Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
onur yazarı >> şiirleri var ki, benzersiz. Oktay Rifat bu şiirlerinde alışılagelmiş ‘hamaset’ten bütün bütün uzak durmuş; tarihte kalmışı güncele getirmişti. Güncel derken, güncelin sorunlarıyla örtüştürmeyi kastetmiyorum. Tam tersine, Hürrem birdenbire yaşıyordu, Fâtih birdenbire yaşıyordu... Yeni Şiirler’le başlayarak Koca Bir Yaz’a (1987) kadar, yaşamın akıp gidişini de şiire dönüştürdü Oktay Rifat; artık anılarda kalmışı, tortuyu, hatta belleğin silip geçtiğini, âdeta fizikötesi bir söyleyişle dile getirdi. Bu şiirlerinin inanılmaz gizemi söz konusu; sanki varla yok arası yaşanmışlıklar geçit töreni... Oyun yazarı Oktay Rifat’tan seyrettiğim ilk oyun Zabit Fatma’nın Kuzusu (1965) olmalı. Büyük bir aktör olan Ulvi Uraz Zabit Fatma rolündeydi. Bu oyun ne yazık ki kayıp! Bulunması için çok uğraştım. Benim gibi birkaç kişinin belleğinde yaşıyor olmalı. Oysa izleği açısından çok önemli bir oyundu, 1965’te sezebildiğim kadarıyla. Bu toplumun içten içe sürüp gitmiş baskılarını aile, anne üzerinden saptıyordu. Günün birinde, bir şekilde bulunacağını, Oktay Rifat’ın yapıtına ekleneceğini umuyor, diliyorum hâlâ. İlk oyun Zabit Fatma’nın Kuzusu dedim ama, şimdi Birtakım İnsanlar’ı (196O) hatırladım. Beyoğlu’ndeki Yeni Komedi Tiyatrosu’nda seyretmiştik, ailecek. İlkokulun son sınıfında olmalıyım; yine de Boğaziçi vapur iskelesinde yaşananları hatırlayabiliyorum. Sonradan Birtakım İnsanlar’ın Varlık Yayınları basımını okumuştum. Giriş bölümü Bay Lear’in (1982) minyatürü gibidir. Yâni yirmiyi aşkın yıl sonra şair dilde, anlatışta bu bölümden yararlanmıştır. Oktay Rifat’ın hepi topu üç roman yazmış olmasına üzülmek gerekir, birbirinden özlü üç roman. Bir Kadının Penceresinden (1976) yayımlandığında hak ettiği ilgiyi az devşirdi. (Oysa kitabın arka kapak yazısı alabildiğine özlüydü. Üstelik, bu arka kapak yazısını, Oktay Rifat şiirine uzun yıllar uzak durmuş Attilâ İlhan yazmıştır. Attilâ Abi o dönem Bilgi Yayınevi’nin başındaydı...) Dediğim gibi, ‘romancı’ Oktay Rifat handiyse yadırgandı. Güçlü bir roman olan Bir Kadının Penceresinden’i eleştirenler, şairin ne ölçüde roman sanatına yaklaşabildiğini ölçüp biçiyorlardı. Usta şair, bizi 1980’lerin yıkımlarına götürecek toplamsal ortamı, toplumsal ortamdaki yoğun karanlığı şiirin sezişiyle duyumsuyor, romanın geniş yelpazesinde kaleme getiriyordu. Bir Kadının Penceresinden, romandan bağımsız görünen, gerçekteyse romanın bütününü ‘billurlaştıran’ toplumsal panorama çizişle başlar. (Roman bir yandan da bireysel sorunlarla iç içedir.) Az sonra romanda okuyacağımız her şey, olaylardan duygulanıma, düşünüş Tülay Tura ve Ahmet Oktay’ın evinde; Faruk’la ikimiz. Faruk iyi ki bu fotoğrafı saklamış… Altta: 50. yılımda Dünya Kitap Dergisi’nin onur veren ödülü. Faruk ihtiyarlamış, ben birden gençleşmişim (!) ten davranışlara her şey, bu panoramadaki verilerin sonucudur. Oktay Rifat’ın, roman sanatı için neredeyse örneksiz, benzersiz sayılabilecek bu girişimi önemsenmedi. Hatta o giriş bölümünü fazla, evet, fazla bulan lar bile çıktı. Danaburnu (198O), Oktay Rifat’ın bir söyleşisinden öğrendiğimize göre, gazete haberinden yola çıkılarak kaleme getirilmişti. Gazete haberinin kapsamsızlığı, romancının yaratım gücüyle açıldıkça açılır ve yazar yine sancılı şeyler söyler. Bir Kadının Penceresinden toplumun bir kesimini, küçükburjuva diyebileceğimiz katmanını öne çıkarır; o katmanın sınırları içinde kalır. Yaşananların o katmanda, faşizme çok yakın bir siyasaya nasıl yol alacağını saptar. Danaburnu’ysa okuryazarla okumazyazmazın aynı ülkede nasıl apayrı yaşamlar sürdüklerini, birbirlerinden habersiz kalışlarını saptar. Nihayet Bay Lear (1982), bu son roman, Shakespeare’in Kral Lear’ine göndermesiyle, yaşlılığı, yaşlanışı büyüteç altına yatırmıştır. Dil, anlatış, kurgu açısından bir başyapıt. Demin andığım Birtakım İnsanlar’ın ilk sahnesinde, eski, kararık yalıda oturan hanımefendi, geçmişte mi yaşar, geçmiş mi kendisi için son kez dirilir, doruktaki anlatış hepsini birbirine katar, birbiriyle sarmaştırır. Bay Lear de böylesi bir havadadır. Zaten romancı da, bilinç akışı tekniğinden yararlandığını vurgulamıştı... Romancı Oktay Rifat, şair Oktay Rifat’a ne ihanet ediyor ne de şair Oktay Rifat’ı yineliyordu. Gerçek bir ustanın türler arasındaki derin iç gezisi karşımıza çıkıyor. Romancı Oktay Rifat, tıpkı şair Oktay Rifat gibi, ‘yeni’ye elbette açıktı. Yeniyi hem kişiselliğinden ediniyor, hem de geleneksel roman çizgisini hırpalama >>ya uzak duruyordu. Roman sanatımıza olanaklar kazandırdığını düşünüyorum. Ayrıca, Türkçe’nin 6 8 Kasım 2018 KItap