Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
onur yazarı >> oldu. Pembe leylâğı, düğünçiçeği, açelyaları, haseki küpeleri, karanfille yan yana sarı safranı benimle. İkide birde bu çiçek demetlerine bakmak ihtiyacı duyarım. Sinemamızın ilk kadın starlarından Sezer Sezin yaşlılığında Topağacı’nda oturuyordu, bir çatı katı, geniş terasını limonluk hâline getirmiş. Çiçekleriyle, bitkileriyle konuşuyor. Çiçeklerle, bitkilerle uzun uzadıya konuşulduğunu bilmezdim. Sezer Sezin “Açarak, serpilerek, gövererek cevap verirler” demişti... Hatırladığım bahçeler sanki biraz kendi hâline bırakılmış bahçelerdi. Bahçıvan eli değmesine karşın bu bahçelerde geometrik düzen belirmez; tam tersine, her şey ‘kendiliğinden’mişçesine anlam kazanmış. Yalnızca şimşirlerle çevrilmiş tarhlar az buçuk geometrikti. Geriye kalanda bilinçli bir düzensizlik. Bu da bana kendini bile isteye gizlemiş sanatkâranelik gibi geliyordu. Bahçeleri romanesk bulmamda herhalde Henry James’in de payı var. Henry James başucu yazarlarımdan biri. Onun o kadar güzel Daisy Miller’ini yıllar ve yıllar önce, Varlık Yayınları cep kitaplarından okumuştum, Necla Aytür çevirisi ve esriyip gitmiştim. Bu novellayı zaten tekrar tekrar okuyacaktım. Ama ilk okuyuşumda, Daisy’nin sonunu hazırlayan Colosseum’u nedense bir bahçe gibi, rutubetli, sonbahar gecesinde bir Roma bahçesi gibi alımlamıştım. (Bu harikulâde novella benim için Roma’da geçen bir Venedik’te Ölüm’dür.) Colosseum sanki bir ‘ölüm bahçesi’ydi. Bir ölüm bahçesi olmasına rağmen öylesine çekiciydi ki, tılsımlarından kurtulamıyordunuz. Sonraları düşlemimde Colosseum’dan büsbütün kurtulup, Daisy Miller’le Winterbourne’u hep bir yaz sonu bahçesinde görecektim; Giovanelli’yi de aradan atıp... Bahçeler yazmaya başladığımda, gördüğüm, yaşadığım bahçeler birer ikişer sona ermişti. Gerçi Bakla Tarlası Apartmanı’nın önünde bugün de bir küçük bahçe var, ama artık çarkıfeleksiz; Ferit Amca’ların arka bahçeleri de sanırım göçüp gitmiştir. Akad’ın Mecidiyeköyü’ndeki bahçe içi evi şimdi bir gökdelen. Ortalıkta görünmeyen, yok olmuş, yok edilmiş bir şeyi, bahçeyi niye yazdım? Bahçeler bende galiba bütün bir ‘güzelduyu’. Hayli eskilerden kalma bir Ece muhtırasında okumuştum: Baharda Bahçe İşleri: Birinci ay, bahar çiçekleri dikilecek, çimenler biçilecek, kalem aşıları yapılacak. İkinci ay, muhabbet çiçeği, menekşe nergis, kına, şebboy fideleri dikilecek, üçüncü ay, karanfillerden çelik daldırılacak, yemeklik sebzeler, çalı fasulyesi, kabak tohumları ekilecek... Daha ‘güzelduyusal’ ne olabilir? Yaşadığım çağın korkunç çirkinliklerinden, kötülüklerinden, kâbuslarından bir an uzak durabilmek hayaliyle, bir an kurtulurum sanısıyla bahçeler yazdım... “NÂTAMAM BİR ÂLEM İÇİNDEYDİK...” n Anneni iki kez ölümden operatör Derviş Manizade’nin kurtardığını bilmiyordum... Ben de 1990’ların başında Derviş Bey ile tanışmış, onun bir kitabını yayına hazırlamıştım. Hem iyi bir doktordu hem de ilginç bir insan, sohbetlerinden çok yararlanmıştım. Derviş Manizade gibi senin hayatında etkisi olan çeşitli isimlerden özellikle yazarlardan, sanatçılardan, birçok isimden söz ettik. Bu kez şöyle soracağım: Geriye baktığında estetik duruşun üzerinde en çok kimin katkısı oldu? n Liseyi bitirme sınavında Yahya Kemal’le Ahmed Hâşim’i karşılaştırmamız istenmişti. Ben Ahmed Hâşim’ciydim; öğretmenlerimizin, biliyorum, üçü de Yahya Kemal’i önemsiyor. Nasıl bir dikbaşlılıksa, Hâşim’in şiirini savunan bir yanıt yazmıştım. (Gerçi tam not vermişlerdi.) Hâşim’in şiirini biliyor muydum, anlıyor muydum, şiir üzerine söylediklerini ölçüp biçmiş miydim? Çok su götürür. Ama “Merdiven” hep baş ucu şiirim... Sonraları tanımaya, özümsemeye çalışacaktım Ahmed Hâşim’i. Önce Bize Göre’yi, Gurabâhânei Laklakan’ı filan okudum. Hâşim büyük bir denemecidir. Onun gazetelerde kalmış nice yazısını neyse ki İnci Enginün’le Zeynep Kerman bugünün okurlarına kazandırdılar. 1924’te kaleme aldığı bir yazısı “Mer >>diven” şairinin: Aruz vezninden yakınıyor. Diyor ki: “Bundan on “Bir altın cümle! Hele ‘nâtamam’! Nice yetkinlik ihtiraslarından, boğuşmalarından sonra, sanatta varılabilecek doruk! İşte bu: Biraz bulanık, biraz belirsiz, eksik, eksiltili, sanki tamamlanmamış, bile isteye yarım bırakılmış. Yağmur Akşamları’ndan başlayarak hep ‘nâtamam’ın peşine düştüm.” 10 8 Kasım 2018 KItap