Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Ali KÜLEBİ TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanvekili akulebi@tusam.net Başka üyelerle benzeri olmayan bir AB İLE İLİŞKİLERİMİZ Söz konusu açıklamalara bakarak Türkiye AB süreç yaşanıyor… ilişkilerine dair, şöyle bir seyir takip etmiştir C S TRATEJİ kinci Dünya Savaşı’ndan sonra belki de abartılmış bir Sovyet tehdidi ve Rusların Türkiye üzerinde asırlardır sürdürdükleri emellerin etkisi nedeniyle yüzümüzü yalnız Batı’ya çevirmekle kalmadık, bütün kurumlarımızı ve egemenliğimizi de Batı ipoteği altına soktuk. Bu ipotek, özellikle 1948’de yürürlüğe giren Marshall Yardımı ile etkisini arttırdı. Ekonomik politikalarımız, sanayileşme ve ulaştırma yatırımlarımız Marshall Planı’nın bize cazip ve havadan gelmeymiş gibi gözüken kredi ve yardımlarıyla, yabancı güçlerce kontrol altına alındı. Bundan doğan rehavetle de İkinci Dünya Savaşı sonrası elimizde bulunan dünya çapındaki altın ve döviz rezervlerini tükettik. Bu olgu bizi 1957’lerde etkisini ciddi şekilde gösteren enflasyon, devalüasyon ve yokluklar devrine getirdi. 19501960 döneminde, 1952’de NATO’ya girmiş olmamızın da bir sonucu olarak, hızla Amerikan etkisine girdik. Özellikle dış politikamız adeta bir sömürge ülkesinin varabileceği kişiliksiz bir bağımlılıkla Amerikan eksenine girdi. Bu politika bizi dış dünya ile ilişkilerimizde çelişkili yanlışlara götürdü. Dış Türkleri tamamen unuttuk, özellikle Balkanlar’da ve Irak’taki Türklerle bağımız koptu. Atatürk devrinin Afganistan’daki Türklere yönelik uzun vadeli hedefler içerebilecek ve bizi Sovyetlerin parçalanabileceği günlere hazırlayacak Orta Asya Politikası yok farz edildi. NATO nedeniyle, Ege’de Yunanistan’a ait adaların, Montrö ve Lozan’a aykırı olarak silahlandırılmasına göz yumduk, 1960 sonrası, ihtilalin de etkisiyle ve belki de yine Amerikalıların işine geldiğinden Avrupa’ya yakınlaşma süreci başladı. Halbuki Avrupa’nın Türk düşmanlığı daha gerçekçi bir bakışla o günlerde tespit edilebilirdi. Aramızdaki tarihsel uzlaşmazlık ve Türk milletinin değil Avrupa topraklarına yerleşmesi, Anadolu’da bile bulunmasından rahatsız olan ve Avrupa’nın "Hasta Adamı" olarak görülmek istenen, bu konumda tutulmak için Avrupalı emperyalist güçlerce özel gayret sarf edilen Türkiye’nin, Avrupalıların kurduğu birlik için tek önemi, büyük ve deneyimli askeri gücüyle Sovyet tehdidinin bir bölümünün Avrupa’ya yönelmesini engelleyecek bir kuvvete sahip olmasıydı. Nitekim 1990 sonrası, Sovyet tehdidi ortadan kalkınca Avrupalıların Türkiye politikasında oynaklıklar ve bahaneler giderek artmaya başladı. İ AB ile ilişkilerdeki sefalet Çünkü artık Türkiye’nin Sovyetlere karşı Akdeniz, Avrupa ve Ortadoğu için tampon bölge oluşturma özelliği kalmamıştı. Hala kendi güvenliklerini etkileyecek gelişmeler açısından Ortadoğu’da önümüzdeki süreçte neler olacağının kestirilememesi ve gelecekte daha çok ihtiyaçları olacak enerjiyi belli bir ölçüde Türkiye üzerinden alma zorunluluğu AB ülkelerinin Türkiye politikalarını idare edici, oyalayıcı ve zamana oynayan nitelikte şekillendirdi. Bu oyalamada güdülen bir diğer önemli amaç ise hiçbir şey vermeden boş vaatlerle üzerimizdeki uzun vadeli ve aynı zamanda art niyetli emellerini gerçekleştirmek amacıyla ulusal/üniter sistemimizi tahrip etmek ve bizden elde edecekleri tavizleri "sıkı fıkı" olacakları, kendilerine uygun bir Türkiye ile (iktidarla) sürdürmektir. Türkiye AB ilişkileri çıkmaza doğru ilerliyor. AB ile ilişkiler uğruna Türkiye çok önemli zaman kaybına uğruyor. Dış politika seçeneklerini kullanamıyor, tek yanlı bağımlılık artıyor. Türk yetkililer, tamamen AB’ye yönelmiş, diğer seçenekleri hiç dikkate almıyorlar. diyebiliriz; 18 Şubat 1952: Türkiye’nin NATO üyesi olması, 31 Temmuz 1959: Ankara’nın Avrupa Ortak Pazarı’na ortak üyelik için başvurması, 12 Eylül 1963: Ankara Antlaşması’nın imzalanması ile Gümrük Birliği ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üyelik için imza atılması, 19, 23 Kasım 1970: Katma Protokol ve ikinci mali protokolün Brüksel’de imzalanması, 1 Ocak 1973: Katma Protokol’ün yürürlüğe girmesi ile Gümrük Birliği’nin nasıl uygulanacağının esasa bağlanması, Temmuz 1974: Türkiye’nin anlaşmalardan doğan hakkını kullanarak Kıbrıs’ta barış harekatına girişmesi, 30 Haziran 1980: Ortaklık Konseyi’nin, 1987’ye kadar hemen bütün tarım ürünlerinde gümrük vergilerinin azaltılması kararı alması, 16 Eylül 1986: Türkiye ve Avrupa Ekonomik Topluluğu Konseyi’nin ortaklık yöntemini tekrar gözden geçirmesi, 14 Nisan 1987: Türkiye’nin Topluluğa tam üyelik için başvurusu, 6 Mart 1995: TürkiyeAvrupa Birliği Ortaklık Konseyi’nin Gümrük Birliği’nin 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmesi hususunu karara bağlaması, 1213 Aralık 1997: Lüksemburg Zirvesi’nde Avrupa Birliği ülkeleri liderlerinin Türkiye’ye adaylık statüsünü tanımayı reddetmeleri, 1112 Aralık 1999: AB Helsinki Zirvesi’nde AB Konseyi’nin Türkiye’nin adaylık statüsünü tanıması, 8 Mart 2001: AB Bakanlar Konseyi’nin ABTürkiye katılım ortaklığını benimsemesi, 19 Mart 2001: Türk Hükümeti’nin AB normlarına uymak üzere Türkiye Ulusal Programı’nı kabul etmesi, Eylül 2001: TBMM’nin Kopenhag Kriterleri’ne uyum sağlamak üzere 30 kadar yasal düzenlemeyi kabul etmesi, Ağustos 2002: AB Konseyi’nin Kopenhag’da, Aralık 2004’e kadar Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyum sağlamış olması halinde Türkiye ile katılım müzakerelerine başlanabileceğini karara bağlaması, 9 Ocak 2004: AB’nin çok olumlu karşıladığı ölüm cezasını kaldırma kararının alınması, 6 Ekim 2004: Komisyon’un Türkiye ile ilgili ilerleme raporunu açıklaması, 17 Aralık 2004: AB Konseyi’nin, Türkiye ile 3 Ekim 2005’de katılım müzakerelerine başlanmasına karar vermesi, 23 Mayıs 2005: Türkiye’nin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ı baş müzakereci olarak ataması, 1 Haziran 2005: Türkiye’nin Eylül 2004’de kabul ettiği ceza yasasının yürürlüğe girmesi, 17 Haziran 2005: