15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Metin Demirtaş’la ‘Sarı Defterim’ üzerine ‘Arada şiirin rüzgârı uzaktan esip geçiyor’ Metin Demirtaş’ın yeni çalışması Sarı Defterim, “Şiirli Yazılar, Günlükler, Anılar” alt başlığıyla yayımlandı. Şiirle yazıların iç içe geçtiği, tadı damağınızda kalan bir yapıt. Demirtaş, düz yazının sıkıcılığına düşmeden, lirik, akıcı, İlhan Başgöz’ün de saptadığı gibi yalın, rahat okunur cümlelerle karşımızda. İçimizi, derin bir hüznün kapladığı ve dudağımıza iliştirilen buruk gülümsemeli dönemleri yaşatan günlerini bize yeniden hatırlatıyor Sarı Defterim. Demirtaş’la yeni kitabına dair konuştuk. Ë Ali Ekber ATAŞ ek ortalarda görünmeyen, görünmemeye özen gösteren birisiniz. Yazma konusunda da öyle. Her şey kıvamında olmalı sizce. Elmanın içindeki besin gibi… Yaşamınız bana hep “ elma kurt ikilisini” çağrıştırır. Önce yaşamınızla başlamak, sonra Sarı Defterim’e geçmek istiyorum. Sıradan bir yaşam. Kitabımda “Kediler” adlı yazımda anlatırım. Oturduğum apartmanın zemininde site yönetiminden kiraladığım on beş metrekare bir küçük odada geçiyor günlerim. Kedilerim, sardunyalar, üveyikler, kumrularla bir aradayım. Arada dostlarım geliyor, yarenlik ediyoruz. Akşam olunca dördüncü kattaki evime. Yazma konusuna gelince. Pek üretken sayılmam. Arada şiirin rüzgârı uzaktan esip geçiyor. Türkülerde Gezer Adları‘yla Yunus Nadi ve Cemal Süreya Şiir Ödülü aldınız. Son kitabınız Sarı Defterim adıyla yayımlandı. Kırmızı, yeşil değil, böyle bir ad nerden aklınıza geldi? ‘Sarı Defter’ler dönemini ben de yaşadım, biliyorum... SAYFA 8 18 AĞUSTOS Önsözde bir açıklama yaptım. İlkokulu 1949’da doğduğum köyde bitirdim. Çocukluğum İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk ve yoksulluk yıllarına denk geliyor. İlkokulda saman defteri dediğimiz sarı defterlerimiz vardı. Alçakgönüllü, ucuz… Kimi zaman yazılı yüzünü silip, yeniden kullandığımız defterler; ucuz ama içten, sıcak. Kitabın içeriğiyle örtüşüyor. Yazılarım sarı defterler gibi savsız, gürültüsüz… “DİZELER YAZIYI TATLANDIRIYOR GİBİ GELİYOR BANA” Öncelikle şanslıyım. Bu ikincisi oluyor. İlki, Sayın Orhan Karaveli’nin Ziya Gökalp’i Doğru Tanımak yapıtı, ikincisi sizin Sarı Defterim’iniz. Yayınevine gitmeden okudum. Sarı Defterim’de dikkatimi çeken en başat özellik, bir ekin harmanını andıran çeşitliliği; içinde dergi yazıları, söyleşiler, konuşmalar, küçük politik yazılar, günlükler, anılar var; hepsinden de şiir geçen bir yan. Geçmişle konuşmaya başlamak ve geleceğe yol almak gibi… Orhan Karaveli’yle Antalya’da kaldığı otel odasında, bir şişe şarabın eşliğinde uzunca bir söyleşim oldu. Nâzım Hikmet’i, Cumhuriyet’in namuslu, aydınlık ilk yıllarını ve bugün içine düştüğü ya da düşürüldüğü durumu anlatırken yüzünde okuduğum kaygıdan öte, acıydı. Yazılarımda arada geçmiş günlere gittiğim oluyor. Bazen utana sıkıla kendimden konuşuyorum. 1967’de bir şiirimden ötürü biraz içerde yatmışsam, bundan söz ediyorsam, değişen bir şey olmadığını, elli yıl sonra demokrasimizin geldiği yeri imlemek için yaptım say. Sarı Defterim’in benim için bir başka özelliği, önemli yanı da yazılar, satır2011 P lar arasına serpilmiş şiirler… Böyle bir yönteme neden gerek duydunuz? Yazının yüzüne serpiştirilmiş şiirlerin, dizelerin yazılanların içeriğiyle bir ilişkisi var. Doğduğum evi anlatır annemi, babamı, kız kardeşlerimi anımsarken, evimizin önündeki meşe ağacını düşlerken birden Yesenin’in dizeleri yağıyor yazının üstüne. Dizeler yazıyı tatlandırıyor gibi geliyor bana: “Hiçbir zaman yalnız değildim ben sevgimde/ evimizin bahçe kapısına sonbaharda/ düşen yapraklarına kayın ağacının.” Düzyazının yetersiz kaldığı yerde şiirin imdada yetişmesi diyebilir miyiz buna ya da şiirle güçlendirmek? Eh... Böyle bir soruya hayır demek olası değil. Evet, böyle bir işlevi olabilir. Düz anlatının sıkıcılığına biraz renk katmak. “Hapishane Önünde Çocuklar” “Doğduğum Evin Önünden Geçerken”, “Kavakların Geceye Söylediği Şarkı”, “Bir Güz İkindisi Üzüm Bağında” adlı yazılarınız şiirsellik ve yoğunluk içeriyor.“Doğa güzel doğa”da Dıranas’tan alıntıladığınız dizelerin çocukluğunuzla organik bir bağı var. Yıllar sonra hayvan otlattığımız günlerde üstünde çökelekle yufka ekmeği yediğimiz sofra taşını buldum. Şimdi hayatta olmayan, bir penisilin iğnesi zehirlenmesiyle genç yaşta ölen öğretmen arkadaşım Mehmet Kan’ı ve hayatta olan emekli teknik öğretmen Yusuf Meriç’i andım, her ikisi ile bu taşın üstünde ekmek peynir yemişliğimiz, ahlat çırpmışlığımız vardı. Bi başımayım.. Bir yalnızlık duygusu.. Kanser tedavisinin sıkıntıları… Hüsnü Göksel’in (dünya güzeli insan) candan ilgisini anımsamalar, duygulanımlar… Dıranas’ın dizeleri yağdı üstüme: “İnsan, yağmur kokan bir sabaha kar şı/ hatırlar bir gün camı açtığını/ duran bir bulutu bir kuş uçtuğunu/ çöküp peynir ekmek yediği bir taşı.” Yukarıdaki soruyla bağıntılı bir sorum da şöyle: Çocukluğumuz, kişiliğimizin yüzde 80’ini belirliyor... Bu anlamda kişiliğinin, şiirinin, yazı ve yapıtlarının temeline indiğimizde karşımıza “çocukluk, çocukluğunun geçtiği ev, evin önünde koşturup durduğun, gülüp eğlendiğin kırlar, bayırlar yani, silinmeyen anılar ve hayatımızın vazgeçilmezleri, düzenli ve yerleşik hayatın kurcuları kadınların” çıktığını görüyoruz. Örneğin İrep Nine, Sağır Kız, Dul Kadın… Evet neler anlatırsın? Kısaca. Söylediklerine katılıyorum. Andığım kadınlar yazımda da belirttiğim gibi anılarımda silinmeyenlerdir. Tahsin Yücel’in “Haney Yaşamalı” öyküsünü okuduğum zaman benim anılarımdaki kadını anlatıyor dedim. Muazzez İlmiye Çığ’ın Sümerler’i anlattığı kitabında da gençlere evlenmeden önce uygulamalı cinsel eğitim veren kadınlar var. Onlar Sümer toplumunda bugünkü uygar (!) dünyamızda tanımladığımız gibi “o…pu” değil. Kutsal rahibeler. Haney de benim betimlediğim kadın da öyle… Köy enstitülerinin eğitim felsefesini özümsemiş, bunu hayatının ilkesi yapmış, doğayı, toprağı seven, topraklarımızın erozyonla yitip gitmesinden keder duyan “kitapsız bilen” bir köylü yurttaşımızdan söz ediyorsun Göletçi Ahmet Akkoca’dan…. Ali Ulvi’nin asker arkadaşı, askerde, 1951’de, Aziz Nesin’ in Makro Paşası’nı asker kaputunun cebinde yakalattığı için dayak yiyen Menderes döneminde tutuklanan… Şimdi 84 yaşında kıraçlarda hâlâ kazma sallayan, ağaç diken, sellerin önüne setler çeken, Nâzım için birlikte 1985’lerde Çınar diktiğimiz… Fakir Baykurt’un tanımıyla “Sarıcık Deresi Okulu”nun öğretmeni. Uzatmayayım. Okurlarım onun serüvenini ve ondan dinleyip derlediğim Nasrettin Hoca gülmecesini kitabımdan okuyabilir. Bugün ülkemizi Akkoca gibi doğanın dilini okuyanlar değil, ahret kültürüyle yetişenler yönetiyor. İsmail Tonguç 60 yıl önce olacakları öngörmüş. “GENÇ ŞAİRLERLE ARAM HER ZAMAN İYİ OLDU” Yaşımın altı fazlası yıldan (1955) bu yana yazılar, anılar, günlükler okudum. Dikkat ettim, bu yazılarında tarihsel bir sıralama gözetmemişsizin. Okurken tuttuğum notlar arasında 1977 tarihli “Zoraki Soğuk Demirci” yazınız örneğin? Dahası, divan şiirinden anımsatmalar, Nâzım’a gitmeler, Fransız şiirinin önemli şairlerinden Apollinai¥ re’den ve kendi şiirinizle seslenme ¥ ler Ve dürüyo lim. Tar birine y zılar sö dım. “Z mın ön Meyhan daha so lar… 1 dolayı k konukl biraz sı başkala yaşanan tarife o önce te ince işl rının ha araçları Hollan kuruşla kurtarı mın be Beni ha luluk d Met sard rula dos ediy dün kon ken rüz yor ötü sam değ elli geld yap CUMHURİYET KİTAP SAYI 1122 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle