtiyaçları ve öncelikleri ile bilimsel gelişmeler arasında yakın bir ilişki olduğunu söylemek yanıltıcı olmasa gerektir. Bu arada bilimin üretildiği merkezler olarak üniversiteler 20. yüzyılda hızla yaygınlaşmıştır. Ancak üniversite kendi saygınlığını koruyabilmesi için toplumsal sorunları incelemede nesnel olmak ve bilgi üretim sürecinde iktidarların pratik amaçlarıyla arasındaki mesafeyi korumak zorundadır. Örneğin üniversite Afrika kıtasının coğrafi, etnik ve siyasi yapısına ilişkin derinlemesine bilimsel inceleme ve araştırma yapabilir. Ancak iktidar sahiplerine Afrika’daki bir ülkenin nasıl daha iyi sömürülebileceği ya da Irak’taki hangi sosyal grubun bir işgal esnasında ABD’yle işbirliği yapabileceğinin analiziyle uğraşmak, üniversitenin temsil ettiği ahlaki ve bilimsel değerlerle pek bağdaştırılamaz. İşte ABD’de düşünce kuruluşlarının temel fonksiyonu bilimsel ve ahlaki kaygılardan dolayı üniversitenin üstlenemediği "iktidarın siyasi amaçları için bilgiyi kullanılabilir kılmak" ve bu amaçla stratejiler üretmektir. Bu anlamda denilebilir ki, düşünce kuruluşları bilimsel alanda yeni bilgiler üretmekten çok var olan bilgiyi hükümetler, devletler veya özel şirketler adına güç veya kar amacına yönelik strateji ve taktikler üretir. Dolayısıyla bugün bizim ülkemizde de dahil BEYİN FIRTINASI MI? Türkiye ile ilgili Hudson Enstitüsü’nde tartışılan ve PKK’nın Ankara’da Anayasa Mahkemesi eski başkanının öldürülmesi ve İstanbul’da kanlı bir intihar saldırısının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi bir operasyon düzenlemesi senaryosu ile ilgili cevap aranması gereken temel sorular vardır. Birincisi bu senaryoyu Türkiye olarak bizler nasıl okumalıyız? İkincisi, kritik bir zamanda gündeme gelen bu senaryo ile Türkiye’de kimlere mesaj verilmek isteniyor? Üçüncüsü, kapalı kapılar ardında tartışılan bir konunun tüm ayrıntıları hangi amaçla basına sızdırıldı? Öncelikle belirtmek gerekir ki, ABD başkentinde tartışılan böyle bir senaryonun masum ve rutin bir "entelektüel tartışma" veya sıradan bir beyin fırtınası olarak görülmesi mümkün değildir. Zamanlama ve konu seçimi açısından ülkemizdeki bazı güç merkezlerine örtülü mesajlar vermeyi amaçlamaktadır. En başta da sınırda PKK’ya karşı operasyon için aylardır yığınak yapan ve son haftalarda artan şehit cenazeleri nedeniyle ciddi bir toplumsal baskı altında kalan TSK’ya yönelik olduğunu söylemek mümkün. Zira ABD, TSK’yı Ortadoğu ve Avrasya bölgesini kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye yönelik çabalarında en önemli engel olarak görmektedir. Hatta Putin’in ABD’ye karşı son zamanlarda artan eleştirisinin Türk kamuoyunda ve TSK içinde sempatiyle izlendiğine ilişkin söylentiler DÜŞÜNCE KURULUŞLARI Genel olarak Batı dünyasını ama özellikle ABD’yi siyasi anlamda güçlü kılan yönlerden biri de bilgi teknolojilerini, bilgi kaynaklarını ve bilgi üretim süreçlerini kendi kontrolünde tutmayı başarmalarıdır. Bilginin serbestçe üretilmesi ve yayılması Batı toplumlarının modernleşmesinin kaynağını Zeyno Baran
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle