Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SELİM İLERİ’DEN “KUMKUMA” Selim İleri hepimiz adına vefa borcu ödüyor Selim İleri’nin yeni anlatısı “Kumkuma”, uzun yaşamına rağmen hayata doyamamış, yaşama arzusu sönmemiş ihtiyar ‘Şairi Azam’ Abdülhak Hamid Tarhan’ın öte dünyadan kalkıp günümüze konuk olmuş hayaletini sayfalarına taşıyor. erendiz atasü 2 017’de ellinci edebiyat yılını kutladığımız Selim İleri, bu yıl iki yeni kitabıyla okurlarını ödüllendiriyor: Elimde Viyoletler/Beklenen Sevgili ve Kumkuma. Bu yazıda Kumkuma’nın üzerinde durmak istiyorum. Selim İleri, sadece edebiyatımızın yapıtlarıyla değil, Türkçemize emek vermiş tüm yazarlarımız ve şairlerimizle ilgilidir. Bu ilgi bilgiden ibaret değildir. Selim İleri, dilimizin emekçileri üzerine besbelli, uzun uzun düşünür, onları âdeta yaşar; zihinlerinin, duygularının içine süzülür; bazen de onların ağzından kendi düşünce ve düşlemlerini dile getirir. Bir dönem Şairi Azam (Ulu Şair) diye bilinen Abdülhak Hamid’e bir roman kişisi olarak Selim İleri’nin veriminde önce Mel’unBir Us Yarılması adlı büyük romanında rastladım. Burada (özellikle 6. ve 7. bölümler) romanın başkişisi Sayru, Şairi Azam’la tanışır, söyleşir elbette hayalinde ve onun Kanuni’nin oğlu Şehzade Cihangir’le ilgili bir roman yazdığından, bu kayıp romanı Abdülhak Hamid’in ölümünden sonra kendisinin bastırmak istediğinden söz eder. Akıl hastası ve aynı zamanda yazar olan Sayru daha sonra, anılan romanı kendisinin yazdığını ima edecektir. Selim İleri, Sayru’nun deliliğini aklı başında herkesin hasta olduğunu kabul ettiği toplumumuzun yaralarını hissettirebilmek için edebî bir araç olarak kullanmıştır bu romanında. Orası öyledir de yazarların aralarındaki tüm farklara, hatta kimi kez uyuşmazlıklara rağmen yaratı eyleminin çoşkusunda ve ıstırabında, yaratılarına ve yaratıcılıklarına yönelik tutumlarında, büyüklenmelerinde ve kimi kez özdeğerlerinden kahredici şüphelere düşmelerinde özdeşleştikleri noktalar yok mudur? Selim İleri’nin yazarlarımızı roman ya da hikâye kişisi olarak seçtiği yapıtlarına o bambaşkalığı, o sahiciliği, o derinliği kazandıran kanımca bu özdeşleşme anlarının hiç de eksik olmamasıdır. Yeni yayımlanan ben novella diyeceğim “anlatısı” Kumkuma’da, İleri yeniden Abdülhak Hamid Tarhan’a döner. Başkişi bizzat Abdülhak Hamid’dir; daha doğrusu, uzun yaşamına rağmen hayata doyamamış, yaşama arzusu sönmemiş ihtiyar Şairi Azam’ın öte dünyadan kalkıp günümüze konuk olmuş hayaleti. Metin büyük ölçüde hayalet Hamid’in iç konuşmalarından ya da düşlemlerinden oluşmuştur ve bilinç akışı yöntemini izler. Üçüncü tekil şahıs olarak konuşan anlatıcının söylemi, hayaletin bilinç akışı çağrışımlarının içinde erimiştir. Hayaletin söyleminde ise bilinç akışı yönteminin çok başarılı, çok gerçekçi, bir o kadar da şiirsel kullanımıyla karşılaşıyoruz. Gerçekten de insan zihni böyle işliyor, kişi bir konu üstünde yoğunlaşmayıp kendini serbest çağrışımlara bıraktı mı... Zihin mantıksal değil, şiirsel bağlantılarla çağrışımdan çağrışıma sıçrıyor. Selim İleri hüznün yazarıdır. Bu kitaba da hüzün hâkim. Onun hüzünlü metinlerini iç karartıcı olmaktan alıkoyan ise dilinin güzelliği. Selim İleri’nin formülünü sadece kendisinin bildiği, belki kendi bilincine bile tam malum olmayan, belki bilinçaltından yükselen bir esinle tınılar, titreşimler kattığı metinler, belki de çağdaş edebiyatımızın bir müzik gibi dinlenebilen yegâne metinleridir: “Hayat denen uzun siyah gece...” (s. 35); “Abajurun ölgün ışığında, dünya bütün hışmı, bütün şiddeti, bütün vahşeti, merhametsizliğiyle yanıp sönüyordu” (s.38). İmgelerin görsel çağrışımları ve güzelliği anlamın acılığını dengeler. “KEL KAFALI, GÖZLÜKLÜ, SIRITIK BİR ADAM” İşte Abdülhak Hamid Tahan’ın hayaleti, Maçka’daki kirası belediye tarafından ödenmiş, son eşi Lusiyen Hanım’la paylaştığı meskenine, “uzun siyah bir gece”ye benzeyen hayata geri dönmüştür çünkü insanların dünyasından çok yaşlı bir adam olarak ama hesaplarını tam kapatamadan ayrılmıştır. Hayaletle onun yaşadığı İstanbul’a hiç benzemeyen günümüz metropolü arasında kimi uyumsuzluklar yaşanacaktır elbette ama bunların üstündense hayaletin iç hesaplaşmasında yoğunlaşacaktır anlatı. Kumkuma, hem bir yaşlılık portresidir hem de bir yazarınki. Anılarla, sorularla, öfkelerle çizilen bu portre son derece canlı ve inandırıcıdır; bir yandan da dilimizin edebiyat tarihçiliğine, araştırıcıların özensizliğine sitemdir. Sitem Hamid’e ait olduğu kadar belki Selim İleri’ye de aittir. Hamid, hayatının gerçekleriyle örtüşmeyen bilgiler sunan ya da sözde bilgiler uyduran edebiyat araştırmacılarına haklı bir öfke kusar. Sadece edebiyat tarihçileri midir özensiz olan? Vefasız ve unutkan ülkemiz hele günümüzde hayatın her cephesinde özensizlikler diyarıdır. Hamid’in yaşadığı mekânlar yok olmuştur, İstanbul gelişmeksizin irileşirken yetiştirdiği sanatçıların değerini bilen bir ülkede, sadece Hamid gibi bir dönemin edebiyatına damgasını vurmuş bir şairin değil, tüm sanatçıların ikamet ve çalışma alanları müze olarak yaşar sanatçıdan sonra. Hamid’in hayaleti boşuna arayacaktır doğduğu, gençliğini geçirdiği yerleri. Hayalet aralarına döndüğü insanlardansa kendi zamanının çoktan toprak olmuş kişileriyle, onların hayalleriyle dilerseniz hayaletleriyle haşır neşirdir. Böylece, Şair Nigâr Hanım, Cenap Şahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Recaizade Ekrem, Sami Paşazade Sezai, Selim İleri’nin sayfalarının konuğu olur. Hamid, Nigâr Hanım dışındakilere pek sevecen bakmaz; bir de kendisi gibi evlat acısı tatmış Recaizade Ekrem’e yüreği yumuşaktır. Tevfik Fikret ve Namık Kemal’le ortak hatıralarını yeniden yaşar, dilimizin bu iki ustası gerçek yaşamda Hamid’i kimi kez eleştirseler de değerini takdir etmişler, onu anlamışlardır. Üçünün arasında, aynı dönemin edebiyatçılarını, aykırılıklara rağmen kardeş kılan o bağ vardır. Kendinden genç şairlere karşı Hamid’in tutumu kimi kez alaysamaya varan eleştirel bir yaklaşımdır. Yahya Kemal Beyatlı da Necip Fazıl da bu tutumdan nasiplerini bol bol alacaklardır. Hele “Atlıbey” diye takıldığı Yahya Kemal! Bu alaysamalarda bir tutam kıskançlık sezilmez değildir. Öte yandan onun sanatına açıkça meydan okuyan Nâzım Hikmet’i, Hamid’in takdir ettiğini, hatta o zamanın genç şairine sempati duyduğunu görürüz. Hamid’i iten belki de samimiyetsizliktir. Belli ki cesareti de içtenliği de yeniliği de takdir etmektedir. Bu arada Selim İleri’nin payına da Hamid’in hayaletinin ağzından ve elbette bizzat kendi kaleminden bol bol alaysamalı iltifat (!) düştüğünü okuruz. Selim İleri, kendine haksızlık etme pahasına kendisiyle dalga geçerek bu acı öyküyü birkaç tutam neşeyle dengeler: Hamit’in hayaleti bir kitap bulur, kitap elimizde tuttuğumuz Kumkuma’dır! Yazarı mı? Selamet İlmik! Selim İleri’nin Selamet İlmik’i, metinde hayaletin ağ >>zından “kel kafalı, gözlüklü, sırıtık bir adam” diye tanımlaması okuru 18 8 Kasım 2018 KItap