25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

onur yazarı >> da, kitaplarımla ilgili kaleme gelmiş tek satır yazıya rastlamanın bile imkânı yok. Sevgili Ayşe Sarısayın, beraber hazırladığımız O Aşk Dinmedi kitabına çalışırken, bazı kitaplarımla ilgili birkaç satır yazıya ulaşmak için neler çekti. Ama edebiyat dünyasına öyle bir kuşak geldi ki sadece bugün değil, geçmişte yazdıklarımın da peşine düşüyor. İşin en güzel tarafı beni anlıyorlar. O nedenle diyorum benim şansım gençler oldu diye.” “Yıllarca hüzünlerin romancısı dediler bana,” diyerek devam ediyor. Sanırım bahsettiği gençler yazdıklarındaki o derin parçalanışların, acıların içindeki ince ironiyi, hınzırca gülen Selim İleri’yi gördü. “İstanbul yazarı lafı gelip üstüme yapıştı,” diyor hafif alaysı. Yapıştı, evet ama bunu ifade edişteki güzelliği ve onun sadece İstanbul’dan ibaret olmadığını da sanıyorum yine İleri’nin gençleri gördü. Oysa bir söyleşimizde, edebiyat dünyasında geçirdiği süre için “Elli yıl avucumun içinde,” diyebilecek denli bu hayatın gerçek bir hafızası olarak yaşamış; kitapların arasında... Şimdi yetmişine merdiven dayamış ama hafif aksayan bacağı dışında bunu hiç mi hiç göstermiyor! Pek doktor görmemiş üstelik. Yazdıklarından, edebiyatımız için yaptıklarından çok bununla övünür bir hâli var ki az önce dile getirmeye çalıştıklarımı handiyse haklı çıkaracak. “Eczacım,” diyor, “bu konularda çok mahirdir. Bana iyi gelen ilaçları hep bilir...” Bu arada kendi yazdıklarınızda da az önceki gibi “handiyse” gibi gerçek bir Selim İleri kelimesi kullanmaya başladıysanız, adres bilgilerinizi sorduklarında “Kadıköyü” diyorsanız, dokunaklı bir olay anlatırken “Bak tüylerim diken diken oldu,” deyip kolunuzu gösteriyorsanız; bilin ki hiç anlamadan kendisinin dünyasında gezinmeye başlamışsınız. Selim İleri’nin böyle bir etkisi var. Usul usul, size hiç sezdirmeden bir parçası olmayı başarır yazdıklarınızın ve hayatınızın. Ben o aşamadayım. “HEP MADDİ MESELELER” “Serdar’cığım, şu tepemizdeki sobayı kapatalım lütfen.” “Hemen Selim Bey.” Akşam iyiden iyiye çöktü. Boşalan ilk kadehler tazelendi. Boğaz’ın serinliğini Selim İleri’nin deyişiyle “tepemizdeki soba” kırdı. Muhabbet de ısındı elbet; benim sorasım, onun anlatası var. Neşeli de... Neşeli. Bu mevzu üzerinde biraz daha durmak gerek. Selim İleri’nin herhangi bir kitabıyla ilgili herhangi bir yazı okuduğunuzda yazıyı yazanın, bir bölümde mutlaka “derin bir hüzün” diye bahsettiğini de göreceksiniz. Çok doğru bir saptama ama eksik... Doğruluğu Selim İleri kitaplarının bir hüzün bulutuyla kaplı olduğu gerçeği. Değiştirilemez. Eksikliği ise salt bundan ibaret romanlar, öyküler değil onun kaleminden çıkanlar; eksiklik burada. O kelimlerin içindeki ağlamalar arasında inceden gülen Selim İleri’yi görmedikçe Selim İleri ile tanışmış sayılmazsınız. Rakıları kadehlere yüklemiş, Boğaz havasını da ciğere doldurmuşken bu İstanbul mevzuunu sormamak olmaz. “Nedir?” diyorum, “Nasıl oldu da yapıştı bu İstanbul yazarlığı üstünüze?” “Hiçbir zaman bilinçli olarak yazmadım ben bu şehri,” diyor. Şaşırıyorum. “Nasıl yani?” Şimdi... İstanbul’u tüm inceliğiyle kuşatan o kalem, bir tesadüf eseri mi yazmaya başlıyor şehrini? Devam ediyor: “Rahmetli Çetin Emeç’in, Hürriyet’in pazar günü verilecek ilavesinde ‘Selim Bey İstanbul yazıları yazsın,’ teklifiyle çıktı geldi her şey. Daha önce aklımın ucundan, kıyısından dahi geçmemişti. Hatta nesini yazacağım, diye düşündüm. Ama yazdıkça şehri de öğrendim. Başladık, öylelikle bugüne kadar da geldi. Ama şu bilinsin isterim; Hep maddi meseleler...” “YAŞAMIMI YAZIYA TUTUNARAK GEÇİREBİLDİM” Selim İleri “maddi meseleler” derken gerçek anlamda bir yaşama çırpınışından söz ediyor. Bugün de aynı maddi sorunlar yazarların etrafında gezinip duruyor fakat bir farkla; okurlar sorgular durumda yazarın gelir giderini artık. Bugünün genç kuşak yazarlarına en çok yöneltilen sorularının başında hangisi geldiğini düşündünüz mü hiç? Sizi çok düşündürmeden ben söyleyeyim: “Maddi kazancınız ne durumda?” “Yazarak geçiniyorsunuz değil mi?” Herkeste bir mali müşavir edası. Vergi denetimine çıkmış da sanki yazarın yiyip içtiklerinin hesabını tutacak. Baktı ki harcamalarda bir kaçak göçek var; koşup maliyeye bildirecek. O cevvallikte sorular bunlar. Ama bu sorunun yöneltilmesinin nedeni çarpık bir algıdan kaynaklı. Hep sanılır ki yazarlar milyonlar içinde yüzerken filmlerde görülen o renkli kokteyllerini yudumlar. O meşhur “fildişi kule”, tüm yazarların katlarını doldurduğu bir apartman ya, kesin ondan(!) Bir de her kitabı yayımlananın voliyi vurduğu düşünülmez mi... Ne yanılgı!.. Halbuki durum nasıl da farklı. Gündüz bir başka dünyada koşturup gece masasının başında, hayallerine ulaşmak, hep istediği kitabını yazabilmek, yayımlatabilmek için çalışan kaç yazar vardır, saymakla biter mi? Dahası; o kitap yayımlandıktan sonra tüm dertler geçer mi sanıyorsunuz? Esas meselenin o zaman başladığının farkında bile değilsiniz öyleyse. Şimdi de bir tutunma çabası başlamıştır. Adım attığı dünyanın büyüklüğü karşısında şaşkınlığa uğrayan, ölmüş ve yaşayan büyük yazarların önünde saygı, korku, kıskançlık, utanç gibi biri bile insan omuzlarına ağır gelecek duygu yükleriyle yol alma vakti gelmiştir artık. Hepsiyle bir bir öpüşecek sonra >>kendinizi doğuracaksınız. Parayı mı sordunuz? Hani şu renkli kok can erok “Bir edebiyat okuluna dönüşür Selim İleri’nin sofraları ve sohbetleri. Fakat bir yanı da var ki en dost arkadaşınızdan bile daha yakın durur size o sofralarda.” Eray Ak, Selim İleri ile o sofralardan birinde. 24 8 Kasım 2018 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle