Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O alçın Armağan, İmkânsız Özerklik: Türk Şiirinde Modernizm’de (2011, İletişim yay.) İkinci Yeni’yi Tanzimat’tan günümüze Türkiye modernleşmesine özgü hassasiyetler açısından yorumlamayı deniyor. Yalçın Armağan’ın İmkânsız Özerklik’i, Türk Şiirinde Modernizm başlıklı doktora tezinin yeniden düzenlenmiş ve yazılmış hali. Türk Şiirinde Modernizm’i araştıracaksanız öncelikle “modernizm”i tanımlamanız gerekiyor. Armağan, haklı olarak “modernizmin tanımlanamazlığı”ndan söze giriyor. Yapılan farklı tanımlamaları sıralıyor. Neyse ki tezini üzerine kuracağı bir modernizm tanımı var; “modernist yapıtın temel iddialarından biri özerk yapıt anlayışıdır. Kendi kendine yeten (selfcontained), amacı kendinde olan (auototelic), özgöndergesel (selfreferential) ya da özdüşünümsel (selfreflexive) olma niteliğiyle öncesinden ayrıştırılan modernist yapıtın bu nitelikleri, özerklik anlayısının yansımalarıdır aslında. Bunun sonucunda modernizmi meşru kılmaya çalışan eleştirel çalışmalar da bu özerklik anlayışına vurgu yapar” diyor. Kitaba adını veren “özerklik”in altını özenle çiziyor ve okurdan Türk şiirinde özerkliğin imkân dahilinde olup olmadığı tartışmasına katılmasını bekliyor. “Estetik özerklik” modern olmanın en önemli kıstası. Bir parantez açayım, Armağan “Türkçe şiir” mi “Türk şiiri” mi bir karar vermeli. Kitabın adındaki “Türk Şiiri” ibaresi kitabın metninde bazen “Türkçe şiir” bazen “Türk şiiri” olarak kullanılmış. Yalçın Armağan, Tanzimat’la başlayan süreçte bir edebiyat kurumunun inşa edildiği tezi ile söze başlıyor. Türkiye’de edebiyat kurumunun estetik özerklik karşıtlığını geleneksizleşme ve halk edebiyatının keşfi ekseninde şekillendiğini, tüm edebiyattan olduğu gibi şiirden de toplumsal fayda beklendiğini vurguluyor. Tanzimat’la temelleri atılan bu kültür politikası (çünkü sanatın tüm alanlarında bu yaklaşımı görüyoruz) milliyetçi düşünceleri yayma, yeni bir ulus inşa etme gibi temel hedeflere odaklanıyor ve sanatçılardan bu yönde eserler üretmelerini istiyor. Osmanlı dönemi şiiri “Divan Edebiyatı” olarak tanımlanarak reddediliyor yerine halk şiiri öneriliyor. Şairlerden halk edebiyatından kaynaklanan hece vezni ile kültür politikasına uygun şiirler yazmaları isteniyor. SAYFA 12 18 AĞUSTOS kuduğum Kitaplar MET N CELÂL İmkânsız Özerklik Y Armağan’ın belirttiği gibi devlet nezdinde hececilik kabul görmüşse de Türk şiirinin bu yönde gelişmediğini biliyoruz. Dönemin iki önemli şairi Ahmet Haşim ve Yahya Kemal bu “faydacı edebiyat kurumu”nun isteklerine uymuyor ve kendi şiirlerini yazıyorlar. Armağan, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal gibi şairlerin faydacı edebiyat kurumuna karşı çıktıklarını ama bu kurumu köklü biçimde dönüştürmeyi başaramadıklarını düşünüyor. Çünkü bu iki şair “modern” olamamışlar. Armağan, Türk şiirinin 50’li yıllara, İkinci Yeni’ye dek uzanan tarihini özetleyip tartışırken bizim modern olduğunu düşündüğümüz hemen tüm şairlerde eksikler buluyor, tanıma tam olarak uymadıklarını öne sürüyor. Bu yaklaşım da bize araştırmaya başlarken yazarın bir önkabulü olduğunu düşündürüyor. Önkabulünü kanıtlamak için araştırıyor sanki. Çünkü Armağan’ın tanımlaması ile Ahmet Haşim’i modern saymamak mümkün değil. “Yahya Kemal’de ahenk, vezin ve kafiye sayesinde sağlanmaktadır. Bu nedenle de dilin bireysel kullanımı ve dünyayı kendi imgelemi açısından temsil etmeyi Yahya Kemal’in şiirinde bulmak zordur. (...) bu anlamda Yahya Kemal’i ‘modernist’ anlamında ‘modern’ kabul etmek için çekinceler koymak gerekir” diyor. Nâzım Hikmet’e de benzer şekilde yaklaşıyor; “özerk bir şiir diline sahip çıkan hiçbir şiir, doğası gereği, kitleselleşememiştir. Nâzım Hikmet’in gördüğü ilginin nedeni onun özerk şiir dilinden uzak durması kadar sosyalist olmasıdır.” Kitleselleşmemek, sosyalist olmamak modern olabilmenin bir şartı ise Nâzım Hikmet de böyle bir modernliği tercih etmezdi. Dağlarca, Asaf Halet, Necatigil, Attilâ İlhan gibi şairleri ise “münferit” sayıp “edebiyat kurumunun dönüşümünde etkili olmadıkları”gerekçesiyle değerlendirme kapsamına almıyor. Çağdaş Türk şiirinin gelişiminde akımlar kadar etkili olan bu şairleri “edebiyat kurumunda görünür bir dönüşüme yol açmamış şairler” olarak hemen hiçbir kanıta dayanmadan inceleme dışı bırakmak çok tartışmalı bir yargı. Türk Şiirinde Modernizm diye çok kapsayıcı bir başlık kullanıp 60 yıl öncesinde, 50’li yıllarda kalmayı ise akademisyenlerin güncel alana girememe alışkanlıklarından mı saymalı yoksa önkabüle aykırı sonuçlar çıkacağı endişesine mi bağlamalı? Yalçın Armağan’ın önkabulü, Türk Şiirinde “ilk ve tek” modernist akımın İkinci Yeni olduğu. “Edebiyat kurumunun estetik özerklik karşıtlığı nedeniyle izin vermediği modernist şiir, özerk şiir diline dayanan İkinci Yeni tarafından yazılabilmiştir. İkinci Yeni, özerk bir şiir dili kurabilmek için edebiyat kurumunun belirlediği anlaşılır dil beklentisine karşı çıkmış, şiiri siyasetten ve ahlaktan bağımsız bir yapı haline getirmiştir. İkinci Yeni’nin özerk şiir dili büyük bir dirençle karşılanmıştır. İkinci Yeni’ye gösterilen bu dirençte Türkiye’de modernist duyarlılığa karşı geliştirilen tepkiyi görmek mümkündür” diyor. O nedenle de İkinci Yeni dışındaki tüm şairleri ve şiir anlayışlarını “edebiyat kurumu”nun kabul ettiğini kanıtlamaya çalışıyor. Türk şiirinin gelişimine bakmıyor, akımları ve anlayışları sanki birbirleri ile bağlantısı yokmuşcasına, genellikle bir önceki akıma tepkinin ya da dünya şiirindeki gelişmelerin yeni’yi oluşturduğu gerçeğini görmezden gelerek anlatıyor. Çünkü başka türlü İkinci Yeni’nin “tek özerk” akım olduğu tezini getiremez. Esas sıkıntı Garip’le yani 50’li yılların şiirinin “İkinci Yeni” adını almasına neden olan Birinci Yeni ile. Garip’in “siyasal görüşü nedeniyle rahatsızlık yaratmayacak şekilde beklenen sentezi (bir biçimde) gerçekleştirmiş bir şiir olarak kısa zamanda genel kabul görmesi,” Garip’in “hem şiir dili açısından hem de dünya algısı açısından aykırı bir konumda olmasına rağmen, kısa zamanda yaygınlık kazanmış” olması modern olamamasının gerekçelerinden. Garip için eleştiri unsuru olan “Batı şiirinden etkilenme” İkinci Yeni için olumlama oluyor. İkinci Yeni, Batı şiiri ile “ilişki kurmuş” ama “taklit etmemiş” demek biraz zorlama değil mi? Garip şiiri, tüm kuralları, dil kısıtlamaları ile edebiyat kurumuna karşı çıkmış, dayatılan şiir anlayışını yerle bir etmekle kalmayıp hem şairlerce hem de okur tarafından kabul görmüş, ana akım haline gelmiş. Verili şiir anlayışına bu denli radikal karşı çıkan, kendi “özerk” dilini oluşturan ve sonuçta başarıya da ulaşan bir şiir anlayışını “modern” kabul etmemek bana mümkün görünmüyor. Armağan’a göre İkinci Yeni’nin modernist olmasının en önemli kanıtı “büyük bir dirençle karşılaşmış” olması. Burada sormamak elde değil, peki diğer şiir akımları, hareketleri hemen kabul mü görmüştür? Ne toplumcu şiir için, ne de Garip için ne de diğerleri için bunu söylemek mümkün değil. Hiçbir yenilik hemen kabul görmüyor. Yapısına, yaklaşımına göre güçlü ya da zayıf mutlaka dirençle karşılaşıyor. Önemli olan bu direnç karşısında ne yaptığı? Hâkim anlayışa mı uymuş yoksa kendi bildiği yolda ilerlemiş mi? Buna bakmak gerek. Yalçın Armağan, bu tezin amacı modernleşme sürecinde şiirin nasıl bir dönüşüm geçirdiğini anlamaya çalışmak dese de Türk şiirini anlamaya çalışmadığı gibi araştırmıyor da. Sadece “Türkiye’de modernist olarak adlandırılabilecek tarzın İkinci Yeni olması” önkabulünü kanıtlamaya çalışıyor. Oysa, Armağan’ın kullandığı kıstasları kullanarak İkinci Yeni’nin de 50’li yıllarda dünyada gelişen şiir ve sanat anlayışlarından etkilendiğini, dönemin iktidarının (Demokrat Parti) arzu ettiği şekilde suya sabuna dokunmayan siyasi bir tavırda olduğunu söylemek mümkün. Toplumcu yazarlar hapislerde sürünür hiçbir eserlerini yayınlatamazken İkinci Yeni şairlerine iktidarca ilişilmemiş olunmasını “modernist tarzın iktidarın ufku dışında kalması” ile izah etmek pek tatmin edici değil. Sonuç olarak batılılaşma devletin kültür projesinin ana ekseni değil midir? İkinci Yeni’nin de diğer akımlar gibi yüzünün Avrupa’ya dönük olmadığını söyleyebilir miyiz? Ya da bir başka deyişle Tanzimat’tan bu yana yüzü Avrupa’ya dönük olmayan bir edebiyat anlayışı olmuş mudur? Yalçın Armağan’ın tezini bir önkabulle yazmasının yanında bence temel hatası kolay olanı tercih edip, eser üzerinden değil eser hakkında yazılandan yargılara varması. Bir şiiri öncelikle estetik ölçütlerle değil de işin içine siyaset, sosyoloji gibi sanatdışı ölçütleri de katarak değerlendirirseniz geleceğiniz yer budur. “İmkânsız özerklik” tanımlaması kitaba isim olan Orhan Koçak haklıdır, bu bakış açısıyla ve kıstaslarla Türk şiirinde modernlik de özerklik de imkânsız’dır. Yalçın Armağan’ın İmkânsız Özerklik’i Tanzimat’tan 50’li yıllara dek Türk şiirinin gelişimini tartışmak açısından verimli bir kaynak. Türk şiiri üzerinde çalışanların okuması, üzerinde düşünmesi gereken tezler getiriyor. Yalçın Armağan 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1122