17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

birlikte 19.yüzyılda bu tablonun doğal sonucu kendisini gösterdi ve ayrışma ortaya çıktı. Bütün bunları şunun için söylüyorum. Bakınız biz Anadolu’da da gene aynı şekilde İmparatorluk döneminde bir milletleşme mücadelesi içinde olmadık. Bu çabaya bilinçli olarak cumhuriyet döneminde girmeye başladık. Cumhuriyet döneminin en temel argümanı Anadolu’daki nüfusumuzu bir millet haline dönüştürme iddiasıdır, arayışıdır. Bir uluslaşma süreci, bir milletleşme süreci Türkiye’de cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülmüştür ve çok büyük bir başarı da sağlanmıştır. Bugün Anadolu’da o çabaların sonucunda bir millet olduğumuzu kavramaya başladık. Alt kimlikleri aşmayı, mezhep, etnik köken kimliklerini aşmayı ve hepimizin aynı milletin bir parçası olduğumuz duygusunu bilincini sahiplenmeyi o cumhuriyet döneminin çabasıyla gerçekleştirdik. C S TRATEJİ Panele ilgi yoğundu... 7 gelecek için gerçekçi bir hedef olarak kabul edilmesinin hiçbir temeli kalmamıştır. Gerçekleşmeyecek bir umuda, temelsiz bir hayale dayalı olarak koca bir milletin politika götürmesi çok ciddi bir yanlış olur. Böyle bir yanlışa artık sürüklenmemeliyiz. Sayın Özbek doğru söylüyor çünkü bir rahibin kızı olarak yetişmiş bir siyasetçi olarak dürüstçe bu konuda açık konuşmayı kendisine ilke edinmiş Bayan Merkel doğruyu söylüyor. Peki, o 50 yıl sonra Türkiye ancak bugünkünden daha ileri AB’yle ilişki kurabilir dediği halde sanki o bilmiyormuş da biz biliyormuşuz gibi tam üyelik için çalışıyoruz diye kendimizi aldatmamızın kabul edilebilir bir tarafı olabilir mi? "O öyle söylese de biz alacaklarmış gibi yürüyelim". Böyle bir şey olabilir mi? Nereye götürür seni o? Artık gerçekle yüzleşme zamanı AB konusunda da Türkiye’ye kendisini dayatmıştır. Değerli arkadaşlarım, tabi bunu söylerken şunu da ortaya koymak gereğini duyuyorum. Türkiye öyle bir noktadadır ki, bütün dünya ile sağlıklı, olumlu, verimli, çok yönlü güzel ilişkiler kurma potansiyeline sahip bir ülke. Böyle bir ülkenin kendisini kısıtlamasının, kendisini belli ilişkilerden yoksun bırakmasının bir anlamı, bir yararı olduğunu kesinlikle inanmıyorum. Dünyanın her kesimiyle de iyi ilişkiler kuracağız. Rusya’yla da kuracağız, Avrupa’yla da kuracağız. Amerika’yla da kuracağız, Çin’le de kuracağız. Hindistan’la da kuracağız, Ortadoğu ülkeleriyle de kuracağız. Bu coğrafya bizim. Bu coğrafyada herkesle iyi ilişkiler kurmaya açık, kendine güvenen bir ülke olmalıyız. Bunun için uluslaşma sürecinin bırakılıp ayrıştırma sürecinin Türkiye’de tezgâhlanmasına göz yummamamız gerekir. Eğer kendi ulusal bütünlüğümüzü, ulusal dayanışmamızı, milli kimliğimizi sahiplenerek bu bölgede başı dik durursak herkesle de sağlıklı ilişkiler kurmayı başarırız. Türkiye’nin potansiyeli, insanımızın kanıtlanmış vasıfları dürüst bir yönetimle bütünleşmesi halinde bu bölgede çok parlak bir geleceğe doğru yönelmemesi için hiçbir neden olmadığına kesinlikle inanıyorum. AYRIŞTIRMA SÜRECİ Bu uluslaşma süreci henüz tamamlanmamıştır ve şimdi artık uluslaşma süreci bir tarafa bırakılmıştır, ayrıştırma süreci Türkiye’ye dayatılmaya başlanmıştır. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağı sorunları oluşturan temel tehlikelerden birisi Türkiye’deki uluslaşma sürecini geriye çevirecek, Türkiye’yi bir ayrıştırmaya taşıyacak, bir etnik kimlikler dağılmasını amaçlayan bir sürecin bilinçli olarak bilinçsiz olarak Türkiye’ye dayatılmakta oluşudur. Bakınız bu süreç bazen demokratikleşme adı altında, demokratikleşmenin bir gereği olarak önümüze getirilir. Sanki demokratikleşmenin gereği etnik ayrışmayı mutlaka ortaya çıkarmakmış gibi, demokratik olmak etnik kimlik sahipliğine dayalı bir farklılaşmaymış gibi bir anlayış dayatılmak istenir. Bazen de bu silah gücüyle yapılır. PKK’nın denediği odur. Türkiye’nin uluslaşma sürecini geri çevirme teşebbüsüdür PKK’nın yaptığı. Silah gücüyle, silah tehdidiyle Türkiye’de ulusal bütünlüğü sarsma girişimidir. Bazen bu AB adına yapılır. AB yapay azınlıklar oluşumunu medeni olmanın, Avrupalı olmanın, çağdaş olmanın bir gereği diye sunar. Eğer gerekli duyarlılığı, bilinci, dikkati sergilemezseniz, yakayı kaptırırsınız ve yapay azınlıklar serpilmeye, yeşermeye, gelişmeye başlar. Türkiye nüfusunu ve ulusal bütünlüğünü milletleşme, uluslaşma sürecinin içinden geçmekte olduğumuz bu kritik ortamda özenle sahiplenmek ve sürdürmek durumundadır. Ortadoğu’da yaşanan işte bu ayrıştırma politikasının kanlı meyveleridir. Bu bize uygulanamamalıdır. Bu silah zoruyla bize dayatılabilir, demokrasi adına dayatılabilir, çağdaşlaşma, medenileşme, Avrupalılaşma adına dayatılabilir ve sonu hüsrandır, sonu felakettir, kesinlikle meydanı boş bırakmamak zorundayız. Önümüzdeki döneme yönelik olarak benim dikkatinizi çekmek istediğim bir temel nokta bu Türkiye’nin homojen toplumsal yapısını dağıtmaya yönelik çabalara fırsat vermemek gerekir. Çeşitli özentiler getirilir, telkinler yapılır, söylemler geliştirilir ve böyle bir kültür Türkiye’ye dayatılır ve herkes kendisini sorgulamaya başlar, benim etnik kökenim ne diye? Kendisine ulusal kimliğin ötesinde bir etnik kimlik bulamayanlar neredeyse mahcubiyet duygusu içine düşme zorunda bırakılırlar. Türkiye kendisine dayatılan hukuk dışı, ulusal yararlarımıza kesinlikle uygun olmayan bir takım ‘Türkiye kendi hukuku ve ulusal yararları konusunda hiç tereddüt olmayan bir noktada teslimiyete sürüklenirse artık, çok tehlikeli bir domino etkisiyle bunun bir zincirleme teslimiyet sürecini beraberinde getirmesinden kaygı duyuyorum.’ politikalarla karşı karşıya. Türkiye kendi hukuku ve ulusal yararları konusunda hiç tereddüt olmayan bir noktada teslimiyete sürüklenirse artık çok tehlikeli bir domino etkisiyle bunun bir zincirleme teslimiyet sürecini beraberinde getirmesinden kaygı duyuyorum. O nedenle ulusal haklarımız konusunda olağanüstü duyarlı ve dikkatli davranmak durumundayız. Bunun test edileceği en önemli yer Kıbrıs’tır. Çünkü Kıbrıs’ta artık durum netleşmiş, Türkiye’ye çeşitli müdahaleler yapılmış, bundan sonraki aşamalarda burada bir tereddüdün ortaya çıkması halinde Türkiye’nin sadece Kıbrıs’ta değil bu coğrafyadaki varlığının da ciddi şekilde sorgulanmasına elverişli bir ortamın doğmasından kaygı duyarım. O nedenle bilinmelidir ki, Kıbrıs’ta sergileyeceğimiz direnç sadece Kıbrıs için değil Türkiye’nin bu coğrafyadaki varlığı için sergilenmesi gereken dirençtir. Artık gelinen noktada şu ortaya çıkmıştır; Kıbrıs’ta iki ayrı millet, ayrı din, iki ayrı siyasi oluşum vardır. O ayrı siyasi oluşumun parlamentosu, hükümeti, iktidarı, muhalefeti, basını, televizyonu, mahkemesi, sivil toplum kuruluşları, güvenlik güçleri vardır. Bunu yok saymak artık mümkün değildir. Bunun herhangi bir şekilde AB tarafından kabul görmüş bir siyasi kimliğin bir parçası haline dönüştürme, oraya bağlama girişimlerinin hiçbir geçerliği yoktur. Kıbrıs’ta yapılması gereken iş çok nettir, fiili durum, hukuki durum haline dönüştürme konusunda kararlı olmak gerekir. ‘MİLLİYETÇİLİK ÇİMENTODUR’ TUSAM’ın organizasyonu tam zamanında yapılmıştır. Bizim kendi kimliğimizle ilgili tereddüt noktasını aştığımızı, kendi kimliğimize sahip çıkma konusunda bir mahcubiyet içinde olmadığımızı herkese göstermemiz lazım. Daha geçenlerde bir büyük ülkenin resmi yetkilisi bir Türk gazetecisine "milliyetçilik gurursuzluktur" dedi. Milliyetçilik Türk toplumunun çimentosudur. Bu bizim bizi biz yapan temel değerimizdir. Bizim milliyetçiliğimiz hiçbir zaman başkalarına husumet duyan bir milliyetçilik olmamıştır. Biz milliyetçiliğimizi birisine olan düşmanlığımızdan almıyoruz. Bizim milliyetçiliğimiz bütünleştirici, ayrıştırıcı değil, düşmanlık tavsiye eden değil, dostluk tavsiye eden, kaynaştıran, birleştiren, bütünleyen bir milliyetçilik anlayışıdır. Biz milliyetçiliğimizle dayanışmamızı en alt düzeylerden, en yukarı düzeylere çıkarıyoruz. Bu coğrafyada yaşayan bütün insanları hiçbir etnik, inanç, mezhep ayrıştırması yapmadan, kader ortaklığı içinde, bilinç temelinde birleştirerek bir anlayış ortaya koyuyoruz. Bu işte saygıdeğer bir milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik gurursuzluk değildir. Bu milliyetçilik bizim onurumuzdur, gururumuzdur. Bununla iftihar ediyoruz. Biz bir imparatorluğun ahfadıyız, evlatlarıyız ve o imparatorluk içinde, o imparatorluk çökünce işgal altındaki bir coğrafyada yaşamayı içine sindirememiş, bunu olumsuzluk saymış, anavatana gelmenin bütün sıkıntılarını bunun için göze almış insanlarız biz. Hepimiz Türk milletinin bir parçasıyız." KIBRIS VE AB Bunu söylemekten de kimse mahcubiyet duygusu içine girmemelidir. Bu kendimize saygının, hukukun, insan haklarına saygının gereğidir. Üstelik 1960’lardan bu yana gelen uluslararası sözleşmelerin, anlaşmaların, hukukun bir gereğidir. Bundan sonra tekrar bir araya gelinecek, bir çözüm bulunacak, Annan Planı’nda sağlanmayan çözüm daha makul, daha yaşayabilir bir şekilde yeniden üretilecek gibi hayallerin hiçbir gerçekçi tarafı yoktur. Bunu söyleyen bir Türkiye bölgede ciddi alınmaya başlayan bir ülke olur. Bu konuda hakkına sahip çıkmayan bir Türkiye her türlü baskıya davetiye çıkaran bir Türkiye olur. AB ile geldiğimiz noktada da artık Türkiye’nin tam üye olarak AB’ye kabul edilmesini önümüzdeki makul
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle