22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Melih Cevdet Anday’ın Paris yılları Paris’te Muzaffer Melih Anday’la Paris yıllarında Melih Cevdet Anday’ın yardımcısı olarak çalışan Yılmaz Mızrak, şairimizin o günlerini anlatıyor. Anday’ı ölümünün 10. yılında saygı ve sevgiyle anıyoruz. ? MIHÇIHALİLOĞLU Yılmaz MIZRAK “Paris’te eski bir evde oturdum, Bilmem mi, yalnızken bir tuhaf olurum, Çileği kokulu İstanbul’da doğmuşum, Sardalyanın pulları yapışmış elime.” 978 güzünde Paris Başkonsolosluğu bölgesindeki Türklerin çocuklarına Türkçe öğretmeni olarak atandım. Milli Eğitim Bakanlığı’nda şube müdürü olarak da çalıştığım için olacak, beni Paris Eğitim Müşavirliği bürosunda, “eşgüdümcü öğretmen” olarak görevlendirdiler. Bu, yaşamımın en büyük ödülüydü; Melih Cevdet Anday’ın yardımcısı olmuştum. Oda azlığından Melih Bey’le aynı yerdeydik, masalarımız karşı karşıyaydı. Bu da ikinci ödüldü; kendimi özel öğrencisi gibi gördüm, “Hocam” diye seslendim hep. Büyükelçimiz Adnan Bulak, Melih Cevdet Anday’ı, Paris’in sanatsal ve kültürel ortamında, bir sanat elçisi gibi değerlendirince Eğitim Müşavirliği işleri bana kaldı.Yazışmaları Melih Bey imzalıyordu. İlk yazımı imzalaması için önüne koydum, tam imzalayacakken tatlı bir gülümsemeyle bana baktı: “Bu, benim sanatçı adım; Cevdet, babamın adıdır; adım, Muzaffer Melih Anday’dır.” dedi. Derslere başlamıştık, ilk öğrendiğim “adı” oldu. “Garip” şiirinin şairi olarak ünlenen ama benim için büyük bir “filozof şair”, usta romancı, oyun yazarı, bilge bir “deneme”ci olan; birçok sözcük türetip dilimize kazandıran, bir dilbilimci gibi Türkçeyi bilen ve işleyen Melih Cevdet Anday; Türk edebiyatının başköşesine oturttuğum bu “varoluşçu” sanatçı, beni düş kırıklığına uğratacak mı, diye korkuyordum. Kısa sürede bundan kurtuldum, canlı bir kitaplıkla çalışmanın onurunu ve ayrıcalığını yaşamaya başladım. Bildiklerini bizlerle paylaşmak isteyen, müthiş bir zekâ ile karşılaşmıştım. Bu bilgi küpü düşünürden olabildiğince yararlanabildim mi, hayır. Fransızca öğrenme uğraşısı, otuz iki yaşın Paris’i tanıma ve yeni bir çevre edinme isteği, her şeyin dört başı mamur olmasına izin vermiyordu. *** Melih Bey, her şeyi bilmek isteyen, tutkulu bir bilgeydi. Yapabilse evrenin tüm bilgilerini edinebilirdi. Bana sanatsal ilişkiler verildi, deyip eğitim müşavirliği görevini, yalnız “imza atmak” olarak düşünmedi; işinin tüm inceliklerini bilen, sorumlu bir devlet adamı gibi davrandı. Götürdüğüm önerileri mutlaka tartışırdı. O konudan başka konulara atlardı. Bunu, yalSAYFA 16 ? 6 ARALIK 1 luyordu. Çok ilgiliydi ve eğitim konularında çok bilgiliydi. Kendisinden yararlanıyorduk. “İşçilerin Çocukları “adlı denemesini oluşturuyordu. (Paris Yazıları sayfa 53) Biralarımız bitmişti, “Karşı kahvede devam edelim.” dedi; karşıya geçtik. Sorunları irdelemeye devam ediyordu. Biralarımız bitiyordu. Her bitirişten sonra başka bir kahvede devam ediyorduk. O gece metronun kapanış saatine dek kaç kahve dolaştığımızı ve kaç bardak bira içtiğimizi sayamadım. Melih Bey’in “café” seçimi harikaydı. Son biralarımızı içtiğimiz café, evinin sokağının başındaydı; metronun dibindeydi. O evine gitti, biz de metro ile evlerimize döndük. Sokağının kahvesinde yaşadığı bir olayı anlattı o gece, o kahvede. Melih Bey evine gitmeden sıkça o “café”de bazen bir bardak şarap, bazen bir bira, bazen bir fransız rakısı içer, mektuplarına bakar, gazete okur, bir şeylerle ilgilenirmiş. Bir gün canı içki istememiş, bir şişe “Vitell” su rica etmiş. Soldan sağa: Zeki Çakar, M. Mutlu, Yılmaz Mızrak, Melih Cevdet Anday, Garson her zamanki M. Buzcugil. kibarlığı ile suyunu getirmiş. Tek ayaklı, küçük, yuvarlak maErenleri”ni çok güzel yorumladı. Kavuştaksada çalışırken su dolu bardak düşmüş, kılarda söyleyenlere eşlik ediyor, bizden koro rılmış; su dökülmüş yerlere. Melih Bey kuruyor, koroyu idare ediyordu. Unutulüzülmüş. Garson tüm sevecenliğiyle, maz bir gece yaşamıştık. “Üzülmeyin şimdi temizlerim.” dedikten *** sonra oraları bir güzel paspaslamış ve: “BaParis kahvelerini çok severdi. Bir gün, yım, size su dokunuyor, isterseniz her zaçalışma saati bitiminde, “İşin yoksa bir şeyman içtiklerinizden birini getireyim” demiş. ler içelim” dedi. Tahsin’i de çağırdı. ÜçüGarsonun kibarlığına, zekâsına, nükte yetimüz işyerimizin karşısındaki “café”ye gitsine hayran kaldığını söylemişti. tik. Tahsin’e, Paris Başkonsolosluğu bölgesindeki öğretmenlerin konsolosluktaki işle*** Türkiye’den Paris’e gelen dostlarının bir rinin neler olduğunu sordu, oradaki sorunkısmı, Melih Bey’i makamında ziyaret ederları irdeledik. Biralarımız bitmişti ama kodi; ben de onlarla tanışma olanağı bulurnuşacaklarımız bitmemişti. “Bu konuya dum. Bu değerli kişileri yakından tanıma karşı kahvede devam edelim” dedi; karşı olanağı, beni mutlu ederdi. Bir gün Yaşar kahveye geçtik. Kemal geldi, tanıştık. Ben işimle uğraşıyorYurtdışındaki öğrencilerimizin, aileleridum onlar söyleşiyorlardı. Ben de ister istenin, işçilerimizin, görevli öğretmenlerimizin mez konuşmalarını duyuyordum. Yaşar sorunlarını tartışıyorduk. Çocukların yaşaKemal o kalın sesiyle, “Melih, şu Nobel’i dıkları ülkeye uyumlarının önemini vurgu2012 nız konuyu etraflıca bilmek için yapmazdı. Beni yetiştirmek için de yapardı.” Bir konuya neresinden bakılır, nasıl bakılır, nasıl değerlendirilir?” bunu ondan öğrendim. Onun “Kuşun hangi nota üzerinden öttüğünü bilmemesi gibi insanlar da bilmezler konuştukları dilin kurallarını.” cümlesini tartışırken çok akıllı öğrencilerimden biri, “Melih Cevdet Anday, ‘Ne konuştuğunuzu bilin, hayvandan farkınız olsun’ demek istiyor.” demişti. Melih Bey bu yanıtı duysa çok mutlu olurdu, nükteli sözleri çok severdi. *** Melih Bey’in, Jean Paul Sartre’ın gömme törenine katıldığı günün akşamı, Ahmet Maruf Buzcugil’de yemekteydik. Çok üzgündü ve çok mutluydu. Büyük bir düşünürü kaybetmenin üzüntüsünü, onun tabutunun arkasında yürüme olanağını yakalamış olması, hafifletmişti. Dünya edebiyatının bu bilgesinin tarihi bir gününe tanıklık ettiği için mutluydu. Törene kısaca değindikten sonra, bize, Sartre’ı ve varoloşçuluğu anlattı uzun uzun. Aslında yazacağı denemeyi sesli oluşturuyordu. (O gece bize anlattıklarını, sonra Cumhuriyet’teki köşesinde okuduk. Paris Yazıları kitabının son denemesidir.) Bunu keyifle yapıyordu. Yemek masası, onun için on iki kişilik bir derslik oluvermişti. Hepimiz can kulağı ile onu dinliyorduk. Sonra birden bir İstanbul türküsü söylemeye başladı. Türküyü bitirdi ve: “Haydi herkes bir türkü söylesin” dedi. Bağlamamı da getirmiştim. Bir İzmir zeybeği ile ben devam ettim. Tahsin, “Söğüt’ün bana vermeyecekler, bu anlaşıldı; senin için çalışalım, en uygun isim sensin.” demesin mi!.. Başımı kaldırdım, Melih Bey’le göz göze geldik, anlamlı gülümsemesini gördüm. Bence de Nobel Türkiye’den bir edebiyatçıya verilecekse bu, Melih Cevdet Anday olmalıydı. Yaşar Kemal’in o konuşmasını, sanırım, Melih Bey de beğenmemişti. “Nobel için çalışmak!..” *** Melih Bey şiirlerini, yazılarını kalemle yazardı; daktilo kullanmazdı. Büroda yazdığı da olurdu. Bir gün, “Yılmaz, senden özel bir şey isteyebilir miyim?” dedi. Çok mutlu olmuştum. Yanıtımdan sonra: “Bu şiiri Yeditepe’ye’ye göndereceğim, daktilo eder misin?” dedi. O sıra İtalya’da okuyan oğlu İdris’e yazdığı “Oğlum İdris’e Uzaktan Şiir”i, çok dikkatli daktilo ettim. Okudu, teşekkür etti. Dayanamadım, “İdris bu şiiri gördü mü?” diye sordum. “Gördü, ‘çok güzel olmuş baba, teşekkür ederim’ dedi. Bundan daha güzel yanıt olur mu Yılmaz. İdris’i uyurken seyre doyamazdım. Ayakları yorgandan çıkardı, onlara dalar giderdim. Öyle güzel ayakları vardır ki!..” dedi. Cebinde taşımaktan lime lime olmuş el yazılı şiirinin bir anı olarak bende kalmasını istedim. “Olur mu, bir kâğıt ver senin için özel yazayım.” dedi. Kâğıdı verdim, şiiri de bakması için önüne koydum. Başını kaldırdı: “Oku dersen ezbere okuyamam, bakmam gerekir ama bakmadan yazarım çünkü şiiri ‘elimle’ yazdım” dedi. İnci gibi yazısıyla bana yazdığı bu şiir, benim en değerli tablomdur. *** Paris Yazıları’ndaki denemelerinden birkaçını büroda yazmıştır. Bir gün o, yazısını yazıyor, ben de Fransızca çalışıyordum. Yazısına ara verdi, kursta kullandığım kitabı görmek istedi. Verdim, inceledi, sonra kitaptan kendisi için de almamı rica etti. Bunu isterken son derece kibardı, sanki büyük bir yük taşıyacakmışım gibi hassastı. Dileğini seve seve yerine getirdim. O kitaba zaman zaman bakardı. Melih Bey, İngilizce ve Fransızca bilirdi. Kitabı yeni bir dil öğretme yönteminin nasıl olduğunu kavramak için aldırmıştı. Gittiğim Sorbonne Nouvelle’deki yeni dil öğretimi ile ilgili sorular sordu, yanıtladım. Başka bir gün, sanırım deneme yazıyordu. Ben de Milli Eğitim Bakanlığına gönderilecek uzun bir yazıyı oluşturuyordum. Bir yerinde Melih Bey’in görüşünü almak istedim, boş bulundum hemen sordum. Sonra da yaptığımdan utandım, özür diledim. Çalışmasını bölmüştüm. Bana, “Düzyazı yazarken her zaman sorabilirsin. Özür dilemene gerek yok. Sonra ben kaldığım yerden devam ederim ama şiir yazarken rahatsız edilmek istemem, onu da burada yazamam zaten” dedi. Bakanlık yazısını birlikte oluşturduk, daktilomla yazdım. Bitirdiğimi görünce yazmayı bıraktı, imzaladı, sonra yazmasını sürdürdü. Beyninin her lopunu birbiriyle çatıştırmadan aynı anda kullanabilen üstün bir yetiye sahipti. *** Hayranı olduğum yönlerinden biri de sorulara verdiği yanıtlardaki nükte ve yoğun anlatımdır. Kemal Tahir’in tarih ro? manlarını nasıl bulduğunu sorunca CUMHURİYET KİTAP SAYI 1190
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle