25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? beni, “Niçin tarih kitabı yazmamış?” diye yanıtladı. Çok sevdiğim, aile dostum Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiirlerini değerlendirmesini istedim. “Çok yazmıyor mu?” dedi. Bir gün o da bana,“Yaşar Kemal’i yabancılar niçin çok okuyor” sorusunu yöneltti. Ben “İşlediği etnik ve folklorik konular yabancılara ilginç geliyor olabilir” deyince, “Bizim kovboy filmlerine duyduğumuz ilgi gibi mi?” demişti. *** Closerie de Lilas, Paris’in çok ünlü ve önemli bir kahvesidir. Dünyanın dört bir yanından Paris’e gelen ünlülerin gittiği bir “caférestaurant”dır. Sahibi, masalara gelen ünlülerin plaketlerini koymuş. Yahya Kemal de Paris’e gelişinde, burada sanatçı dostlaryla birlikte olurmuş. Melih Bey, bu kahvedeki masalardan birine “Yahya Kemal Plaketi” çakmayı kafasına koydu. Çalışmalara başladı. Closerie de Lilas, kabul etti. Bu iş törenle yapılmalıydı. Elçilik kabul etti. Bir de kitapçık hazırlanmalıydı. Taha Toros’tan gerekli belgeleri istedi. (Taha Toros büyük bir arşivdir, derdi.) Belgeler geldi. Güzin Dino çevirileri yaptı. Kitapçık basıldı. Görkemli diplomatik bir tören düzenlenmişti. Kültür Ataşeliği’ndeki arkadaşlara davetiye gelmişti, bana yoktu. Ben de, davetiye gönderilenler gelsin, diye yorumladım ve gitmedim. Ataşelik Kâtibi Zeki Çakar, “Gel gidelim, Melih Bey seni görmezse çok üzülür” dedi ama ben gene de gitmedim. Gerçekten çok üzülmüş. Zeki, “Adama bu güzel günü zehir ettin” diye beni bir güzel haşladı. Ertesi gün Melih Bey benden önce gelmişti. Benim günaydınıma karşılık verdikten sonra, “Yılmaz, biz bu işi yapanız, törene neden gelmedin? Bana da davetiye gelmedi. Eksik bir tören oldu” dedi. Onu büyük yapan, insana duyduğu saygıydı, emeğe verdiği değerdi. Bana çıkışması, beni çok mutlu etmişti. Onu üzdüğüm için çok utandım. *** Melih Bey’in gözlerinin dolacağını ya da sulanacağını düşünemezdim. Kendine gelen mektupları açıp okuyordu. Çalışıyordum; başımı kaldırdım, Melih Bey’i koltuğunda kaykılmış, hüzünlü gördüm. Gözleri kızarmıştı sanki. Endişelendim, “Bir şey mi oldu hocam?” dedim. “Üzülme, bir şeyim yok. Biraz duygulandım” dedikten sonra zarfın içindekileri okumam için bana verdi. Mektup, Haldun Taner’den gelmişti. Ekinde Burhan Felek’in Milliyet’teki köşe yazılarından biri vardı. Mektubun özü şöyleydi: “Melih, Burhan Felek bir yazısında sana sitem ediyor. Bu yazıyı bilmek istiyor olabilirsin, bir ayağı çukurda olan bu büyüğümüze bir yazı göndermeyi arzularsın, diye düşündüm.” Sonra Burhan Felek’in yazısını okudum. Yazısının son kısmında, “Benim kitaplarım da var. Bunlardan söz eden, kitaplarımı ele alıp eleştiren olmadı. Çok sevdiğim ve saygı duyduğum Melih Cevdet Anday bile benden hiç söz etmedi” diyordu. Haldun Taner’in, bu İstanbul beyefendi sinin inceliğine hayran oldum. Ben zarfın içindekileri okurken Melih Bey, bir şeyler yazıyordu. O gün mesai bitiminde masasının üzerinde, biri Cumhuriyet’e, biri Haldun Taner’e, biri de Burhan Felek’e gidecek üç mektup vardı. “Hemen yanıtlamışsınız!” dedim. “Olağanüstü bir işim çıkmazsa beklemem, hemen yazarım” dedi. Duyarlı, çok ince ve çok kibar bir insandı. Haksızlıklar, kabalıklar karşısında öfkelenmesini de bilirdi. Buna da tanık oldum. *** Türkiye’de iktidar değişmişti; MC Hükümeti, Melih Bey’i alacaktı; bunu bekliyorduk. Önce Kültür Ataşesi ve Öğrenci Müfettişi Ahmet Maruf Buzcugil’i sonra Eğitim Müşaviri Muzaffer Melih Anday’ı Türkiye’ye çağıran kararnameler geldi. Melih Bey dönmek için yolluğunu bekliyordu. Yolluk gecikince bir iki kez telefon edip, yolluğunun gönderilmesini, dönmek istediğini söyledi. Yolluğu bir türlü gelmiyordu. Bir gün Bakanlıktan telefon geldi. Bağlı bulunduğumuz genel müdür, Melih Bey’le görüşüyordu. Sinirliydi, sesi yüksekti: “Dönüş param yok, yolluğumu aldığım gün ayrılıp geleceğim” dediğini duyduk. Biraz sonra, “Ulan eşşoğlu eşşek sen laftan anlamaz mısın, yolluğumu göndert hemen döneceğim demedim mi geri zekâlı!” diye bağırıp telefonu vurarak kapattı. Sonra bize döndü: “Benim buradan dönmek istemediğimi söyledi” dedi. Oysa o, bir an önce Türkiye’ye dönmek istiyordu. *** Melih Bey dönüş hazırlıklarına başlamıştı. Bir gün, “Yılmaz, Nadir Nadi şampanyayı çok sever, ona iki şişe şampanya götürmek istiyorum. Büyükelçilikte içtiğimiz şampanya, kaliteli” dedi. Ben de, “Havaalanında ucuz olur, ordan alın.” dedim. Paris’ten alıp götürmek istediğini söyledi. İki şişe Chandon Moet’i ben aldım, kırılmaması için sağlam bir paket yaptım. Çok mutlu oldu, birkaç kez teşekkür etti. İnceliği karşısında şaşırıp kalmıştım. Nadir Nadi’ye yolüstü bir armağan değil, özenle seçilmiş bir Paris anısı götürmek istemişti. *** Yolluğu eline ulaştı, ayrılışı yapıldı. Kendini uğurlayacağımız gün geldi çattı. Melih Bey’in Paris’teki son günlerinde kaldığı Monparnasse Garı’na yakın ucuz bir oteldeki küçük odasından eşyalarını alırken getirdiği kitaplarından birkaçını, o ara bana verdi, Gizli Emir’i imzaladı. İki bavulunu aldık, yakın bir kahveye geçtik. Güzin ve Abidin Dino, Yaşar Kemal de gelmişti. Osman Dinç (avangart ressam), oraya yakındı. Fotoğraf makinasıyla onu aldım geldim. Uçağına yetişmesi için zaman vardı. Kahvede söyleşiyorduk. O, yine anılarından anlatıyordu ama masaya hüzün egemendi. Ayrılık vakti geldi, vedalaştık. Zeki arabasıyla Orly Havaalanı’na götürdü. Dinolar da yolcu etmek istediği için havaalanına gidemedim. Bir süre Osman’la birlikte oldum. 15 Mayıs 1980 günü Paris’te Muzaffer Melih Anday’sız kalmıştım. ? Soldan sağa: Osman Dinç, Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal, YılmazMızrak, Güzin ve Abidin Dino. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1190 6 ARALIK 2012 ? SAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle