26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Pelin Özer’le ‘17 Haziran’ı konuştuk ‘Söz, ölüme gidene bir hayat temennisi’ Doğanın saklı masalına bir ses olup katılmak tüm istediği. Yazdığın gibi gövdesinden çıkarabileceği, kabuğa karışacak yeni bir harf olasılığı onu onların öyküsüne yaklaştıracak. Gökyüzüyle toprak arasında uzun uzun ölmek ve aradagerçeklik. Öze ve töze değmeye gün sayarak, her gün yürüyüş yaparak, doğadaki ayrıntıları kaydediyor önce. Bir yandan da ateşhavasutoprak metinleri kuruyor. Soyut egzersizler yapıyor. Zamansız, mekânsız, cinsiyetsiz bir roman 17 Haziran. Sözcüklerin tünelinde, doğa ile yanak yanağa bir roman. Pelin Özer’le 17 Haziran‘a dair söyleştik. Ë Gamze AKDEMİR sul usul bir fırtınayla başlıyor roman sanki, ritmi yavaşça yükselterek ilerliyor bağırmayarak, isyan etmeyerek... İçine içine yuvarlanarak açılıyor okuru da içine çeken anaforlar… İlk etapta zorlu bir okuma açıkçası. Biçeme ilk yirmi sayfada sıkça şaşırarak alışılıyor sonra da başkasını aramıyor okur, benimsiyor. Dış sesler neredeyse yok denecek kadar az, öyle ki birkaç diyaloğu geçmiyor demek yanlış olmaz. İç sesler ise alabildiğince... Hayli rafine bir teknik. Okura “Hey diyor, gel, katıl metne!” Bunu anlatır mısınız, yazışınızı, yazının akışını, sezişinizi... Başlangıçta roman yazma fikri yoktu. Şiir, günlük, deneme ve söyleşiler vardı. Bir anda, belki de içimde oradan oraya koşuşturan sözcükleri zapt edemeyeceğimi anladığımda derin bir soluk alarak, bu uzun otobiyografik anlatıyı yazmaya başladım. Soluğumu tutarak suyun içinde ne kadar dayanabileceğimi görmeye çalışmak gibiydi. Şair, her şiirini soluğunu tutarak yazar bence. Yazarken tuttuğu soluk şiirinde sürüyordur gibi gelir bana. Acaba bir romanı da şiir gibi yazabilir miyim? Böyle bir iddiayla, içime dolan ilk sezgiyle denemeye başladım. Yayımlanmış kitabı elime aldığımda suyun yüzüne çıkmıştım artık, ne büyük şaşkınlık. Hâlâ hayattaydım. Yazmaya 2004’te başladım, üç kez baştan yazdım. Kitabın kendi kendine ayağa kalkıp yürümesini bekledim. Hummalı bir haldi başlangıçta, ruhumu ve sanki tüm bedenimi yazıya sermiştim. Gece 03.00’te kalkıp 20.00’ye kadar yazdığım da oldu, unutmaya çalışıp aylarca dosyayı açmadığım da. Kendimi haiSAYFA 4 21 TEMMUZ madde, sapasağlam görünüyor, hiçbir yere kaybolmuyor ama hiçbir zaman da tamamen yanınızda değil. Tespitinizde haklısınız; Duman ve Demir iki metafor karakter. Duman, ıssızlığı, inzivayı, yasla derinleşmeyi, ruhun ölümsüzlüğünü temsil ediyor, Demir ise çağın ritmini yakalamış, o ritmin içinde sürüklenip giderken içindeki yaratıcı enerjiyle birlikte kendini de parçalayanları... “ZAMANLA YAZDIĞIM KİŞİYE DÖNÜŞTÜM” U ku türüne çok yakın hissettiğim için, haiku’dan tanıdığım bir minimal kurgu anlayışını bu kitaba uyarlamaya çalıştım. Önce sınırlarımı belirledim. Zamansız, mekânsız, cinsiyetsiz bir roman yazmak istiyordum. Bu, romana hiç de uygun olmayan bir toprağa yerleşme arzusuydu. Ama ben de zaten roman yazmaya direniyordum. Amacım en basit, en temel hikâyeyi, onun ruhuna en uygun formda anlatmaktı. Aşkı ve ölümü, doğumu ve hayatı... Bunlarla birlikte ötesini, Tepe’yi. Her şeyin öncesi ve sonrası olan Tepe’yi. İKİ METAFOR... İnsanlarla, kentle, rutinle arasında yükselen duvarlar, sessiz gövdelere örülen yeni kabuklar, alışkanlıklarla akıp giden “adı hayat” yalnızlık... Yorgunluk... Kendine benzeyen bir ses, soluk istemek ve bunu Duman ile Demir’de bulmak... İki sıkı metafor aslında bu iki sevgili... Issız Duman, delişmen Demir... Her ikisi de hayatın iki hoş sürprizi gibi... İmtinasız iki yürek... Anlatır mısınız onları? “Aşk, ölümün gülümseyen yüzüdür” cümlesini Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mektuplarında okudum. Bir arkadaşından duyduğunu söylemiş ama bana nedense kendi sözüymüş gibi geliyor. Yazmaya başladığımda bana rehberlik eden bir cümleydi bu, hâlâ içimi titretiyor. Aşk ile ölümün bütünlüğü üzerine çok düşündüm ve sonunda aşk anlarının, bizi zaman ve mekân algısının dışına taşıyan, yaratılmış ve yaratılacak her şeyin özünü içinde barındıran en ölümsüz, unutulmaz anlar olduğunu, onları yazmam, çoğaltmam, göstermem gerektiğini hissettim. Aşk, aşkın2011 lık, aşmak, aşkın... Bu sözcüklerin tüneline girmeye çalıştım. Yazmak da bir aşk hali olduğuna göre, aşkı anlatırken yazıyı da anlatmış olacaktım. Hem gerçek hem de düş olan Duman’la Demir’de aşkın platonik (karşılıksız) ve cinsel (karşılıklı) hallerini anlama, anlatma isteğiyle doğdu. Duman göründüğü anda silinip kaybolsa da bir yerlerden sizi gözleyen ölümsüz âşık, onun varlığı her an hissediliyor. Demir’se doğada en son yok olan Pelin Özer’in amacı en basit, en temel hikâyeyi, onun ruhuna en uygun formda anlatmak. Aşkı ve ölümü, doğumu ve hayatı... Hastalanmak, boşlukta asılı kalmak hissi… İyileşmek, deri değiştirmek, yenilenmek hissi… Başlangıç noktasına geri dönüp bambaşka yaşamalar için depar almak gibi… Değişti artık Duman’a ve Demir’e şükür ve yazıya… O artık olmak istediğinin teşhisini net koyabiliyor; sözcük jonglörü… Havada ters taklalarla dönen hecelerin hızına dalıp gideduran… Neden yazıyor sorusunun yanıtı neden yaşıyor sorusunun da yanıtı aslında... Sığındığı en doğru liman yazı… Duman’a yazıyor en çok ve en önce ama kendine atıyor mektup gibi o yazıları, ruhuna yolluyor defterler dolusu… Bu kadar kalbinizden hissettiğiniz için müteşekkirim. İnsanın ancak derin bir hastalığa yakalandığında karşılaştığı o boşlukta asılı kalma hissi aynı zamanda yazıyla yalnız kaldığında, buna cesaret ettiğinde duyduğu his benim için. Hastalık, ölüme yaklaşmak, hatta ölümün gözlerinin içine bakmak, tuhaftır, aynı zamanda bir sıçrama tahtası olabiliyor. Sonra boşlukta sözcüklerle dans etmeye, dönmeye, giderek ters taklalar atmaya, farkına varmadan jonglörlük yapmaya başlıyorsunuz. Yapı kurarken bazı uçları bir araya getirmeye çalışıyorsunuz; hastalığın, yazının ucundan tutup aşka, hayata uzanıp, bunları birleştirebilirseniz çadırınızı boşluğa kurmuş oluyorsunuz. Yazarken soluğunuzu tuttuysanız, yaşamak kendiliğinden yazıya dönüşüyor ve yaşamak için gereken her şeyi yazarak yaratıyorsunuz. Bana bugüne kadar en temel ihtiyaçlarımı sadece yazı ve yazıyla kurduğum ilişkiye inananlar verdi. Barınmak için ev, yaşamak için yemek, okumak için kitap, yazmak için defter. Defterler dolusu yazdığınızda, ister günlük, ister mektup, ister roman olsun, fark etmez, bir süre sonra artık yazdığınız kişiye de dönüşüyorsunuz. Ben de zamanla Duman’a dönüştüm sanki, giderek onun yüzü bende belirdi. Cümleler kuran, cümleleri boğazında sıklıkla düğümlenen bir kadın bu… Yazıp dökmek istiyor kâğıda, kimi vazgeçiyor bundan kimi vazgeçmiyor ama hep biriktiriyor bir şeyleri, öfkeyi, hüznü, merakını, kaygısını, sızıları… Hayatla başı dertte ama tırnaklarını geçiriyor da, asılıyor kimi usul usul kimi bağır bağır… Yazıyla hayatın birliğinden söz ettik, buradan bakınca kitabın ilk cümlesi, bu birinci tekil şahıstan yazan kişinin “yaşamayı bırakıp gitmek” gibi bir niyeti olmadığını duyuruyor; Söz, ölüme gidene bir hayat temennisi. Kitap, yazanı aşar ve sizin gibi derinden okuyanlar bunu fark eder. Bir bakıma haddini aşmak bu. Sonra utançla karışık bir rahatlama... Ancak ya ¥ ba ret edil çılgınca bana o ran ve gitmey ğını açı Ara manın gerçek Eve şıyoruz çeklikt bu bölg olsaydı dım. B mek iç bir sına manın reci bil ti. May elime a dagerç nu man Kitap ç yoksa b kurduğ tırlıyor sakınm ğiyle an de yazd larımı, gerçek alabilec yerleşti gerçeği uyumlu önemli yapılm çok an göre siz organı İnsan türme tün sam ce şeffa yi göze hayatın hissim nişliği y olmak tapusu ¥ zın “DOĞ HAY Can her fırs duyurd da topr yüz ker ran’da, ti. Her zihnini sürdür gibi ha adı bir Her gü ayrıntıl dan da leri kur aslolan nolojis doğa yü ze yolc Bu rak oku Hava, S sırasınd kıma. O kurdum kış son ğim ân dışına i CUMHURİYET KİTAP SAYI 1118 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle