22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TMMOB Şehir Plancıları Odası nayasa Mahkemesinin "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın orman alanlarının tahsisine imkan sağlayan Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmeliğin dayanağı olan 2634 sayılı Turizm Teşvik Yasasının 8. maddesinde yer alan bazı düzenlemelerin Anayasanın 169. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal eden" kararı, doğal ve ekolojik değerlere haiz kıyılarımızdaki orman alanlarımızın hızla tesisleşmesi ve bu değerlerini yitirmesinin önüne geçilmesi anlamında TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak savunduğumuz ilkelerin ve kamuoyuna sunduğumuz görüşlerin doğruluğunu teyit eder bir karar olmuştur. Bu kararla, kötü örneklerini gördüğümüz, turizm amaçlı tahsis işlemleri sonucunda, orman arazilerinin yok edilmesinin önüne geçilmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır. Bilindiği gibi Turizmi Teşvik Yasası 1980’li yılların başında Turgut Özal hükümeti tarafından yürürlüğe konmuş ve bu yasal düzenleme doğrultusunda da hazine arazilerinin turizm tesisleri yapılmak üzere üçüncü şahıslara, sermaye odaklarına uzun süreli kiralama yöntemi ile tahsis edilmeye başlanmıştı. AK Parti Hükümeti ise 2003 yılında bu yasal düzenlemede yapmış oldukları değişikliklerle Turizm Merkezlerinde ve Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgelerinde bulunan Orman Alanlarını da benzer tahsis işlemlerine konu etmiş, kıyılarımızda bulunan hazine arazisi varlığının yanı sıra özellikle Akdeniz bölgesinde sahil orman alanlarının da hızla tahsis işlemleri ile yapılaşmasına yol açmıştır. Olması gereken ülkemiz için önemli ekolojik ve kültürel değerleri olan bu alanların hiçbir şekilde tahsis A Orman alanlarının tahsisi yeniden gündeme taşınmak isteniyor işlemine konu edilmeksizin ciddi şekilde korunmasını sağlamaktır. Sadece Turizmi Teşvik Yasası değil, buna benzer biçimde hazine arazilerinin satışını düzenleyen diğer yasama çalışmaları ile Orman Yasası gibi bu dönem gündemimizde sıklıkla yer eden benzer yasal düzenlemelerde de, kentlerimizde ve kent dışı alanlarda tarım alanlarını, orman arazilerini, içme suyu kaynaklarını, koruma alanlarını tereddüt etmeden yerleşime açan, tahsis, arazi devir ve satış yolları tanımlanmaktadır. Bütün bunlar yoğun ve hızla betonlaşan kimliksiz ve sağlıksız yerleşmelerin oluşmasına, doğal varlıklarımızın telafisi olanaksız biçimde tahribatına, ve gerçek anlamıyla turizm sektörünün asıl sermayesi olarak gördüğümüz tüm bu zenginlik ve değerlerimizin yok olmasına neden olmaktadır. Doğal değerlerin, ekolojik zenginliklerinin yok edildiği bir ülkede uzun vadede de sürdürülebilir bir turizm kalkınmasından söz etmek mümkün değildir. Bu alanların tüketimi yasal düzenlemelerin desteği ile korumakullanma dengesi gözetilmeden, planlama kararlarını aşarak gerçekleştirilmektedir. Gerek kentlerimiz içinde gerekse yakın çevrelerinde kamunun mülkiyetinde bulunan hazine arazileri ile orman alanları hiçbir şekilde satılmamalı, özelleştirilmemeli ya da tahsis edilmemelidir. Kamuya ait, daha da önemlisi gelecek nesillerimize ait bu değerli taşınmazlara sadece ekonomik bir değermiş gibi bakıp, kamusal kullanımdan çıkarılarak üçüncü şahıslara, belli çevrelere, rant getirecek değerlermiş gibi "pazarlamak" kentlerimizin, doğal varlıklarımız ve değerlerimizin olduğu kadar turizm sektörünün de geleceğini olumsuz etkileyecek kararlardır. Kısa vadede ekonomik kaynak olarak gördüğümüz bu alanların hızlıca tüketilmesi süreci ile turizm sektörümüzün gelişmesinden söz etmek mümkün değildir. Ayrıca, bu tür yatırımların, genellikle devri kolay olan mülkiyetlerin, daha sorunsuz ve değerlerini tahsis eden kurumla, tahsisten faydalanan sermaye gruplarının belirlediği kamuya ait hazine alanlarında yoğunlaştığı görülmektedir. Yatırımcılar öncelikle üst ölçek planlarda daha sonra arsa ve arazi düzenlemelerinin yapıldığı imar planlarında yer seçimleri yapılmış, kapasitesi hesaplanmış, kentin diğer fonksiyonları ile ilişkilendirilmiş ulaşım ağı ile entegre edilmiş "turizm tesis alanlarına" yönlendirilip bu alanlarda yatırım yapmaları teşvik edilmemekte, tüm bu süreçler atlanarak, yok sayılarak tahsisler gerçekleştirilmekteydi. Yatırımcılar hiçbir bedel ödememek, bütün bedelleri kamu değerlerine yüklemek gibi bir tutum içinde davranmaktaydı. Oysa ki, planlama faaliyetlerimizde, doğal ve kültürel değerlerimiz mutlak biçimde korunması gereken alanlar olarak ele alınmakta ve korunarak gelişmeleri doğrultusunda kararlar getirmektedir. Her sektör için uygulamalar bu planlar esas alınarak yapılmalıdır. Ancak iptal edilen bu yasal düzenlemede görüldüğü gibi, buna benzer düzenlemelerde de planlama süreçlerinin belli bir kazanç elde etme bakışıyla yok sayıldığı, bütünlüğünün yitirildiği, yatırımcının talebini esas alan uygulamalara tanık olduk. Gelinen noktada Anayasa mahkemesinin kararı son derece olumlu ve gelecek nesillere borçlu olduğumuz kentlerimiz, ormanlarımız, kıyılarımız ile kültür ve tabiat varlıklarımızın korunması anlamında çok önemli bir karardır. İptal edilen maddelerin yerine konulacak yeni düzenlemeler hazırlanırken, demokrasi ve hukuk devleti olma adına, Odamız görüşleri ile Yargı kararları, bu kararların gerekçeleri dikkate alınmalıdır. Kıyılarımızda, orman alanlarımızda ve diğer tüm doğal ve kültürel değerlerimiz üzerinde, kamu yararına aykırı, bu değerlerin tahrip edilmesine neden olan genel ve temel sorunları çözmek yerine, özel ihtiyaçları karşılamak ve baskılara yanıt vermek üzere hazırlanmış bu tür yasama faaliyetlerinden derhal vazgeçilmeli, meclise sunulmamalıdır. Bu anlamda benzer içerik taşıyan diğer yasalarda da acilen gerekli düzeltmeler yapılmalıdır. 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle