Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Haluk Gerger’den ‘ABD, Ortadoğu, Türkiye’ Tarihten güncelliğe Ortadoğu düğümü Haluk Gerger’in genişletilmiş ve güncelleştirilmiş beşinci basımı yayımlanan ABD, Ortadoğu, Türkiye kitabı, ilgili okuyucuyu bugünü anlamak için gerekli olan tarih ve süreç bilgisiyle besliyor. ? Haluk YURTSEVER ugün “Ortadoğu” denilen bölge Batılılar tarafından üçe ayrılıyor, Akdeniz’den İran Körfezi’ne kadar uzanan ve Avrupa’ya en yakın olan bölgeye “Yakındoğu”, Körfez’den Güneydoğu Asya’ya kadar olan alana “Ortadoğu” ve Pasifik Okyanusu ve ötesine de “Uzakdoğu” deniliyordu. Sınıflandırılma ve adlandırma, Batı Avrupa’nın durduğu yere, her bölgenin Avrupa’ya olan coğrafi/ siyasal mesafesine göre yapılıyordu. Bu mantık içinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgedeki ülkelerin “Ortadoğu” genel başlığı altında toplanmasının iki anlama geldiğini düşünebiliriz. Birincisi, bu geniş coğrafya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist Batı için, artık birçok nedenle aynı genel stratejinin izleneceği bir yeniden paylaşım alanı olarak değerlendirilmiştir. İkincisi, belli bir tarihten itibaren Ortadoğu, emperyalizm için yakını ve uzağıyla, ortası ve uçlarıyla dünyanın önemli bir “merkez”i, deyim uygunsa “ortası” sayılmıştır. Kapitalizmin krizinin giderek derinleştiği, ABD’nin ekonomik, siyasal ve ideolojik hegemonyasının çözülmekte olduğu bugünkü kaotik dünya ortamının düğüm noktası da Ortadoğu’dur. ARAP SORUNU Ortadoğu söz konusu olduğunda akla birbirine bağlı sorular geliyor. Bu coğrafyanın etnik/ ulusal çoğunluğunu oluşturan Araplar neden bu kadar devlet ve devletçiğe bölünmüş durumda? Arap birliği, şu ya da bu biçimde bir Arap ulus devleti neden oluşmadı? Var olan devlet ve devletçikler, tarihsel ve teorik olarak ne ölçüde “ulus devlet” sayılabilirler? Arap bölünmüşlüğünün bugünkü Ortadoğu düğümü ve dengeleri içindeki sonuçları nelerdir? 20102011 Arap isyanları tarihsel gelişme çizgisi ve güncel siyasal gelişmeler bakımından bize ne anlatıyor? Türkiye dün ve bugün Ortadoğu’nun neresindedir? Bu soruların yanıtlarını arayanlar için SAYFA 20 ? 6 ARALIK B ABD, Ortadoğu, Türkiye, yorum ve analizleri bir yana, sunduğu birinci el bilgi ve belgelerle, ayrıntılar içindeki şeytanı büyük fotoğrafa yerleştirerek gösterme yeteneğiyle vazgeçilmez bir kaynak/başvuru kitabı özelliği taşıyor. Gerger’in incelemesi esas olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne olan tarih dilimini kapsıyor. Yukarıdaki soruları bu kapsam içinde irdeliyor. Ortadoğu ve Arap sorununun düğümleri ise emperyalizmin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu bölgeye girişiyle atılmaya başlıyor. Haluk Gerger, emperyalizmin bölgede bugün de süren siyasetinin bütün süreci anlamamıza ışık tutan özünü şöyle özetliyor: “Arap dünyası sadece yapay ‘milli’ devletlere bölünmekle, her birinin başına hanedanlar, şeyhler, emirler, krallar, prensler oturtulmakla bırakılmadı; aynı zamanda, her birinin içine baskı altında ve her an ötekilere karşı kışkırtılmaya hazırlanmış tarikatlar, mezhepler, aşiretler, ulusal topluluklar sıkıştırıldı, halkların bir araya tıkıldıkları meşruiyeti kabullenilmemiş karmaşa ortamı oluşturuldu, feodalite ummanına merkantilist adacıklar, emperyalizmin tekelleri, kozmopolit komisyoncular yerleştirildi; yani bölgeye tam bir emperyalist deli gömleği giydirildi” (s. 21). Arap bölünmüşlüğünün birinci nedeni apaçık emperyalist müdahaledir. ABD, Ortadoğu, Türkiye, bu müdahalenin ayrıntılı hikâyesini ve bilgisini veriyor. Gerger, son derece yerinde “Ortadoğu NATO’su” kavramlaştırmasıyla bu süreci anlatırken, ABD’nin Ortadoğu stratejisinin iki hedefini de deşifre ediyor: Sovyetler Birliği’ni kuşatmak; saptırarak, çökerterek ve birbirlerinden yalıtarak ulusal devrim hareketlerini boğmak. Bu stratejinin ideolojik tutkalı ise, İslamla kapitalizmi barıştırmaya da yarayan antikomünizm ve aynı anlama gelmek üzere antiSovyetizmdi. ARAP ULUSÇULUĞU İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki “Soğuk Savaş” döneminde, emperyalist müdahale ve stratejilere karşı antiemperyalist, ulusal eğilim ve hareketler de ortaya çıktı. Arap ulusal birliği yolunda umut, heyecan ve kitle seferberliği yaratan bu hareketlerin tarihi, aynı zamanda Arap ulusal birliği doğrultusundaki tek tarihsel şansın nasıl ve neden kullanılamadı2012 ğının da tarihidir. Nasırcılıktan Baasçılığa, bu ulusal hareketlerin, burjuva sınıf temelleri, antiemperyalist ve seküler damarları zayıf, siyasal önderlikleri ufuksuzdu. Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta vb. iktidara geldiler. Ancak, bu rejimler antiemperyalist ve seküler olamadıkları gibi, ABD emperyalizmi ve İsrail yayılmacılığı karşısında etkisiz ve edilgen kaldılar. Çürüdüler. Kendileriyle birlikte Arap ulus hareketini de çürüttüler. Sovyetler Birliği’nin dağılışından sonra, tüm Arap dünyasının emperyalist gericiliğin kucağına düşmesinin temel nedeni budur. Haluk Gerger bu süreci şöyle özetliyor: “(...) Halk direnişlerini kendi kalıbı içinde eriten, Nasırcılıktan Baas’a ulusalcı rejimlerin devlet kapitalizmi, büyük bir çürüme sürecine girmişti. Bu uzun dönemde, esas olarak kendi öz dinamikleriyle askeri diktatörlüklere ya da polis devletlerine dönüşen ulusalcı sol yapılar, halkları yoksulluk, yoksunluk, yolsuzluk, yenilgi, aşağılama, gerilik ve gericilik anaforu içinde boğucu bir cendereye kıstırmıştı… Bir zamanlar milyonları harekete geçirebilen komünistlerin de ulusalcı sol rejimlerle işbirliği yapmasıyla tutunacak başka dal da kalmamıştı” (s. 510). Bu noktada, akla baş Haluk Gerger, emperyalistlerin ve ana akım medyanın sonradan “Arap baharı” demeyi uygun bulduğu, solcuların bir bölümünün “devrim” bir bölümünün “emperyalist komplo” olarak nitelediği 20102011 Tunus, Mısır halk çıkışlarını “isyan” olarak değerlendiriyor. Daha önemlisi, sorunu devrimci isyanrestorasyon ilişkisi üzerinden çözümleyerek gerçek durumu olduğu gibi gören, ama asla yenilgici olmayan bir bakış getiriyor. ka bir soru daha takılıyor. Etnik köken, ortak tarih, ortak dil gibi ulus kurucu hammaddeye sahip Arap toplulukları, neden Müslümanlık temelinde bir siyasal birlik kuramadılar? Ümmetçilik neden birleştirici olmadı? Düşünmeye başlangıç olmak üzere, bu soruyu başka bir soruyla açmak gerekiyor: Emperyalist kapitalizmle uzlaşmış ve asimilasyona uğramış din ve ümmet ideolojisi, bölgesel farklılıkları, etnik başkalıkları, mezhep, tarikat ayrılıklarını aşan, kapsayan bir üst siyasal birlik oluşturmaya elverişli midir? Ortadoğu gerçeği sorunun pratik yanıtını ne yazık ki bitmeyen bir kan banyosu acılığında veriyor. Teorik yanıt için çalışmak gerekiyor. Gerger, emperyalistlerin ve ana akım medyanın sonradan “Arap baharı” demeyi uygun bulduğu, solcuların bir bölümünün “devrim” bir bölümünün “emperyalist komplo” olarak nitelediği 20102011 Tunus, Mısır halk çıkışlarını tümüyle katıldığım biçimde “isyan” olarak değerlendiriyor. Daha önemlisi, sorunu devrimci isyanrestorasyon ilişkisi üzerinden çözümleyerek gerçek durumu olduğu gibi gören, ama asla yenilgici olmayan bir bakış getiriyor. Kitabının bu baskı için hazırladığı son bölümünde şunları yazıyor: “Ezilen yığınların her isyanı, bağrında iki çelişik olguyu barındırır. İsyan edenlerin talepleri, beklentileri, özlemleri ve sadece eskisi gibi yönetilmeyi reddeden öznel konumları değil nesnel çıkarları da eskisi gibi yönetemeyen egemenlerin durumu da, isyan süreci içinde, mülkiyet (üretim) ilişkileriyle devletin sınıf niteliğini değiştirmeye yönelik olguyu, yani ‘devrim’ öğesini içerir. Buna karşılık, egemenlerin kendilerini ve kendilerine hayat veren düzeni savunma/koruma içgüdüleri, refleksleri ve önlemleri de ‘restorasyon’ olgusunu temsil eder (…) Devrim; ideoloji, hedeflerde netlik, örgütlülük ve önderlik gerektirir. ‘İsyan’a içkin olmayan, dışarıdan, bazen de sonradan edinilen niteliklerdir bunlar. İsyanlar, bu nitelikler var olduğu için de çıkar, bunlarsız da. Bu unsurlar isyanların nedenleri de olabilirler, sonucu da.” (s.512) Haluk Gerger, aynı bölümde Suriye’nin başkalığını ve AKP’nin Türkiye’de devlet iktidarını almasının ne anlama geldiğini de çözümlüyor. Bunlar ve yukarıda satır başları verilen tarihten bugüne yolculuğun tadına ve bilgisine varmak için kitabın tamamını okumak gerekiyor. ? ABD, Ortadoğu, Türkiye/ Haluk Gerger/ Yordam Kitap/ 540 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1190