25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> kahkahayla güldürür. Selim İleri’nin bu tutumu, bir yandan da Kumkuma’’yı yazarını da metne katan ve kendi üstüne âdeta bir ayna görüntüsü oluşturarak söylem ve fikir üreten postmodern metinler kapsamına dâhil eder. Kumkuma’nın yukarıda değinilen biçimsel özelliği, okurun hafif bir soluk almasını sağlar. Bu soluğa ihtiyaç var çünkü tema yoğun bir dram. Kumkuma hem hayatı, kadınları seven ve artık özlem ve arzu duyguları sürse de yaşlanmanın kaçınılmaz aşınmaları yüzünden fiilen sevemez olmuş bedeni duygularını izleyemeyen ihtiyar bir erkeğin dramıdır hem de artık okunmaz ve daha beteri kendi eserinden kuşkuya düşmüş bir yazarın... “AZAMETİMİ İKİ YÜZLÜLÜĞÜME BORÇLUYUM” Belki kullandığı ağdalı Osmanlıca, belki eserlerinin konularını memleketimiz yaşamından seçmemesi, zamanla Abdülhak Hamid’i okunmaz kılmıştır. Zamandaşı diğer iki büyük şairimiz Namık Kemal ve Tevfik Fikret gibi dava adamı değildir Hamid. Belki onlar da bugün okunmuyor ama hepimiz isimlerini biliyoruz çünkü ikisi de şairliklerinden öte verdiği hürriyet ve aydınlanma mücadelesiyle Türklerin düşünce hayatında silinmez izler bırakmış. Hamit’in dramı, hayaletinin sözlerinde gizli: “Dehâmı, azametimi iki yüzlülüğüme borçluyum” (s.95). Hayalet, Hamid’in yaratısında söz ederken şöyle diyecektir: “Bir yanımda zifiri karanlıklar, bir yanımda alevli güneş ışıkları. Halbuki elimde dilenci mektubu...” (s. 95). Sözü edilen mektup, şairin Nesteren adlı yapıtını, orada müstebit bir hükümdardan bahsediliyor diye, üstüne alınıp hiddet buyuran (!) Padişah II. Abdülhamid’e hitaben yazdığı af mektubudur. Hamid bu mektupta bir daha böyle yaramazlıklar yapmayacağına söz veriyor ve Osmanlı Hariciyesi’nde göreve girerek hayat boyu sürecek bir tür gönüllü sürgüne gidiyordu. Bu sürgün, Hamid’in yaşlılığında dış ülkelerde sefalete düşmesiyle Türkiye’nin böyle duyarsız ve vefasız olmayı neyse ki henüz öğrenmediği, aydınlarına değer verebildiği genç Cumhuriyet dönemindeTBMM’nin ülkenin tüm yoksulluğuna karşın Şairi Azam’a maaş bağlamasıyla ve bu sayede yaşlı adamın yurda dönmesiyle ancak sona eriyor. İşin daha onur kırıcı yanı şu: Bu mektup ve tayin işinde aracılık yapan kişi, vaktiyle Hamid’in babasının köşkünde hizmetli olup sonradan yolu saraya tırmanmış ve ne sebeptense Abdülhamid’in sevdiği kulları arasına girebilmiş bir ağadır! Şair bir yandan da Namık Kemal ve Fikret’in bu mektup işinden haberdar olmamasına duacıdır. Mektup ya da mektuplar tarihî gerçeklik, Hamid’in hayaletinin dile getirdiği duygular Selim İleri’nin yorumudur. Ancak bu yorum, az önce “edebiyatımıza emek verenlerin zihinlerinin, duygularının içine süzülmek” diye nitelendirdiğim zihinsel durumdur ki kanımca hakikate giden yol da bu. Kişisel hürriyetine düşkün, Os manlı istibdatının ağır atmosferine dayanamayan bir adamın müstebit sultana yazdığı mektuplardan hoşnut olması mümkün değildir; iktidara, hele ki istibdada ödün veren hiçbir aydının içi rahat olamaz. Adülhak Hamid kendini savunma gereğini duyar, Selim İleri’nin anlatısında; “Fakat kim kapana kıstırıldığında tek yüzlüdür?” diye sorar. Hakkında siyasi fikri yok diyenleri, “memlekette hürriyet olsaydı fikrim olmaz mıydı” diye, yanıtlamaya çalışır. BİR YORUM... Şimdi bu yorumlara dayanarak ben haddim olmadan bir yorum yapacağım: Hamid, bir aydın olarak kendi çelişkisiyle yüzleşemedi; bu yüzleşmeden kaçınabilmek için kendine uyguladığı denetim başka konularda da kendisiyle yaratısının arasına girdi, tumturaklı dili aslında kendi duygularını saklamak için bir araçtı, bilinciyle duygularının kaynaşmasını önleyen bir zarduvardı... Selim İleri de belki bu görüşe yakın duruyor; Kumkuma’da Hamid’in hayaleti nihayet öz hesaplaşmaya girecek, kendisinin aksine ölümden sonra taze bir üne kavuşan Ahmet Hamdi Tanpınar’ı bir yandan kıskanırken öbür yandan Tanpınar’ın şiirlerindeki duruluğa hayran kaldığını vurgulayacaktır: “Ne güzel geçti bütün yaz/ geceler küçük bahçede/ sen zambaklar kadar beyaz/ ve ürkek bir düşüncede” demiştir Tanpınar. Hayaletin bu dizelere tepkisi şöyledir: “Kıskançlıkla irkildi. Ne kadar yalın. O yaz şimdi herkes için birçok yaz olup kalmış. Her okuyan kendi yazlarından hatıralar yur du bir geceyi düşünecek’’ (s.139). Bireyin hayat, cinsellik, ölüm ve sonsuzluk karşısındaki durumu gibi “büyük mevzulara” el atan Abdülhak Hamid Tarhan’ın şiirlerinin kimi kez sadece bir aruz takırtısı olarak kalakalması, şaşaalı üslubunun bir türlü kanatlanamayışı acaba şairinin kendiyle yüzleşmekteki tereddütleriyle bağlantılı olabilir mi? Hamid bireysel özgürlüğünü koruyabilmek için siyasi otoriteye ödün vermiştir de bunun bedeli, yaşlılığında bir düş kırıklıkları kumkumasına dönüşmesi midir? Her ne olursa olsun; Abdülhak Hamid Türk edebiyatına Batı’ya doğru ışıklı bir kapı açmıştır. Onun manzum tiyatro eserleriyle daha yakın zamanlarda tarihi konu alan, kimisi manzum tiyatro eserleri kaleme almış Turhan Oflazoğlu ve Güngör Dilmen gibi yazarlarımız arasında acaba bir bağ var mıdır? Onca eser vermiş Hamid’in ölüm acısını dile getiren ve gazel formunda bestelenen Makber’ini alaturka müziğe aşina herkes hiç olmazsa bir kez dinlemiştir; belki de sözleri yazanın kimliğini bilmeden, merak da etmeden. İçki sofrasında ağıtlar eşliğinde demlenmek bize ait bir gariplik olsa gerek. Türk edebiyatına emek veren bir yazar olarak koca Hamid’in mersiyesinin meze işlevine indirgenmesi içime dokunuyor. Bayanlar, baylar biraz vefa lütfen. Selim İleri hepimiz adına vefa borcu ödüyor. n Kumkuma / Selim İleri / Everest Yayınları / 168 s.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle